Bant Mag. No:32'den // “Onurlu bir yaşam sürdürebilmek”: Türkiye’deki Suriyeli göçmenler üzerine

Türkiye’deki kamplar ve sokaklarda güvencesiz ve hak yoksunu hayatlar süren Suriyeli göçmenler üzerine konuşmak için 13Melek, Şenay Özden’in kapısını çaldı.

Röp: 13Melek, İllüstrasyon: Mert Tugen

2011’in ikinci yarısından beri Suriye’deki siyasî karışıklığın ve şiddetin etkilerinden kaçan göçmenler Türkiye’deki kamplarda ve sokaklarda güvencesiz ve hak yoksunlukları içeren hayatlar sürmekte. Suriyeli göçmenlerin hukukî statülerini, çalışma koşullarını, maruz kaldıkları ayrımcılığı ve bundan sonra yapılması gerekenleri konuşmak için sınır şehirlerinde Suriyeli göçmenlerin yaşam kurma pratikleri üzerine araştırmalar yapan ve İstanbul’daki Hamiş Suriye Kültür Evi’nin kurucularından olan Şenay Özden’in kapısını çaldık.

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Akademik geçmişinizden, doktora tezinizden, Suriye’de geçirdiğiniz dönemden ve Türkiye’de yaptığınız çalışmalardan kısaca bahsedebilir misiniz?

Suriye’ye, kültürel antropoloji alanında yaptığım doktora tezi araştırmam için 2003’te gittim ve 2009’a kadar kaldım. Bu sürenin büyük bir kısmında Şam’ın yaklaşık 10 km dışında bulunan Yarmouk Filistin mülteci kampında yaşadım. Araştırmam, Suriye’deki Filistinli mülteciler ve Yarmouk mülteci kampı üzerineydi. Esad rejiminin iktidarını meşru ve ebedî kılmak için kullandığı söylemlerin merkezinde, Filistin meselesini ve Filistinli mültecileri “sahiplenişi” ve Arap milliyetçiliği bulunuyordu. Anti-emperyalizm, İsrail sömürgeciliğine direniş ve dış düşmanlardan Suriye’ye yönelik daimî tehdit, Baas Partisi’nin darbeyle başa geldiği 1963’ten itibaren yürürlükte olan ve vatandaşları tebaaya dönüştüren olağanüstü hâl kanununu meşru kılmak için rejimin kullandığı söylemlerdi. Araştırmamın başka bir boyutu da direniş mekanizmaları ve örgütlenmeleri üzerindeydi. Araştırmamın bu kısmında, özellikle 1976’da Suriye ordusunun Lübnan’a müdahalesine tepki olarak ortaya çıkan ve ileriki yıllarda Filistin meselesini Baas Partisi’nin bir iktidar aracı olarak kullanmasına karşı çıkan özgürlükçü ve sol hareketler üzerine yoğunlaştım. Suriye’de bulunduğum süre zarfında bir yıl da Şam’da bir üniversitede ders verdim. Bu deneyim, bir yandan Suriye’de genç kuşağın iktidarla ilişkisini, nasıl bir Suriye ve Suriyeli kimliği tahayyül ettiklerini yakından gözlemlememi sağladı; bir yandan da Suriye’de üniversite denen kurumda, Baas Partisi’nin resmî ideolojisinin ürünü mitlerin nasıl yeniden üretildiğini ve rejimin toplumsal mühendislik projelerinin nasıl hayata geçirildiğini birinci elden görmemi sağladı. Son üç yıldır da özellikle sınır şehirlerinde, Gaziantep, Urfa ve Hatay’da, Suriyeli mültecilerin toplumsal ve siyasal yaşam kurma pratikleri üzerine araştırma yapıyorum. Bir yandan Türkiye’de hükümetin ve muhalefetin Suriye’ye ve mültecilere yönelik siyasetinin, bir yandan da Suriye’deki dinamiklerin mülteci kimliğini nasıl şekillendirdiği, diasporada nasıl bir Suriyeli kimliği kurulduğu üzerine yoğunlaşıyorum. Araştırmamda, Suriyelileri “mağdur, yardıma ihtiyacı olan mülteciler” kimliğine sıkıştırmak yerine, siyasî ve kültürel üretimde bulunan toplumsal aktörler olarak ele alıyorum.

