2015'in en iyi belgeselleri

Son yıllarda filmlerden beklediklerinizi alamıyor gibi hissediyorsanız sizi belgesel bölümüne alalım. Özellikle 2000’lerin başlarından itibaren giderek daha geniş bir izleyici kitlesine hitap eden belgeseller, 2015’te de bizi yapımların kalitesi ve konuların çeşitliliğiyle hayal kırıklığına uğratmıyor.

Yazı: Deniz Cuylan

Yapımcılığını Kathryn Bigelow’un üstlendiği, Meksika’daki uyuşturucu kartellerini konu alan Cartel Land, Michael Moore’un Amerikan emperyalizmi eleştirisi Where to Invade Next, bir ırkçının Kuzey Dakota’da bir kasabayı ele geçirme çabası üzerine Welcome to LeithAct of Killing’in yönetmeninin bireysel trajedilerden yol çıkarak Endonezya soykırımını ele aldığı The Look of Silence bu yılın öne çıkan politik belgesellerinden. 2015’in müzik belgeselleri açısından da verimli bir yıl olduğu söylenebilir. Kurt Cobain’in son zamanlarından hiç görülmemiş videoların yer aldığı Montage of Heck, yine Kurt Cobain’in Courtney Love tarafından öldürülmüş olabileceğini savunan Soaked in Bleach, Janis Joplin hakkındaki Little Girl Blue, efsanevi Tower Records’ın konu olduğu All Things Must Pass, Washington’ın Fugazi’li hardcore sahnesini ele alan Salad Days bunlardan sadece bazıları. 2015’te kategori dışı diye nitelendirilebilecek bazı belgesellerden de bahsetmek lazım. Başarılı ve ünlü dağcılar hakkında belgesellere rastlamak mümkün ama Sherpa bu “kahraman” dağcıların eşyalarını taşıyan yerlileri merkeze yerleştiriyor. Karabasanlar hakkındaki ürpertici The Nightmare, kesilmiş bacağının peşine düşen adamın hikâyesi Finders Keepers, 10’luk listemize geçmeden önce bahsetmemiz gereken isimler.

russian_woodpecker_1_copy

RUSSIAN WOODPECKER
Rus emperyalizmiyle ilgili bir belgesel izlemek için daha uygun bir zaman olamaz herhalde. Yönetmen Chad Garcia, Ukraynalı sanatçı Fedor Alexandrovich’in rehberliğinde, Moskova’nın Doğu ve Batı arasına olarak sıkışmış bu ülke üzerinde Sovyetler zamanından beri oynadığı oyunları takip ediyor. Çernobil faciasını 1986’da bir çocuk olarak yaşamış olan Fedor, büyüdüğünde yine Rusya’nın ülkesini ikiye bölen baskısıyla karşı karşıya kalıyor. Bu nükleer felaketin soğuk savaş sırasında yaşanan başka bir başarısızlığı örtmek için planlandığını savunan Fedor, Çernobil’e geri gidiyor ve yetkililerle konuşarak bu komplo teorisini ispatlamaya çalışıyor. Bu noktada filmin Fedor’la kurduğu dikkatli ilişki, bir hayli acı olan büyük resmi daha kolay görmemizi sağlıyor. Paranoyak olmamız bazı paranoyalarımızın gerçek olmadığını göstermez.

best_of_enemies_1_copy

BEST OF ENEMIES
1968 yılı Amerika’da politik olarak tam bir kaynayan kazan olarak görülebilir. Sivil haklar hareketinin ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı yükseldiği, ekonomik ve sosyal olarak kutuplaşmanın zirve yaptığı bir ortamda iki çok farklı politik görüşlere sahip entelektüeli televizyon ekranlarında ringe çıkartmak mutlaka ilgi çekici sonuçlar doğuracaktır. Özellikle sağ köşedeki William F. Buckley Jr. ve sol köşedeki Gore Vidal’ın kainat büyüklüğündeki egoları göze alındığında. Bu iki karakter iyi eğitimli, laf ebesi Amerikalı beyaz erkek olmalarından kaynaklanan bir yöntem benzerliği içinde olsalar da, temel görüş farklılıkları, bu dövüşün nakavt dışında başka bir sonucunun olamayacağını gösterir. Robert Gordon ve Morgan Neville’in, Sundance’te gösterilen ve çok iyi eleştiriler alan bu belgeseli, başından sonuna tartışma heyecanını ayakta tutuyor.

wolfpack_2_copy

WOLFPACK
Eve kapanıp arka arkaya bir sürü film izlemek, çoğumuz için ideal bir hafta sonunu çağrıştırırken, New York’ta büyüyen bu yedi kardeş açısından ev hapsinde geçen çocukluklarını anlatıyor. Ailelerinin hayat görüşü nedeniyle “dış dünyanın kötü etkilerine” karşı küçük bir New York dairesine sıkıştırılan yedi çocuk, akıl sağlıklarını izledikleri filmler sayesinde yerinde tutuyor. Sadece izlemekle kalmayıp, senaryolarını tekrar yazıp, kendi yaptıkları kostümlerle canlandırıyorlar ve kaydediyorlar. Haliyle çok klostrofobik olabilecek bu film çocukların yaratıcılıkları ve her şeye rağmen hayata umutlu bakışlarıyla keyifli bir seyre sahip oluyor.

meru_1_copy

MERU
Meru bu yıl Sundance’te izleyicinin en sevdiği belgesel ödülünü alarak ve Oscarlar için de 15’lik listeye girerek öne çıkıyor. Filmin yönetmeninin de aralarında bulunduğu üç dağcı, Kuzey Hindistan’da “Köpekbalığı Yüzgeci” diye bilinen Meru dağına ilk kez tırmanmaya girişirler. Birçok sürprizin yaşandığı, hayatta kalma azminin nefes kesici doğa görüntülerine karıştığı bu film bize dağcılar denen farklı insan çeşidiyle empati kurmamızı sağlıyor, hatta zaman zaman onları anladığımızı bile düşündürüyor. Güvenli bir evde, sıcak çay eşliğinde izlenmesi tavsiye edilir.

listen_to_me_marlon_4_copy

LISTEN TO ME MARLON
Stevan Riley’nin yönettiği ve kurgusunu yaptığı bol ödüllü belgeseli Listen to Me Marlon’da, Marlon Brando’nun evde kendi kendisine yaptığı ses kayıtları üzerinden, bu büyük oyuncunun biyografisini izliyoruz. Bir sanatçının hiçbir filtre olmadan kendi hayatına bakışına tanık olmak çok etkileyici bir deneyim sunuyor. New York’ta sokaklarda geçirdiği gecelerden metot oyunculuğunu içselleştirmesine, kadınlara olan düşkünlüğünden setlerde yaşadığı ve yaşattığı skandallara, trajedilerle dolu hayatını kendisinin nasıl gördüğünü izliyoruz.

Listenin tamamını görmek için buraya tıklayarak Bant Mag. No:46’ya ulaşabilirsiniz.