Bant Mag. No:32'den // Oregon'da bir mit bükücü: Kelly Reichardt

Bu ay gösterime giren yeni filmi Night Moves vesilesiyle Amerikan bağımsız sinemasının sevilen yönetmenlerinden Kelly Reichardt’ın kariyerinde gezintiye çıktık.

Yazı: Merve Kayan – İllüstrasyon: Can Çetinkaya

Kelly Reichardt’ın filmlerinin hemen hepsi ABD’nin batısındaki ormanlarla kaplı ve politik liberalliğiyle tanınan Oregon eyaletinde geçiyor. Yönetmenin yerle kurduğu ilişkide, Richard Linklater’ın dönüp dolaşıp Teksas’ta, Alexander Payne’in Nebraska’da, Almadovar’ın Madrid’de film yapmasından da öte bir sadakat söz konusu. Reichardt, senaryolarını Oregonlu yazar Richard Raymond ile birlikte kaleme alıyor ve Oregon filmlerin sadece konusunu değil, karakterlerin kendilerini içinde buldukları durumları, onların politik duruşlarını, kamerayla mekân ilişkisini, duyduğumuz sesleri, âdeta filmlerin tüm tabiatını belirleyen bir ilham kaynağı hâline geliyor. Film yaparken önceliklerinden birinin senaryonun el verdiği kadar küçük bir ekiple çalışmak olduğunu söyleyen ve bunun sağladığı mahremiyetin önemini vurgulayan Reichardt için Oregon, sadece seyrek nüfusu, görece dokunulmamış doğasıyla değil, film endüstrisinin nadir uğradığı yerlerden biri olmasıyla da ideal ve bakir bir üretim alanı.

kelly


Bir süredir görüşmeyen iki arkadaşın, alttan alta hissedilen gerilimli buluşmasını ve çıktıkları kısa yolculuğu anlatan 
Old Joy’da (2006) Mark ve Kurt’un ilişkisine film boyunca tanık oluyoruz. Bu iki arkadaş, bir noktada birbirlerine kırılmış ya da en iyi ihtimalle ilişkilerinde zorlanmışlar. Baba olmak üzere olan Mark ve hayatını arkadaşlarının kanepelerinde geçiren Kurt arasındaki gerginliğin sebebini tahmin etmek çok zor değil. Bir sosyal sorumluluk projesinde çalışan Mark’ın belki de “sorumluluktan” tutulmuş vücudu ve yolu bildiğini söyleyen ama bir yere varmaktan çok, aslında yolcu olmaktan keyif aldığı belli olan Kurt’un lakaytlığı yan yana geldiğinde minimalist bir tablo oluşuyor. [1] Yo La Tengo’nun hülyalı müziğiyle birleşince sadece bir anekdot olarak da anlatılabilecek saatler gösterişsiz ama incelikli bir yol filmine dönüşüyor. Film, iki eski arkadaş buluştuğunda yaşanabilecek olası bir günün detaylarından, sarf edilen gündelik sözlerden daha fazlasına, Hattâ bu hafifçe sıkışmış ilişkinin çözümlenmesine gerek duymadan, onları alıyor, çıktıkları yolu biraz uzatıyor, vücutlarını yemyeşil bir ormanın ortasındaki kaplıcanın sıcak sularında yumuşatıyor ve daha sonra yine başladıkları yere bırakıyor. Filmden izleyiciye kalan, bu kısa yolculuktan karakterlere kalandan farklı değil belki, biraz hüzün ve yarım kalmışlık. George Bush’un ikinci kez başkan seçildiği döneme denk gelen filmde Mark’ın arabasının hoparlörlerinden çınlayan bağımsız liberal radyo kanalında, kullanılıp ağaçların arasına atılmış eski kanepede, kapanmak üzere olan plakçıda satılmadan kalmış arkadaş albümlerinde benzer bir karamsarlık ve ‘böyle mi olacaktık?’ sorusu var. Ne umutlu, ne umutsuz, arada kalmış bir his…  Kurt’un kaplıcada Mark’a anlattığı hikâyedeki kasiyerin sözleri geliyor akla: “Yıpranmış neşeden başka nedir ki hüzün?”

Yazının devamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:32’ye ulaşabilirsiniz.

[1] Reichardt, filmin görsel dünyasını oluştururken Justine Kurland’ın Oregon’un doğası içinde resmettiği vücutlardan oluşan fotoğraflarından ilham aldığını söylüyor. (http://www.reverseshot.com/article/reichardt_interview)