“Belki de kimse bir yere gitmemiştir”: Bu Ülkeden Gitmek

Röportaj: Ekin Sanaç – İllüstrasyon: Mert Tugen

Türkiye’de son yıllarda yaşanan ve bu göç coğrafyasının önceki deneyimlerinden farklılaşan hareketliliği gidenlerin ve kalanların kişisel hikâyeleri üzerinden aktaran Bu Ülkeden Gitmek kitabı, Eylül ayında Metropolis Yayıncılık’tan yayımlandı. Kafamızda konuya ilişkin yepyeni düşünme alanları açan kitapla ilgili sorularımız için söz yazarlar Gözde Kazaz ve H. İlksen Mavituna’da.

Herhalde ülkedeki sıkışmışlık hissinin dokunmadığı pek kimse kalmadı. Son yıllarda ülkeden ayrılma kararı veren Türkiyelilerin çeşitli istatistiklerini merakla takip etsek de galiba gidenlerin neden gittiğini, kalanların neden kalmayı tercih ettiğini kavrayışımız bu takip ettiğimiz rakamlar kadar net hiç değil. Gözde Kazaz ve H. İlksen Mavituna’nın hazırladığı Bu Ülkeden Gitmek: Yeni Türkiye’nin Göç İklimini Buradakiler ve Oradakiler Anlatıyor adlı çalışma, Türkiye’de son yıllarda yaşanan ve toplumun geniş kesimlerine kıyasla avantajlı konumda olanların, yaşamsal bir tehditle yüz yüze kalmamış olsalar da ya da onları gittikleri yerde hazır bekleyen fırsatlar bulunmasa da neden gitmek zorunda hissettiklerini araştırmaya; bu hareketliliğin öncekilerden nasıl farklılaştığını anlamaya çalışıyor.

Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku programında yüksek lisans öğrenimini sürdüren Gözde Kazaz, Açık Radyo’da program yapımcısı ve Agos gazetesinde editör ve muhabir olarak çalıştı. H. İlksen Mavituna ise 2005 yılından bu yana Açık Radyo bünyesinde ve günlük kültür ve sanat yayını Açık Dergi’yi hazırlıyor. İkisi de İletişim Yayınları tarafından 2015’te basılan Polis Destan Yazdı: Gezi’den Şiddet Tanıklıkları kitabının yazarlarından. Gözde ve İlksen bu yeni çalışmalarında, genellemeler yapmak, somut veriler ortaya koymak ya da son söz söylemekten imtina ettiklerinin altını ısrarla çiziyorlar. Prof. Dr. İbrahim Sirkeci’nin göç olgusunu dünya ölçeğinde konumlandıran sunuşuyla açılan kitap, görüşmecilerin birbirine farklı şekillerde bağlanan hikâyelerinin ardından Konda Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır’la yapılan söyleşi aracılığıyla okuduklarımızı “nereden gelindi ve nerelere gidilebilir” bağlamında derinleştiriyor.

Kitaptaki hikayelerin (gitse de kalsa da) zaman zaman yalnızlık ve umutsuzluk hissine kapılanlara farklı kapılar ve yeni düşünme alanları açacağı bizce aşikâr. Hatta gidenler ve kalanların birbirlerini daha iyi anlamaya çalışmasına teşvik etme ihtimali bile var. Tüm diğer sorular için söz yazarlarda.

BUG-kapak

“Bu Ülkeden Gitmek” çalışması en başından itibaren, bugün elimizde tuttuğumuz bu kitap formatında mı tasarlanmıştı? Yoksa başta düşündüğünüzden farklı gelişen şeyler oldu mu? Kısaca ilk günden tamamlanana kadarki süreci biraz bu bağlamda aktarabilir misiniz?

Gözde: En başından beri bir kitap olarak düşündük bu çalışmayı, zira Metropolis Yayınevi’nden arkadaşlarımızın fikriyle yola çıktık. Yeni Türkiye’nin göç ikliminin dinamiklerini anlamaya çalışırken kimlerle konuşmamız gerektiğine dair fikirlerimizi kategorize ettik; yurtdışına gidenler, kalmaya karar verenler ve dışarıdan bir gözle Türkiye’nin son yıllardaki değişimini anlamlandırmak amacıyla yurtdışından gelip burada yaşayanlar olmak üzere üç grupla çalışacaktık. Görüşmecileri bulup mülakatlara başladıkça gidenler ve kalanlar üzerinde yoğunlaştık; Türkiye’de yaşayan “yabancı”lar kısmı terazide biraz daha hafif kaldı; fakat onların da epey değerli gözlemleri olduğu için kitapta yer almalarını istedik. Başlarken format konusunda da kafamızda belirli bir şablon yoktu; en başta herkesin hikâyesinin ayrı ayrı yer alacağını öngörmüştük. Fakat mülakatlar sırasında hikâyelerin bir şekilde birbirine ilişkiye girdiğini gördüğümüz için bu hikâyeleri birbirlerine bağlamak daha heyecan verici geldi. Neticede anlatıları içerik analizine tabi tutup bazı kilit kavramlar üzerinden yorumlamış olduk.

