Değişebilen biçimler: EKİN FİL

1 Aralık akşamı Bant Mag. Havuz / Bina’da sahne alacak Ekin Fil ile bu sene yayınladığı son albümü Ghosts Inside ve üretim dinamikleri üzerine bir sohbet.

Röportaj: Ekin Sanaç – Fotoğraf: Erinç Güzel

Haziran sonunda Helen Scarsdale aracılığıyla yayınladığı son albümü Ghosts Inside ile dinleyeni kendi içinde, derinde, kuytu ve belki de hiç olmadığı kadar dingin bir yere davet eden İstanbullu müzisyen Ekin Fil, 10 Kasım’da ses kardeşi Grouper’ın küratörlüğünü üstlendiği programın konuğu olarak Le Guess Who? festivalinde sahne aldı. Ekin Fil’in shoegaze ve ambient etkileşimlerden yola çıkan ve pedallarından geçerek yankılanan yanık dünyasına buyurun.

Ghosts Inside albümünün yaratım ve kayıt sürecini senin için tanımlayan şeyleri biraz açabilir misin? Ekin Fil adına nasıl bir dönem, nelerle şekillenen bir süreç oldu?
Dürüst olmak gerekirse garip, daha da doğrusu kırılgan bir dönemdi. Hayatım genel akışına göre biraz daha hareketli, duygusal olarak da yoğundu. Ama tüm bu değişime rağmen de tuhaf bir durgunluk vardı. Bir sürü yeni hissin içinde biraz kaybolmuştum galiba. Ailece sağlık meseleleriyle mücadele ediyorduk. Kendi evimde pek kalmıyordum. Herkes üzgündü. Zaman ağırdı. Bu olay dışında dış dünyayla bağım epey bir zayıflamıştı. Ve daha pek çok şey…

Albümü önceki işlerinden farklılaştıran bir özelliğin de piyano ve klavyelerle sürükleniyor olması olduğu söylenebilir. Bu bir karar mıydı? Süreç içinde mi şekillendi? Ve albümü sana göre nasıl bir yere taşıdı?
Önceden alınmış bir karar değildi. Müzik çalıştığımda her zaman klavye kullanıyorum ama bu defa üzerine çok bir şey koymak bir yana, çoğu zaman sanki sadece ne çaldıysam onlar kalmalı gibi bir his ağır bastı sanırım. Daha direkt bir his geçirdi bana; basitti. Sessizdi. Albümü tam da o zamanki ruh hallerine göre bir yere taşıdı sanırım.

Müziğindeki soyutlama dozu şarkıların farklı yorumlara ve canlandırmalara açık olmasını sağlıyor gibi geliyor. Dinleyene bu anlamda alan açmak senin için önemli bir motivasyon mu?
Söylemek pek hoşuma gitmese de bu yapmaya uğraştığım bir şey biraz. Parçanın kendi içinde bir bütünlük kurmaya çalışırken o bahsettiğin boşluklar, dinleyen için de benim için de her defasında değişik bir biçime dönüşebilir diye düşünüyorum, daha doğrusu umuyorum diyeyim.

Ekin Fil müziği sanki bir anlamda kendi başınalığı da kutluyor. Konserlerinde nasıl bir durum söz konusu? Kendi dünyana mı gidiyorsun? Yoksa bulunduğun ortamla farklı bir ilişki mi kuruyorsun?
Çok heyecanlanıyorum aslında. Kendimi çok gösterdiğimi düşündüğüm için bazen utanıyorum da. Bazen de çok hissediyorum bir sürü şeyi ve hatta ağlayasım geliyor. Tabii bu hisleri o anki ortamlardan bağımsız düşünmek pek doğru olmaz herhalde. Belki de çok konser vermediğim için ben abartıyorumdur, bilemiyorum ama sonuç itibariyle her biri birbirinden farklı geçen zor ama çok da zevkli zamanlar diyeyim.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:60’a ulaşabilir, 1 Aralık’taki konserin detayları için de buraya tıklayabilirsiniz.