Beden ötesinde yaşam: Başrol oyuncuları, "Altered Carbon"u anlatıyor

Netflix’in bu ay yayına giren yeni bilimkurgu serisi Altered Carbon, beden-bilinç  ilişkisininin tekilliği  ve ölümün kaçınılmazlığının bittiği bir gelecekte başlıyor. İngiliz yazar Richard K. Morgan’ın aynı isimli kitap serisinden uyarlanan dizi üç yüzyıl sonra bilinçlerin dijital olarak depolandığı ve ölüm sonrası başka bedenlere aktarıldığı bir gelecekte hayatlar uzadıkça insanlığın kaybolduğu, sınıf farklarının dipsizleştiği bir evreni aktarıyor.

Dizide Takeshi Kovacs, Laurens Bancroft ve Quellcrist Falconer karakterlerini canlandıran başrol oyuncuları Joel Kinnaman, James Purefoy ve Renée Elise Goldsberry ile karakterlerini, ölümsüzlüğü ve şiddeti konuştuk.

Altered Carbon
Joel Kinnaman

Karakterlerini nasıl yaratıyorsun, yürüme, hareket etme şekline, konuşmana, sesine nasıl karar veriyorsun?
Joel Kinnaman:
Ben metod aktörü olduğumu söyleyemem. Ancak aslında her rolün kendi metodu olduğuna inanıyorum. Bir role hazırlanırken hayalgücümün beni götürdüğü yerlere gitmeyi tercih ediyorum. Bu rol için zihinsel hazırlığın yanısıra ciddi bir fiziksel dönüşüm de gerekiyordu. Neredeyse altı ay boyunca günde 5-6 saat antrenman yapmam gerekti. Farklı dövüş sporu alanlarında eğitim aldım. Çevresinde olabilecek herşeye sürekli hazır olan birinin düşünce yapısına girmeye çalışıyordum. Bir de büyük, yırtıcı kedilerden ilham aldığımı söyleyebilirim. O rahat duruşlarının altında her an atılmaya hazır hallerinin Kovacs için biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyorum.

Dizi süresince  set dışında da karakterde kalıyor musun?
J.K: Dediğim gibi her rolün kendi süreci olduğunu düşünüyorum. Bu dizide benim kendime atadığım, rolümü canlandırmaktan başka büyük bir sorumluluğum daha vardı. Başrolün getirdiği liderlik rolünü üstlenmek istedim. Bunu daha önce tam anlamıyla yaptığımı söyleyemem ve benim için setin atmosferini belirlemek ve yaratmak önemliydi. Kendimin en iyi çalıştığı ortamı yaratmak istedim, bu da sıcakkanlılığın, cömertliğin, kibarlığın teşvik edildiği, egonun ön plana çıkmasına izin verilmediği, birbirini destekleyen insanların olduğu bir ortamdı. Suicide Squad’ın çekim sürecinde Will Smith’in başrol ve lider olarak yarattığı atmosfer beni çok etkiledi ve başrol olduğum bu projede onun izinden gitmek istedim. Bu yüzden Kovacs’in kötü ruh halinin sadece kamera önünde kalması gerekiyordu.

Kariyerindeki rollere bakarsak ortak olarak kompleks, problemli, karmaşık karakterlere eğildiğini görüyoruz. Bunun özel bir nedeni var mı?
J.K:
Hahaha, evet benim imzam bu. Ben çelişkili karakterleri oynamayı seviyorum. Bir şeylerle mücadele ettiği kadar kendisiyle de mücadele eden karakterleri. Ben de kendisiyle savaş veren biriyim. Hayatımın bazı dönemlerinde bu savaşı kazanıyorum, bazı dönemlerindeyse kaybediyorum.  Siyah-beyaz kahramanlar veya kötü karakterlerle pek ilgilenmiyorum. Hayatın kendisi gri bir skalada gerçekleşiyor. Bu yüzden kusurları olan, bazen şiddete başvuran, dışardan kötü gözüken ama içinde iyilik olan karakterleri oynamak bu yüzden hoşuma gidiyor.

Will Yun Lee ve Byron Mann de dizide Takeshi Kovacs karakterini başka bedenlerin içinde olan halleriyle canlandırıyor. Üçünüz hiç bu konuda konuştunuz, not değiştiniz mi?
J.K:
Pek değil aslına bakarsan. Dizinin akışında Kovacs karakterini ilk ben canlandırdığım için aslında ilk yapıyı da ben kurmuş oldum. Daha sonra Mann ve Lee’nin sırası geldiğinde aramızda bu konuda bir kaç konuşma oldu, bir kaç hareketi farklı bedenlerin arasında paralellik oluşması için kullandık, mesela arkaya kıvrılmış tek kol gibi.

