“Bu kitabı hakikaten polis yazdı”: Geleceğe kalacak bir Gezi direnişi hafızası

İletişim Yayınları aracılığıyla geçtiğimiz ay yayınlanan, Gezi direnişi esnasında polis şiddetine maruz kalanların tanıklıklarını bir araya getiren Polis Destan Yazdı – Gezi’den Şiddet Tanıklıkları kitabının ekibiyle konuştuk.

Röp: 13melek, Neyir Özdemir – İllüstrasyon: Vardal Caniş Su

Gezi direnişi esnasında, TTB raporuna göre, 8 bin 163 kişi yaralandı, biri polis yedi kişi hayatını kaybetti. Şiddete maruz kalanların yüz yüze görüşmelerde aktardıkları, geçtiğimiz ay Polis Destan Yazdı – Gezi’den Şiddet Tanıklıkları ismiyle kitaplaştırıldı. Polis şiddetinin içeriğini ve sebeplerini, cezasızlık mevhumunu ve şiddet görenlerin yaşadığı psikolojik travmaları Deniz Koloğlu, Didem Gençtürk ve Saner Şen’in de bulunduğu beş kişilik ekipten Gözde Kazaz ve H. İlksen Mavituna’yla konuştuk.

Gezi direnişinde şiddet görenlerin tanıklıklarını söyleşilerle derleme fikri nasıl ortaya çıktı?
İlksen Mavituna: Derlemenin fikri ilk olarak “Gezi’nin bir parçası nasıl olunur” sorusuna verilen birçok cevaptan biri olarak çıktı, Gezi’nin gözle görülür hâlinin kitlelerce bilinmiyor olmasından kaynaklı bir kaygımız mevcuttu. Önümüzde medya tarafından tamamen karartılan bir direnişin kaydedilmesi gibi bir hat vardı ve bunu takip ettik. Mevcut kolektif hâlin hem bir parçası olup hem de bir katkı sunabileceğimizi düşündük ve farklı bağımsız medya mecralarından gelen vatandaşlar olarak hikâye toplama kararı aldık.

Gözde Kazaz: O dönem aramızda bulunan kişilerden biri bir medya grubu kurmaya dönük toplu bir e-mail attı. Bu medya grubu sonra çok genişledi, bahçecilik gibi fikirlerin çıktığı ve her hafta bir toplantının yapıldığı bir proje grubu oldu. Bu kitap da oradan çıkan bir fikir. Bugün bu projenin neden yapıldığı sorusunu cevaplamak gerekirse Gezi’nin içinde olmaktan ziyade geleceğe kalacak bir hafıza için yaptığımızı düşünüyorum. Kitapta yer alan insanların birçoğunu biliyorduk ama beş sene sonra kimin neyi hatırlayacağını bilmiyoruz. Kitabın bir amacı da bu hatırlatma.

Söyleşileri yaparken nasıl bir yöntem kullandınız?
GK: Yöntemimizin çok akademik olduğunu söyleyemeyiz. Başlarken insanların anlattıklarına müdahale etmeyeceğimizi biliyorduk, sadece yaşanılanı öğrenmeyi ve odakta her boyutuyla şiddetin olmasını istedik. Birtakım sorular belirledik, bu konuda çok daha fazla deneyimi olan insanlara da danıştık. Belki hepimiz medyadayız, söyleşi yapmayı biliyoruz ama bu daha farklı bir şey. Ayşe Çavdar’dan ve Tarih Vakfı’ndan Gülay Kayacan’dan destek aldık. İlk başta sözlü tarih çalışması yapacağımızı düşünüyorduk ancak Rauf Kösemen bunun bir sözlü tarih çalışması olmadığını söyledi. Yaptığımız şeyin ne olduğunu yaparken anladık diyebiliriz.

İM: Sözlü tarih meseleye daha profesyonel ve mesafeli yaklaşmayı, çapraz sorgulama yöntemleri ile doğrulamayı hedefleyen bir disiplin. Biz ise insanların beyanını doğru kabul ettik. Her hikâye kendi içinde bir bütünlük arz ediyor, bunu mümkün olduğunca bozmamaya çalıştık ama bir takım maddi hatalar olmaması için ufak teyit çabalarımız da oldu. En nihayetinde bunun bir sivil belgeleme çalışması olduğunu söyleyebiliriz. İlk fikir ortaya çıktığında aldığımız tavsiyelerden biri kendimize Gezi’nin içinden çıkmamız için biraz zaman vermemizdi. Sokakta belli eylemlerin dışında çok hareketlilik olmayana ve biz de belli bir mesafe alana kadar bekledik, bu iki-üç ay kadar sürdü.

