Belgesel fotoğrafçılığının dingin hâli: Sarker Protick

Bangladeşli fotoğrafçı Sarker Protick, hakkında bir şeyler söylenmesi gerektiğini düşündüğü mevzuları oldukça samimi ve dingin fotoğraflarla belgeliyor. Sanatçının üç ana fotoğraf serisinden What Remains, Protick’in kendi büyük ebeveynlerinin durağan hayatlarını şiirsel bir şekilde gözler önüne sererken, bir diğer serisi Of River and Lost Hands, Padma Nehri kıyısında yok olan yaşam alanlarını konu alıyor. Bir başka serisi Love Me or Leave Me de film sektörünün parodisi niteliğinde.

Röp: Ege Yorulmaz

Üç ana fotoğraf serinden (What Remains, Love Me or Kill Me ve Of River and Lost Hands) her biri bambaşka konulara kendi dilinde referans veriyor. Bize biraz tüm bu fotoğraf serüveninin nasıl başladığından bahsedebilir misin? Fotoğraf çekmeye telefon kamerasıyla başladım. O zaman fotoğraf çekmeye ya da fotoğraf tarihine dair hiçbir fikrim yoktu. Daha sonra benim fotoğrafa olan merakımı gören amcam bir fotoğraf okulu önerdi. O dönemde lisansımı yeni bitirmiştim ve Pathshala Fotoğraf Okulu’na kaydoldum. Orada geçirdiğim ilk iki yılda hâlâ fotoğraflarla ne yapacağımı bilmiyordum. Ancak 2011’de ciddi ciddi fotoğrafa gönül verdim ve kendi tarzım o zaman oluşmaya başladı.

Çok iyi bir gözlem sonucunda çekildiği, büyükanne ve büyükbabanın durağan hayatından oldukça dingin ve gerçeküstü fotoğraflar olduğu için What Remains’in gönlünde ayrı bir yeri olduğunu düşünüyorum. O serinin hikâyesi nedir? Nasıl başladın o fotoğrafları çekmeye? Büyükanne ve büyükbabamı hep ziyaret ediyordum ama hiçbir zaman çok vakit geçirmiyorduk. Birlikte yapabileceğimiz ya da konuşabileceğimiz çok şey yok gibi geliyordu. Birlikte daha fazla vakit geçirebilmek için fotoğraflarını çekmeye başladım. Onlar da çok mutlu oldular çünkü hayatlarında olup biten tek heyecanlı şey o fotoğraflardı. Ben de devam ettim ve seri yavaş yavaş bugünkü hâline geldi. 

Kendileri fotoğraflarının dünya çapında pek çok yerde yayınlandığını biliyorlar mı? Bu konuyla ilgili ne düşünüyorlar? Büyükannemi kaybettiğimiz için, o fotoğrafların yayınladığını çok fazla göremedi. Ama büyükbabam fotoğrafların yayınlandığını hem gördü hem de serinin bir sergisine katıldı. Gerçekten çok mutlu oldu ve gurur duydu.

Bu seriyi yapmak, hem ailen hem de işlerinle ilişkini nasıl etkiledi? Çocukluğumda onlara çok yakın olsam da, büyüdükçe okul ve arkadaşlar hayatımın daha büyük bir kısmını kaplar oldu. Bir yandan da onlar da hem yaşlanıyor hem de sağlıkları kötüye gidiyordu. Aramızda bir çeşit bir mesafe vardı ama fotoğraflarını çekmeye başlayınca onlarla da tekrar yakınlaşmış oldum, ki benim için bu fotoğraf serisinin en büyük avantajı buldu. Bir yandan da bu seriyi hazırlamak, hikâyeler anlatan fotoğraflar çekmek istediğimi anlamama yardımcı oldu.

Love Me or Kill Me serisi, Dhaka sinema sektörüne referans veriyor. Bize biraz genel olarak sinema sektörünün Bangladeş’te nasıl işlediğine dair bilgi verebilir misin? Senin fotoğrafların nasıl bir referans veriyor? Bu seriyi yapmaktaki motivasyonun ve amacın nedir? Merkezi Dhaka’da olan ve Dhallywood diye de bilinen Bangladeş film sektörü 1956’dan beri aktif aslında. Yüksek gelirli kesimler Dhallywood filmlerindense artık yabancı filmleri tercih eder oldu. Aynı zamanda Bollywood’un Bangladeş’te giderek daha popüler olmasının da yerel sinema üzerinde olumsuz etkileri oldu. Oysa ki Dhallywood hâlâ yılda yaklaşık 100 tane film üretiyor ve hiçbir zaman sinemaseverlerin desteğini almıyor. Love Me or Kill Me bir Dhallywood filminin ismi. Bence bu isim Dhallywood tarzını tanımlayan aşırı duyguları anlatmakta oldukça başarılı. Dhallywood filmlerinin temelinde aşk ve intikam duyguları var. Hikâye çok da fazla değişmiyor zaten. Genelde bir erkek bir kadına âşık oluyor, sonra kötü adam kadını elinden alıyor ve iyi kahraman onun uğruna savaşıyor… Bazen belirli olaylar ya da detaylar oldukça garip olabiliyor ama genelde hep birbirine benzeyen bir zirvesi var ve hepsi mutlu sonla bitiyor. Herkes bu yapıya bayılıyor. 

Ben Dhaka’da çocukken, kablolu televizyon falan yoktu. Sadece ulusal kanal vardı. Bangla filmleri bizim en büyük eğlencemizdi. Sonra başka filmler ve televizyon kanalları yerini almaya başladı. Dhallywood filmleri yeterince havalı olmamaya başladı, yavaş yavaş onları hayatımızdan çıkardık. Dhaka’da başka bir seri için fotoğraf çekerken Bangladesh Film Development Corporation’da bir film stüdyosunu ziyaret ettim ve renklerden, ışıktan, tüm atmosferden çok etkilendim. Kostümler oldukça şok edici, efektler oldukça ucuz ve renkler oldukça cüretkârdı. Gerçek hayata pek bağlantısı yokmuş gibi görünüyor ama o an benim için çok fazla şey ifade etti.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:42’ye ulaşabilirsiniz.