Suriye’den Türkiye’ye göç olgusu 2011’den beri sıcak bir gündem. Suriye’den göç edenlerin kimi cihatçılar gibi siyasî sebeplerle, kimi ise salt güvenlik kaygıları ile Türkiye’ye geldi. Suriyeli göçmenler ağırlıklı olarak hangi sebeplerle burada ve Suriye’nin hangi bölgelerinden geldiler? Etnik, dinî ve sınıfsal olarak homojen bir gruplar mı?

Suriye’den Türkiye’ye ilk göç dalgası 2011 yılının ikinci yarısında, ayaklanmanın başlangıcından aylar sonra başladı. Bu dönemde daha ziyade genç kuşak aktivistler Türkiye’ye geldiler ve özellikle bu dönemde siyasî sebeplerle göç edenler arasında cihatçılar yoktu. Nitekim o dönemde Suriye’de henüz cihatçı olgusu yoktu. Gelenler daha ziyade rejime karşı ayaklanmanın o dönem bel kemiğini oluşturan yerel ve mahalle örgütlenmelerinden gençlerdi. Tutuklanmalar ve işkenceye maruz kalmalar başlayınca, bu gençler Suriye dışına çıkmaya başladılar. İkinci göç dalgasını ise, rejimin havadan kasabaları ve şehirleri bombalamasından kaçan halk oluşturdu. Şam gibi daha güney bölgelerden sınıra ulaşmak neredeyse imkânsız olduğu için, Türkiye’ye gelenler daha ziyade Halep ve kuzey bölgelerindendi. Her yeni göç dalgasıyla birlikte, Suriye’de halkın nasıl gitgide fakirleştiğini ve bir yandan bombalarla bir yandan da açlıkla ve hastalıklarla savaştığını gördük. Başka bir deyişle, Türkiye’ye gelen Suriyelilerin sınıfsal olarak homojen olduğunu söylemek çok zor, ancak her yeni göç dalgasıyla gitgide daha fakir halkın geldiğini söylemek mümkün. Birçok toplu göç vakasında karşılaştığımız gibi, Suriye’de de sermaye ülkeyi ilk terk edenler arasındaydı. Ancak rejimin kontrolü kaybettiği, muhaliflerin eline geçen bazı kasaba ve şehirlere geri dönüşlerin olduğunu da gözlemledim. Bu arada Türkiye’de hükümetin Suriye politikası, bir yandan Suriye’de cihatçıların güçlenmesi için gerekli ortamı sağlarken, bir yandan da sınırların kontrolsüz açık tutulması çift yönlü cihatçı trafiğine sebep oldu. Özellikle Rakka gibi Suriye’nin kuzey bölgelerinin cihatçıların kontrolüne geçmesiyle birlikte, bu sefer de hem rejimden hem de cihatçılardan kaçan Suriyelilerin Türkiye’ye göç dalgası başladı.  Tahmin edeceğiniz gibi Türkiye’ye gelen Suriyelilerin büyük bir çoğunluğunu Sünni Araplar oluşturuyor. Şunu da belirtmekte fayda var ki, birçok Suriyeli bu tür mezhepsel ve etnik sınıflandırmalar üzerinden kendilerine bir kimlik biçilmesine karşılar. Türkiye’de hem hükümetin hem de bazı muhalif çevrelerin Suriyelileri bu tür kategorilere sıkıştırmaya çalışmasına da çok tepkililer.

“Bana göre en önemli sorun, mülteciliğin yasalarla garanti altına alınması gereken insan haklarından biri olması gerektiğinin hükümet tarafından reddedilmesi.”

Suriyeli göçmenlerden ne kadarı kamplarda, ne kadarı ise dışarıda yaşamakta? Kamplardaki yaşam koşulları ne durumda?

