Bant Mag. No:39'dan // Galata'da bir kurmaca: Şehzade Yangını

Geçtiğimiz ay aramıza katılan yeni çizgi roman Şehzade Yangını, 1700’lerin Galata’sında geçen alışılmışın dışında bir dönem hikâyesi. Siyah ve beyaz çizgilere bürünen, raconlarına ölümüne sahip iki kabadayıdan yola çıkan roman, birbirlerinin hayatlarında figüran olan karakterlerin hikâyesini anlatıyor. Alışılmışın dışında bir Osmanlı Dönemi’ni anlatan Şehzade Yangını‘nı yazar ve çizeri, Bant Mag.’ı da illüstrasyonlarıyla güzelleştiren dostlardan Selçuk Ören’le konuştuk.

Röp: Seçil Kalenderoğlu

2009 yılında Deli Göcük adlı bir çizgi romanda yayınlanan ilk illüstrasyonundan bu yana çalışmalarını çeşitli mecralarda görüyoruz. Çizgi roman dünyasının seni yeniden içine çeken vazgeçilmezleri neler?
Aslında durum yeniden çizgi roman üretmeye dönmek değil. Amacım hep çizgi roman üretebilmekti. Bunun için çizgimi geliştirirken reklam sektörü ve dergiler için çalışmalar ürettim. Bu süreç hem çizgimi oturtmak hem de hikâye anlatımı için bir demlenme, olgunlaşmaydı.

On sekizinci yüzyıl Galata’sında geçen Şehzade Yangını, bir zamanlar Osmanlı’nın önemli kâbuslarından biri olan İstanbul yangınlarından yola çıkarak  dönemin iki kabadayısının hikâyesine odaklanıyor. 250 yılöncesine dönerek bu hikâyeyi anlatma amacın neydi?
Serbest çalıştığım dönem tişört tasarım işi almıştım. Benden farklı konseptli işler istediler. Bulduğum fikirlerden birisi kitabın ilk özetiyidi. Sonradan tişört iş olmadı ama bulduğum konu enteresan geliyordu. Absürt komedi şeklinde bir iş yaparım diye yolla çıktım, dönemi araştırdıkça ciddi bir komplo hikâyesine dönüştü: Hikâyenin geçtiği 1768 yılı dünya ve Osmanlı tarihinde ciddi bir kırılma anı. Ruslara, Lehistan bölgesi yüzünden savaş ilan ediliyor. Savaşın sonunda da Osmanlı topraklarının bir kısmını kaybediyor ve çözülme süreci başlıyor. Bir daha kendisini toparlayamıyor. Dünyada ise İngilizler ve Fransızlar arasında sömürge ülkeleri için yapılan savaşın sonuçları ortaya çıkmaya başlıyor; Amerika’nın kuruluşu, Fransız ihtilali… Bu kelebek etkisi durumu çok ilginç geliyor bana. Birbirinden kilometrelerce uzak iki yerdeki savaş bir şekilde birbirlerini etkileyebiliyor. İnsanlar arasında da bu böyle; hiç tanımadığınız birinin yaptığı bir hareket ya da aldığı bir karar bir başkasının hayatında ufak ya da büyük değişikliklere sebep olabiliyor. Şehzade Yangını da böyle bir proje; birbirlerinin hayatlarında figüran olan karakterlerin hikâyesi. Birinci kitap Galata ve çevresinde geçiyor ancak seri ilerledikçe hikâye başka yerlere ve başka karakterlere sıçrayarak devam ediyor. Tabii şunu da belirtmekte fayda var; bu belgesel bir iş değil. Tarihteki bu olayları kurmaca bir hikâye içine yedirerek yazdım.

İki kabadayı demişken adları, sanları nedir bu kabadayıların, onlardan biraz daha bahsedebilir misin? Sence neden okuyucunun ilgisini çekecekler?
Kabadayıların adları Kadırgalı Kör Emin ve Tahir, bağlı oldukları paşaların rekabetleri yüzünden iki ayrı kutupta duruyorlar. Aralarındaki kişisel husumet ise hileli bir horoz dövüşüyle başlıyor. Emin, daha kendi hâlinde, etliye sütlüye pek bulaşmayan bir adam, Tahir ise kumar işinde olan, hırslı bir karakter… Kabadayıların, bana ilginç gelen yanları öldüresiye birbirlerinden nefret ederken bile karşısındaki hasmına karşı derin bir saygı duymaları. Racon olarak belirledikleri kurallara da ölümüne sadık olmaları. Karakterleri yazmadan önce olabildiğince o zamana ait anıları okuyarak gerçek bir kabadayı nasıl ise Kadırgalı Kör Emin ve Tahir’i de o şekilde kurgulamaya çalıştım. Karikatürize edilmiş (sokakta nara atan, sağa sola küfreden) kabadayılardan ziyade, gerçek kabadayıları göstermek istedim.

Hikâyenin hem yazanı hem çizeni olmak sana ne ifade ediyor? Birkaç yıla yayılan hazırlık sürecini nasıl etkiledi? Hem yazıp hem çizmenin zorlaştırıcı ya da kolaylaştırıcı yönlerini keşfediyor musun?
Açıkçası hikâyeyi yazmadan önce yaptığım araştırma sırasında çok zorlandım. Maalesef hem yazılı hem de görsel dünya için çok fazla kaynak yok. Bu yüzden geniş bir tarihi (16-19. yüzyıllar) kapsayan araştırma yaptım ve 1768 yılını hissettirecek şekilde kitabı kurgulamaya çalıştım. Ama bu zor kısmı bile keyifliydi. Bazen bir kitap için günübirlik başka illerdeki üniversite kütüphanelerine bile gittim. Yüzlerce sayfa metin okuyup içinden hikâyemi zenginleştirecek bir satır bulmak, içi altın dolu sandık bulmak gibiydi. Görsel dünyası için de aynı şeyler geçerliydi; hem internette araştırma yaptım hem de kitapları karıştırdım. Bu konuda biraz daha şanslıydım, çizimlere başlamadan önce tam da anlattığım döneme dair farklı yayınevlerinden kostüm kitapları çıktı. Bu sayede illüstrasyonları yaparken olabildiğince zengin bir elbise çeşitliliği oldu, derinliği olan sahneler çizebildim. Hem yazıp hem de çizmenin faydası ise ekip şeklinde çalışılırken yaşanan fikir ayrılıkları ve çatışmaları çok fazla yaşamamak. Bu da zaman ve enerji kaybının önüne geçmenizi sağlıyor. Ama aynı şekilde her şeyin kararını veren siz oluyorsunuz ve bazen gözden kaçan şeyler oluyor. Ama benim açımdan gayet olumluydu her şey. İçime sindiği gibi ve öncelikle kendimi tatmin ederek yaptığım bir proje başlangıcı oldu.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:39’a ulaşabilirsiniz.