Görüşmecilerin hikâyelerini bir araya getirirken sizin için birbirinden ayrışan duygu ve durumlar mı birbiriyle ortaklaşan duygu ve durumlar mı daha belirleyici oldu?

G: Kendi adıma ikisi de belirleyiciydi diyebilirim; ya da tersten okursak ikisi de belirleyici değildi. Buna niyet etmemiş olsak da zıtlıklar ve benzerlikler arasında bir çeşit bir denge oluştu. Örneğin görüşmecilerimiz “memleket tahayyülleri” ya da “gidiş motivasyonları” bölümünde çok benzer duygulardan, benzer bıkkınlıklardan ve çıkışsızlık hislerinden bahsettiler. Fakat bu hisler bazı insanların gitmesine neden olurken bazılarının kalmasına neden olmuş. Öte yandan, özellikle yurtdışındaki yeni yaşamın anlatıldığı üçüncü bölümde kişilerin aynı ülkede yaşamalarına rağmen farklı deneyimlere sahip olmaları, göçmenlik deneyiminin aslında nasıl kişiye özgü olduğuna da gösteriyor.

İ: Evet, aslında kitap ortak bir duygudan yola çıkıyor. Yani elimizdeki ilk veri, ilginç bir şekilde pek çoğumuzun ülkeden gitmeye ilişkin bir fikrinin olduğu gerçeğiydi. Yani burada bir duygu ortaklığı var. Bir tür hayal kırıklığı ve endişe. İşte esas mesele ülkeye ilişkin bu ortaklaşa denilebilecek duygu durumuyla kişilerin nasıl başa çıktığı. Kimi bu duyguların ağırlığıyla küskünlüğe ve umutsuzluğa vararak çoktan göçmüş ya da göçmeye karar vermiş. Kimisi ise endişenin haklı olduğunu teslim etmekle beraber, kendi kişisel stratejisini kalıp daha iyisini yapmakta ya da denemeye devam etmekte buluyor. Yani ortaklaşılan bir duygu var evet, kitabın ruhu zaten buradan kaynaklı ama bu duygu durumunun kişilerce neye dönüştürüldüğü, hangi pozisyonlara yol açtığı kitabın içeriğinde gizli zaten. Çalışmanın en nihayetinde bir tür iç dökmeye yakın çoğul diyaloglar barındırdığını söyleyebiliriz.

Kitabın ismine nasıl karar verdiniz?

G: Kitabın ismi, şaşırtıcı olmasa gerek, en çok kafa yorduğumuz mevzulardan biri oldu. Pek çok öneri havada uçuştu, neticede derdimizi anlatan sade bir başlıkta karar kıldık.

İlksen: Evet, sade bir başlık en doğrusu olacaktı. Zira ülkeden giden ya da gitmeye karar verenler toplumun çok çeşitli katmanlardan oluştuğunu anlatmaya da gayret eden bu çalışmanın çok toparlayıcı ya da indirgemeci bir başlıkla çıkması uygun olmayacaktı. Bu Ülkeden Gitmek başlığının somutluğu bu açıdan bizi rahatlattı. Bir dönem kullanılan seküler göç tabiri mesela, çok vaatkâr bir tabir olmakla beraber yine de olguyu tüketmiyor. Biz de giden görüşmecilerimizde sıkça gördüğümüz sitem tonunu da barındıran bu başlığı doğru bulduk. Bir de tabii altbaşlık var: “Türkiye’nin Göç İklimini Oradakiler ve Buradakiler Anlatıyor”. Göç fikrinin yaygınlığını anlatmak için iklim terimini de özellikle kullanmak istedik.

Üç farklı gruptan toplam 27 kişiyle görüşmeler yaptınız. Görüşmecileri belirlerken demografik özellikler bir yana hikâyelerine büyük önem verdiğinizi vurguluyorsunuz. Bireysel hikâyeler bu çalışma için zaten temel teşkil ediyor. Türkiye’yi daha iyi anlamak için neden bireysel hikâyelere bakılmalıydı sizce?  