Birleşmiş Milletler’in en son verilerine göre Türkiye’de kayıtlı Suriyeli göçmen sayısı 790 bini bulmuş vaziyette. Bu nüfusun yaklaşık 220 bini Suriyeliler için kurulmuş 22 kampta yaşıyor. Kayıtlı olmayan Suriyelilerle birlikte Türkiye’de 1 milyonun üzerinde Suriyeli olduğunu varsayarsak, kampta yaşayanlar göçmen Suriyeli nüfusun en fazla beşte birini oluşturuyor. Kamplarda yaşamanın hem avantajları hem de dezavantajları var. Kamplarda, göçmenlerin sağlık, eğitim, barınma ve gıda ihtiyaçları devlet tarafından karşılanıyor. Bu yüzden, birçok Suriyeli kamplarda yaşamayı tercih ediyor. Uluslararası standartlara göre de Türkiye’deki kampların koşulları ortalamanın üzerinde. Ancak, kamp demek yaşadığınız topraklarda hareket özgürlüğünüzün kısıtlanması ve toplumdan izole yaşamanız demek. Bu anlamda ben kamp fikrine karşıyım. Türkiye’deki kamplarda da örneğin kampa giriş çıkış serbest değil. Sadece belirli saatlerde kamp dışına çıkabiliyorsunuz. Sizi ziyarete gelen akrabalarınızı ve arkadaşlarınızı yaşam alanınıza sokamıyor, sadece “ziyaretçi bölümü”nde görüşebiliyorsunuz. Kamp girişinde bulunan jandarmanın göçmenlere yaptığı muamele ise bazen insanlık dışı: Aşağılamalar, hakaret etmeler, Suriyelileri disipline etme ve “medenîleştirme” uğraşları oldukça sık rastlanan durumlar. Bir nevi yarı açık cezaevinde hissediyorsunuz kendinizi.  Ayrıca kamplarda yaşayan Suriyeliler izole bir hayata mahkûmlar. Bir yandan Türkiyeliler için görünmezler, bir yandan da kamp dışında yaşayan Suriyelilerin toplumsal, siyasî ve ekonomik ağlarının dışında kalıyorlar.

Suriyeli göçmenler hükümet tarafından “mülteci” statüsünde değerlendirilmekten ziyade geçici koruma altındaki “misafir”ler olarak konumlandırıldı. Bu tercihin sebeplerini ve arkasındaki kanunî çerçeveyi anlatabilir misiniz? Misafir statüsündeki göçmenler ne tip hak yoksunlukları ile karşı karşıya?

Türkiye, 1951 tarihli Mültecilerin Hukukî Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ni imzalamış, ancak coğrafî sınırlama ilkesini kaldırmayarak Avrupa dışından gelenlere mültecilik statüsü tanımamakta. Avrupa dışından gelen kişilere sadece “geçici sığınma” hakkı tanınıyor. 2011’den itibaren Türkiye’ye gelen Suriyelilere ise önce, uluslararası hukukta hiçbir karşılığı bulunmayan “misafir” statüsü verildi,  Nisan 2012’de yayınlanan genelge ile “geçici koruma” altında oldukları kabul edildi. Ancak bu genelge kamuoyu ile paylaşılmadı; dolayısıyla içeriğine erişmek mümkün olmadı. Bu kararnameye dair sahip olduğumuz en önemli bilgi, Suriyelilerin kendi istekleri dışında sınırdışı edilemeyecekleri. Suriyelilere mülteci statüsünün verilmemesi ve Suriyelilerle ilgili çıkan kararnamelerin kamuoyuyla paylaşılmaması çok ciddi sorunlara ve belirsizliklere sebep olmakta, Suriyelileri mağdur duruma düşürmekte. Hükümetin mültecilere yönelik şeffaf olmayan siyaseti, sağlık hizmetlerine ulaşım, ülkeye giriş çıkışlar, Türkiye içinde hareket özgürlüğü gibi konularda keyfî uygulamalara sebep oluyor. Ancak bana göre en önemli sorun, mülteciliğin yasalarla garanti altına alınması gereken insan haklarından biri olması gerektiğinin hükümet tarafından reddedilmesi. Hükümet, bu siyasetiyle Suriyelilere bir anlamda şöyle diyor: “Biz muktedir devlet olarak size bakıyoruz, merhamet gösteriyoruz.” Bunun sonucu olarak da Suriyeliler sürekli bir korku içinde yaşıyorlar: Ya hükümet fikrini değiştirir de bizi sınırdışı etmeye kalkarsa; ya da hükümet değişir de yeni hükümet bu kadar merhametli olmaz ve bizi istemezse. Dolayısıyla Suriyeliler gerçekten de sürekli bir “misafir” hissiyatı içinde yaşıyorlar.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:32’ye ulaşabilirsiniz.