Arşivden: Düşlemeye davet - Aron Wiesenfeld

Röportaj: Leyla Aksu Bu röportaj, Şubat 2015 tarihli Bant Mag. No:37’de yayımlanmıştır.

Wiesenfeld’in puslu dünyasından, sanatçının çalışma sürecine, resimlerinde hikâyenin önemine ve son kitabına dair yanıtlar aldık.

Sanatçı Aron Wiesenfeld’in çizimleri bize başka bir dünyadan geliyor; puslu olsa da yine de unutulmayan bir hayal gibi. Wiesenfeld, gizemli figürlerinin dünyasına dalmadan önce kariyerine çizgi romanlarla başlamış. Bugünlerde resmettiği narin görünümlü karakterleriyse akıllara kazınan bir kararlılıkla bakıyor izleyene. Sanatçının her şeyi içine doğru çeken yalın çevrelere odaklandığı son serisi Solstice , bizimki kadar büyük ve tekinsiz olan bu uzak hayal dünyasını betimliyor. Wiesenfeld’den çalışma süreci, resimlerinde hikâyenin önemi ve son kitabına dair yanıtlar aldık.

aw2

Sanatçı olacağını ne zaman anladın? Seni ressam olmaya teşvik eden neydi?

Sürekli bir şeyler inşa ediyordum. Hatırlayabildiğim kadarıyla çekiç kullanmayı hep bilmişimdir. Hep azimli projelerim vardı. Mesela üç katlı ve teraslı bir hisar veya şömineli bir köpek kulübesi. Bence bu sanatımın başlangıcıydı. Aşağı yukarı 11 yaşındayken de çizgi romanlardan esinlendiğim için çizime başladım.

Kariyerine çizgi romanlarla çalışarak başladın. Bir okuyucu ve yaratıcı olarak çizgi romanlarla olan ilişkin zamanla nasıl değişti ve bize bu kariyeri geride bırakma kararından biraz bahsedebilir misin?

Şu anda yaptıklarımın çizgi romanlardan çok da farklı olduğunu düşünmüyorum. Bir bakıma ikisi de hikâyelerle ilgili. Sadece artık anlatmak istediğim farklı hikâyeler var. Tabii ki başka belirli bir farklılık da bir resmin, yüzlerce değil de tek bir görselden oluşması. Amerika’daki çizgi roman endüstrisi genellikle kitaplarını aylık olarak ve olabilecek en ucuz şekilde basıyor. Bir çeşit fabrika seri üretim hattı gibi. Artık Joe Sacco veya R. Crumb gibi sevdiğim belirli grafik romancıların dışında nadiren çizgi roman okuyorum.

Bu alanda çalışmak görseller kapsamında hikâye anlayışını nasıl etkiledi? Hikâyelerin çalışmalarındaki yerini biraz anlatabilir misin?

Hikâye anlatmak benim için önemli. Tek bir görsel olunca da hikâye daha çok bir öneri gibi. Haiku şiirlerindeki olduğu gibi, olabilecek en az sayıda öğeye indirgemeye çalışıyorum.

aw4
aw1

Resimlerindeki ve çizimlerindeki figürlerin çoğu dahil olamadığımız, fakat bakarken bir parçası olduğumuz bir hareketin veya düşüncenin ortasında gibi. Figürlerinin ikamet ettiği bu “ulaşılmaz” yer neresi?

Bunu anlatmanın bana düştüğünü sanmıyorum. Ben onları resmettim, bana düşen iş bu. Eğer görsel, resme bakan için ilginç bir şeyler uyandırıyorsa, bir hatıra veya bir çağrışım, onunla ilerlesin. Benim sözlerim yalnızca araya girecek. Benim için her şey başka bir insanı gelip düşlemeye davet eden bir görsel yaratmakla ilgili.

İşlerinin boyutunda veya detaylarında şekil bulan kocaman, heybetli, sanki başka bir dünyadan gelme bir hava var. Çalışmalarında boyut ve mesafenin rolü ve etkisi nedir?

İlgilendiğim şeyler daha çok biçimsel sorular, soyut bir ressamın düşüneceği şeylerle aynı. Genellikle bir problemin hikâye olarak çözümlemesi teknik bir sorundan kaynaklanıyor. Boyut örneğinde mesela, belki belirli bir şeklin oldukça iri ve görkemli olarak algılanmasını istiyorum, o zaman tezat olarak yanına çok küçük şekiller koyarım. Peki ya o şekiller insan olursa? Acaba ne giyerler ve yaparlar? İşte burada bir hikâye var. Ama o zaman kıyafetlerin renkleri genel olarak kompozisyonun renklerini nasıl etkileyecek? Hikâye tarafıyla biçimsel parçalar bu şekilde ileri geri gidip duruyor.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:37’ye ulaşabilirsiniz.