Bİr de şundan bahsetmek isterim; Altered Carbon evrenine girmemle beraber yaptığım araştırmalar sırasında okuduğum tezlerden öğrendiğim bir şey bu,  nöroloji uzmanları beynin tüm vucüdu kontrol eden tek merkez olduğu varsayımına karşı çıkıyorlar. Vücudun da kendine ait bir bilinci, zekası olduğunu öne sürüyorlar. Ben buna inanıyorum. Örneğin Altered Carbon evreninde bilincin dijital olarak depolanması ve beden değiştirebilmesi kişinin sadece görünüşünü değil, her yeni bedenle beraber o bedenin de alışkanlıklarından, geçmişinden gelen değişiklikleri de beraberinde getiriyor. Bu fikri Altered Carbon evrenine uygulamak ve dizinin hikayesi üzerinden düşünmek epey değişik ve zihin açıcı bir deneyim oldu.

Altered Carbon

James Purefoy

James peki sen Laurens Bancroft karakterine nasıl hazırlandın? Ölümsüzlüğü kavramak, ölümlü düşüncenin ötesine geçmek nasıl  bir süreçti?
James Purefoy:  Pencereden dışarı bakarak epey zaman geçirdim. 🙂 Şaka bir yana gerçekten bu konu üzerinde epey düşündüm, ölümsüzlük kavramının ne olduğunu, avantajlarını, dejavantajlarını… Böyle bir hayatın ne demek olduğunu… 350 yılı geç, 3000, 5000 yaşında olmak ne demek, bunları düşündüm. Ve bunlar gerçekten aklımızın yetmediği, zor düşünceler. O yüzden aslında sonunda kendimi biraz karakter ve hikayenin kendisini  ile sınırladım.

Mesela Bancroft’un en sevdiğim özelliklerinden bir tanesi insanları okuyabilme ve manipüle etme yeteneği. En ufak bir el kol hareketinden ve yüzlerdeki mimiklerden insanların düşünce ve duygularını anlaması… Bu tarz bir karakteri oynama fikri beni heyecanlandırıyordu. Kovacs ile ilk karşılaştırdıkları sahnede de Bancroft’un zekası ve manipülatifliği ortaya çıkıyor. Bancroft’un 250 yıldır uyduktan sonra tanımadığı bir bedende canlanan bu kızgın ve sert karakteri ikna ediş şekli etkileyiciydi ve ben de karakteri bu karizma etrafında şekillendirdim diyebilirim.

Dizinin evreninde gördüğümüz teknolojik gelişmeler, en azından kavramsal olarak günümüzde yaşayan birine çok uzak gelmiyorlar. Ve bir yandan bu gelişmelerin yakın olması düşüncesinin kendisi epey korkutucu… Teknolojinin yarattığı dönüşüm konusunda ne düşünüyorsunuz?
J.K:
Daha önce hiçbir dönemde teknolojik gelişmeler günümüzdeki kadar hızlanmamıştı. Bu anlamda 150 yıl sonra nasıl bir dünyada yaşayacağımızı düşünmek zor, çünkü geçtiğimiz 50 seneye bile baktığımızda ortaya çıkan gelişmeler ve bu gelişmelerin hayatımızda yarattığı dönüşüm akıl almayacak kadar hızlı. Aslına bakarsan Altered Carbon evreninin teknoloji ve evrimin toplumu ne kadar dönüştürdüğünü aktarmak konusunda biraz muhafazakar kaldığını bile düşünüyorum.

Eğer sizin beden değiştirerek daha uzun yaşama şansınız olsaydı, yapar mıydınız?
J.K:
Yani… evet! Bu soruya dürüstçe hayır demek o kadar zor ki. Zaten problem de burada. Yani dizinin öne sürdüğü tezi kabul ediyorum,  eğer ölümlülüğümüzü kaybedersek bizi insan yapan özümüzü de kaybediyoruz, buna inanıyorum. Hayatı güzel ve bizi mütevazi kılan herneyse, bu öleceğimiz gerçeğiyle bağlantılı. Ancak bana bir hayat daha yaşama fırsatını sunsanız, buna hayır demek çok zor olurdu.

J.P: Bence hayat bir cehennem olurdu. Ancak bu şans sadece bana verilecekse, o zaman tamam. 🙂 Dünyada çok kötü insanlar var ve böyle bir teknolojinin onların eline geçmesi asla istemeyeceğimiz bir şey. Örneğin bazı başkanların sonsuza kadar yaşaması fikri beni inanılmaz korkutuyor.