G: Özellikle son yıllarda yaşanan göç hareketliliğini odağa aldığımız için, Amerika’yı yeniden keşfetmeyeceğimizi biliyorduk. Son birkaç yıldır bu konuda çokça yazılıp çizildi, pek çok haber dosyası yapıldı. Fakat bu haberler genelde bazı istatistikler, en iyi ihtimalle de gitmiş birkaç kişiyle yapılmış mülakatlardan oluşuyordu. Halbuki göç ve göçün neden olduğu şartlar, sadece gitme eyleminden ibaret değil. Bu şartları hazırlayan, birike birike bu eyleme neden olan birçok etmen var. Bu etmenleri kişilerin hayat hikâyelerini dinlemeden anlayamazdık. Sanırım çalışmamızı farklı kılan, sadece göçten ibaret olmayan bu hikâyeler oldu.

İ: Evet, göçün sadece istatistiklerden ibaret olmadığını ve olamayacağını da anlatmak istedik. Göçenler (ya da göçemeyenler) bu ülkede bugüne dek yaşantıları olmuş, hikâyeleri burada köklenen tek tek insanlar. Ülkeden gidişlerin bugün siyasi bir mahiyet taşıdığını inkâr etmek mümkün değil tabii. Ama ülkede yaşayanların deneyimleri de hali hazırda var olan siyasal cephelere başvurarak anlaşılabilir de değil. Şu an yaşanan göçün adını koymanın zorluğu da bundan kaynaklanıyor. Her kesimden gitmek isteyen var. Dolayısıyla burada klişelerden ve kısa yollardan kaçınmanın bir yolunu bulmak gerekiyordu. Bu yollardan birisi de göçe ya da bu ülkeden gitmeye dair çok sayıda bireysel anlatıyı ve hikâyeyi kayıt altına alıp, yitip gidene dair daha insani bir resim çizmek idi.

Konu üzerine yapılmış olan haber dosyaları demişken… Kitapta “gidenlerin” anlatılarında Avrupa basınının Türkiye’ye dair yarattığı algının da bahsi geçiyor. Bu göç hareketliliğine dair bugüne kadar dış basında yapılan haber çalışmalarını nasıl değerlendirirsiniz?

İ: Bence iki ana eğilimden bahsedilebilir. Birisi Türkiye’nin iyiden iyiye istikrarsızlaştığına dair algının beslediği bir ayrıştırıcı eğilim. Aslında Avrupa’nın kendi kimliğinde tesis etmeye çalıştığı özelliklerin bir tür tezatını kendi dışında arayıp bulma patterni çok da yeni değil. Lakin işte son yıllarda Türkiye, Avrupalılık lensinden bir tür antiteze de dönüştü. Yaşanan şiddet vakaları, yolsuzluk skandalları, tekrarlanan seçimlerle, demokrasinin kendisinin olmasa da idealinin bir tür karşı örneği. Avrupa basınında bunu suistimal etmeye yönelik ve ülkeyle ülkede yaşayanları tektipleştirmeye yönelik bir eğilim bu. Görüşmecilerimizden birinin (Fransa’da yaşıyor) bulunduğu meclislerde Türkiye yönetimiyle ilgili sorulara cevap vermekten bıktığını söylediği geliyor aklıma.

Şimdi bunun yanı sıra bir de yeni bir yönelim ve eğilim tespit edeceksek, 2013 yazı ve sonrasını da zikretmek gerek. Türkiye’nin Gezi Parkı deneyimi Batı medyasında o günden bu yana büyük yankılar yarattı ve yaratmakta. Ülkeye o güne kadar belli bir mesafede ve üstelik aynılaştıran bir bakışla bakan çeşitli mecralar, Türkiye’deki özgürleşme potansiyeline 2013 itibariyle aydı. Bu bakışın altında da tabii bir ayrıştırmacılık eğilimi var. Yani bize, Türkiyelilere bahşedilen bir tür paye söz konusu: siz de aslında özgürlük talep ediyormuşsunuz gibisinden. Bu minvalde Türkiye’de özgürlük talep eden kesimin ülkeden kaçması Avrupa basını için tabii ki oldukça iyi bir malzeme.

G: Dış basında göç hareketliliğine ilişkin çalışmalardan öte dış basında göçün birebir etkisini görmek daha enteresan bence. Almanya’da yayın yapan “taz” isimli gazete, Türkiye’deki gündemi takip etmek amacıyla Türkçe bir yan haber sitesi açtı örneğin. Bu siteye yazıp çizenler de çoğunlukla Türkiye’den Almanya’ya göç eden gazeteciler. Yine Almanya’da buradan gidenler tarafından birkaç tane Türkçe haber sitesi kuruldu. Bu açıdan özellikle bazı ülkelerde konuşlanmış bir “diaspora medyası”ndan bahsetmek mümkün. Bu, yaşanan göçün boyutunun en bariz göstergelerinden biri.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:65’e ulaşabilirsiniz.