Ortak soru setinizde ne tip sorular vardı?
GK: Dokuz tane soru sorduk, bunları dört bölüme ayırabiliriz. İlk olarak nasıl biri olduklarını anlamak istedik. Aile hayatı, nerede yaşadıkları, nasıl bir eğitimden geçtikleri, örgütlülükleri. Bu kısmı çok açık bıraktık, bazısı sadece “Örgütlüyüm” deyip geçti, bazısı Dersim’de yaşadığı bir hikâyeyi anlattı. İkinci bölümde Gezi’yi nasıl ve hangi mecradan duyduklarını ve Gezi’de neler görüp yaşadıklarını sorduk. Üçüncü bölüm gözaltı ve polis şiddetine dair. Son bölümde ise şimdi ne hissettiklerine ve bugünden bakınca Gezi’yi nasıl gördüklerine dair sorular var. Söyleşiler uzun bir zamana yayıldı, Ekim 2013’te başladık, son söyleşi kitabın basılmasından iki ay önce gerçekleşti. İnsanların Gezi’ye bakış açısının söyleşi yaptığımız dönemdeki güncel gelişmeler üzerinden algılandığını not düşmeliyiz. Örneğin 17 Aralık süreci patladıktan ve üzerinden seçim geçtikten sonra herkeste bir umutsuzluk vardı. Bu tür değişimler önemliydi, o yüzden de kitapta her söyleşinin sonuna hangi ay ve hangi yıl yaptığımız bilgisini koyduk. Vakaların bazılarını öne çıkarmaktan kaçındık ve tanıklıkları olayların oluş zamanına göre sıraladık. Bu sebepten tanıklıklarda neredeyse sinematografik diyebileceğimiz bir paralellik ortaya çıktı. Mesela bir tanıklıkta polis otele giriyor, üst katlara kaçmış insanları balyozla duvarı kırarak alıyor. Hemen ardından gelen tanıklıkta o sırada aynı otelde lobide arkadan kelepçelenmiş biri yaşadıklarını anlatıyor.

İM: Tanıklıkların içinde büyük politik önermeler yok. Bunları koymaktan özellikle kaçındık çünkü politika özellikle Gezi’den geçen biri için heyecanlı bir şey ve bir yıl sonra geçersizleşecek ifadeleri mümkün olduğu kadar elemeye çalıştık. Ama kitaba tekrar baktığımda söyleşilerde yapılan öngörülerin bir kısmının gerçekleşmiş olduğunu görüyorum. Mesela bir gazeteci cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmadan önceki bir mülakatta, “AKP ilk seçimlerde belki iktidarını kaybetmeyecek ama sonrasında illa ki bir açılma olacak” diyor. O açıdan kitabın spekülatif taraflarında yeni anlamlar bulunabilecek bir politik yan da var. Kronolojiden bahsetmişken de şunu vurgulamalı, 4 Haziran ve 11 Haziran arası yaşanan hiçbir vaka yok kitapta. Bu, neyin nereden kaynaklandığını anlamak için çok açıklayıcı.

2167 POLISDESTANconv

Söyleşi yapılan kişilerin demografik bir resmini çekmek mümkün mü? Bu insanların Gezi’ye katılmış ve polis şiddeti görmüş olmaları dışında gözünüze çarpan ne tür ortak ya da farklı yanları var?
GK: Tabii ki kendimize öyle bir demografi çıkardık ama bu o kadar amatördü ki sanki bizim haddimize değil gibi geliyor. Vakaları yaş, cinsiyet, örgütlülük, medeni durum, ekonomik düzey ve yaşanılan yer üzerinden yaymaya çalıştık. Kitapta tanıklık yapanlar arasında örgütlü sayısı epey fazla ama bu bizim demografiyi yaymak için büyük çaba harcayacak kapasitemiz olmamasından kaynaklanıyor olabilir. Daha az sayıda kadına ulaşabildik, kitaba koymak için seçtiğimiz tanıklıklarla bu durumu dengelemeye çalıştık.

İM: Örgütlülük konusundaki dengesizliğin bir sebebi de bir örgütle belli bir yakınlıkta olan herhangi bir kimseye ulaşmanın her zaman daha kolay olması. Diğer türlüsünde insanların kendi alanlarına geri çekilme olasılıkları zamanla artıyor. Söyleşilere başlamadan önce biraz zaman vermemize rağmen örgütlerin iletişimi çok kuvvetliydi. Özellikle pratiğimizi yoğurduğumuz İstanbul’dan çıktığımız andan itibaren dımdızlak ortadaydık, o noktada örgütlerin bağlantıları çok yardımcı oldu. Bizi kendi sempatizanlarına da mahkûm etmediler hiçbir zaman, herkesin kendi olduğu yere dair resme hâkimiyeti de çok ilginçti.

Örgütlülük demişken konuştuklarınız Gezi öncesinde ne tip mücadelelerde bulunmuşlardı? Gezi sonrasında örgütlü olmaya karar verenler var mıydı?
GK: Ağırlıklı olarak sol örgütler diyebiliriz. Kürt hareketinden çok fazla insanla konuşmadık. TGB’li/ulusalcı kanattan kimseyle ya da taraftarlarla da konuşmadık. Ulaşamadığımızdan mı bilmiyorum, belki de çok zorlamadık, o bizim sorumluluğumuzdur. Kürt hareketiyle başlayıp sonra sol örgütlerle bir şekilde hemhâl olan ve sol cenahta devam eden insanlara da yer verdik. Şu anda aklıma gelmese de Gezi sonrasında örgütlü olanlar mutlaka vardır ama birkaç kişi örgütlü olduğu hâlde yaşadığı travmadan dolayı benim konuştuğum dönemde kendini hazır hissetmediği ya da yalnız hissettiği için, “Şu an hiçbir şey yapmak istemiyorum, sokağa çıkmaya gücüm yok” diyordu.

İM: Tabii yalnız kalmışken bir şekilde hareketin içindeki bir örgütün desteğini gördükten sonra örgüte yaslanmış ve onlarla mücadeleye devam eden insanlar da var. Mesela Alevi, sosyalist mücadele içerisinde bulunan ama HES’ler konusunda da büyük çabaları olan ya da şimdi kendi mahallesinde neredeyse gerillaya yakın bir savunma içerisinde bulunan bir profil de var.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:41’e ulaşabilirsiniz.