Altered Carbon

Renée Elise Goldsberry

Ölümsüzlüğün bizi yozlaştıracağı düşüncesine katılıyor musunuz?
Renée Elise Goldsberry:
Kesinlikle. Dizinin tezi de bu zaten ve ben bu argümana yüzde yüz katılıyorum. Sonsuza kadar yaşamak insanlığın sonu olarak. Benim dizide canlandırdığım karakter açısından da epey önemli bir düşünce bu, çünkü ölümsüzlük onun icadı. Ne yazık ki yarattığı tehlikenin farkına ancak sonrasında varabiliyor ve bu nedenle bu konuda en kuvvetli mücadele de ondan geliyor.

Dizideki şiddet dozu epey yüksek. Hatta kimileri fazla yüksek bulabilir, bu konuda ne düşünüyorsun?
J.K:
Bizim ortaya koyduğumuz gelecek şiddetin normalleştiği bir gelecek. Aynı zamanda şunu da unutmamak lazım, Altered Carbon evreninde vücut şuanki önemine sahip değil, kutsallığını yitirmiş ve gözden çıkarılabilecek, değiştirilebilecek bir konumda. Bir ürün gibi. Vücudun önemsizliği Altered Carbon evreninin temel unsurlarından bir tanesi ve dizideki şiddet kullanımı bu düşüncenin altını çiziyor.

J.P:  Şiddet Eski Yunan trajedyalarından bu yana dramanın bir parçası. Çünkü drama çatışma demek, bu çatışma bir konuşma da olabilir, surata inen bir yumruk da. Çatışma olmadan drama yaratamak imkansız.

R.E. G: Eğer içinde yer almasaydım bu şovu açıp izler miydim, bunun cevabı benim için önemliydi. Ve izlediğimde rahatladım, çünkü kullanılan şiddetin bir amacı var, sadece yüzeysel bir estetik değil. Pek çok zaman şiddet bir alıcısı olduğu için pazarlanan bir eğlence ürünü olarak sunuluyor, insanlar şiddet üzerinden kar üretmek istiyorlar. Ancak Altered Carbon için bunun doğru olduğunu düşünmüyorum.

Takeshi Kovacs vs Laurens Bancroft arasındaki ilişkiden biraz bahsedebilir misin? Bu ikili ilk karşılaştıklarından itibaren Bancroft’un Kovacs’ın nefret ettiği tüm düşünce ve değerleri temsil ettiğini hemen anlayabiliyoruz. Ancak ikisinin arasında pozitif duygulardan, hatta saygıdan bahsedebilir miyiz?
J.K:
Kesinlikle. Zaten ikisinin arasındaki ilişkiyi ilgi çekici yapan da bu. Ben Bancroft’un karakterinin yazıldığı şekli çok seviyorum. Başlangıçta onu bu süper-zengin ve süper-kötü karakter zannediyoruz. Ancak zaman geçtikçe aslınd aBancroft’un da zayıflıkları ve daha da önemlisi bir ahlaki pusulası olduğunu görüyoruz. Bu kadar uzun zamandır yaşıyor olmak onu sapkınlaştırmış olsa da aslında derinlerde bir yerlerde bir şeylere değer verdiğini görebiliyoruz. Bu Kovacs’da saygı uyandıran bir özellikve ikisinin ilişkisini bir anlamda katmanlı bir yapı haline getiriyor diyebilirim.

Pek çok yönetmen ve yazar Netflix ile çalışmanın getirdiği özgürlükten bahsediyor. Peki oyuncular için nasıl bir deneyim Netflix yapımında yer almak?
R.E.G:
Benim için bir hayalin gerçekleşmesi oldu diyebilirim.

J.P: Onları hiç bir zaman farketmiyorsun. Ve bu olabilecek en iyi senaryo. Ne yapmak istiyorsan yapmana izin veriyorlar, ensende soluyan yapımcılar ve stüdyo çalışanları olmuyor. Sadece oyuncular, yönetmen ve şovu yürütenler var.

R.E.G: Ben Skydance [diziyi üreten yapım şirketi] için de aynı şeyi düşünüyorum. Yani sürekli bir destek var ancak bu destek tüm kararlara karışan, kararlrı bir kuruldan geçiren bir şekle sahip değil. Bu yüzden de hikayenin kendisi kazandı.

https://www.youtube.com/watch?v=dhFM8akm9a4