Her şeye rağmen dimdik: Derdo Ana ve Ceviz Ağacı

Bitlisli bir Ermeni kadın olan Derdo Ana’nın dinlenmeyi bekleyen öyküsünü konu edinen, İstanbul Film Festivali kapsamında izleyiciyle buluşmasının ardından En İyi Belgesel kategorisinde birinciliğe layık görülen Derdo Ana ve Ceviz Ağacı’nı, yönetmeni Serdar Önal ve filmin yapımcısı Nagehan Uskan’dan dinledik.

Röportaj: Yiğit Atılgan

Sinemayla uğraşmaya nasıl başladınız?

Serdar Önal: Normalde öğretmenim ama sinema yapma hayaliyle altı sene önce Trabzon’dan İstanbul’a gelip Marmara İletişim’de yüksek lisans yaptım. O dönem tam ne yapmak istediğimi bilmiyordum. 2012’de Feriköy’de otururken Afrikalıların oynadığı bir futbol turnuvasına denk geldim ve Türkiye’ye futbolcu olma hayaliyle gelmiş Nijeryalı bir gençle tanıştım. Bir yıl boyunca onun futbolcu olma çabasını çektim, uzun bir süreci takip ettiğim için 60 dakikalık bir belgesel oldu ve maalesef festivaller filmi almadı. O filmden sonra lise arkadaşım Ömer Çapoğlu ile Wong Kar Wai filmlerini çok seven bir Türk karakterin başından neler geçebileceği konusunda bir senaryo yazdık. 2014’te kurmaca bir film çektik, 2015’te katıldığımız çeşitli yurt içi ve yurt dışı festivallerden ödüller aldık. Akabinde Derdo Ana’nın hikâyesi çıktı karşıma.

Nagehan Uskan: Sinemayla uzun yıllardır iç içeyim. Üç yıldır devam eden, ortak kurucusu ve sanat yönetmeni olduğum Sessiz Sinema Günleri’ni düzenliyoruz, canlı müzikle restore edilmiş sessiz filmlerin bir araya geldiği bir festival. Aynı zamanda Documentarist Belgesel Günleri’nin ekibinde yer alıyorum. Bunun dışında sinema yazıları yazıyorum. Daha önce bir yapımcılık deneyimim yoktu, Serdar’ın verdiği cesaretle ve onun isteği üzerine projeye dahil oldum. Konu inanılmaz bir konuydu, Derdo Ana’yı daha tanımadan âşık oldum. Projenin her saniyesini heyecanlanarak yaşadım, çok güzel ve öğretici bir deneyimdi. Yıllar önce Ermeni masalları üzerine bir proje yapmak istemiştim ama tamamlayamamıştım. Derdo Ana ile bu yola girdim, çok çalışmak istediğim bir konuyu damarlarıma kadar hissettiğim bir dönem oldu.

“DERDO ANA’NIN HİKÂYESİ ACI BİR HİKÂYE ELBETTE AMA BİR YANDAN DA İNANILMAZ BİR DİRENİŞ HİKÂYESİ. DERDO’NUN HEM BİR ERMENİ HEM DE BİR KADIN OLARAK YAŞADIĞI ACI VERİCİ BİR OLAYA KARŞI NASIL DİMDİK DURDUĞUNU GÖRÜYORUZ…”

derdo

Derdo Ana’nın hikâyesini özetleyebilir misiniz?

SÖ: Derdo Ana, 1975’e kadar Bitlis’te sekiz çocuğu ve ailesiyle yaşamını devam ettiren, kimliğini korumuş Ermeni bir kadın. Derdo Ana evlendikten sonra babası ve kardeşi dahil köydeki birçok Ermeni baskılar yüzünden Müslümanlaşıyor, o ise evlendiği için Ermeni kimliğini koruyor. Hali vakti yerindeyken, bal petekleri, koyunları ve tarlalarıyla yaşarken kocasıyla köylüler arasında bir toprak çekememezliği oluyor ve tehditler almaya başlıyorlar. 1975’te Derdo Ana yayladayken kocası öldürülüyor, faili hâlâ belli değil. Tehditlerin devam etmesi ve kan davası korkusuyla dağlardan aşarak İstanbul’a kaçıyorlar, onlar gittikten sonra toprakları çalınıyor. Derdo Ana da toprakları geri almak için mahkemeye başvuruyor ve dokuz yıllık bir süreç sonrası davayı kazanıyor. Hiçbir çoluk çocuk İstanbul’dan köye gelmek istemiyor ama Derdo Ana köyden kopamıyor. Her yaz mutlaka köyüne gidip cevizlerin olmasını bekliyor ve onları toplayıp İstanbul’a geri dönüyor.

Bu öykünün sizin için kişisel önemi neydi?

SÖ: İstanbul’a gelene kadar hiç Ermeni tanıdığım olmamıştı. Şişli’de çalışırken Derdo Ana’nın torunu Mary’le tanıştım, o da benim gibi öğretmen. Bitlisli olduğunu öğrenince şaşırdım, Bitlis’te hâlâ Ermeniler olup olmadığını sorduğumda bana Derdo Ana’nın öyküsünü anlattı. Köyüne ve topraklarına olan bağlılığı, yaşadığı acılar beni çok etkiledi ve aklımın köşesine yerleşti. İki sene önce Ermenistan-Türkiye Sinema Platformu’na yapım desteği için başvurdum, oradan destek bulunca yola girmiş olduk. Çok vurucu bir hikâye, ilk kez bu kadar yakından şahit olduğum bir öyküydü. Derdo Ana’yı da tanımıyordum, destek için jüriye sunum yapmadan iki gün önce kendisiyle tanışmaya gittim, üç saat boyunca o anlattı, ben dinledim.

NU: Derdo Ana’nın hikâyesi şu açıdan da önemli. Serdar’ın dediği gibi anlatmaya çok açık bir insan, biz de mutlaka birbirimizin hikâyelerini sormalı ve dinlemeliyiz diye düşünüyoruz. Acı bir hikâye elbette ama bir yandan da inanılmaz bir direniş hikâyesi. Derdo’nun hem bir Ermeni hem de bir kadın olarak yaşadığı acı verici bir olaya karşı nasıl dimdik durduğunu görüyoruz. O anlamda da çok umut verici.

Kimliklerinden dolayı bu tür olaylar yaşayan insanlarda o acıları konuşmama, sonraki kuşaklara yansıtmama, kimliğin başa bela olmasından dolayı onu arka planda tutma gibi bir refleks de olabiliyor. Derdo Ana ise katledildikleri, kaçmak zorunda kaldıkları bir yere sürekli dönmek istiyor.

NU: Derdo Ana’nın köyüyle gerçekten çok hakiki bir duygusal bağı var. Bir yandan İstanbul’un güzelliklerinin ve rahatlığının farkında. Ama köyünün havasını, suyunu da başka hiçbir yerde bulamamış. Biz kendisini hem köyde hem İstanbul’da gözlemleyebildik. Köyde son derece zinde ve öncü, hoşuna gitmeyen bir şey görünce doğaya bile hemen müdahale edebiliyor. Çekimler sırasında mekânlara, nerede ne anlatacağına hep o karar verdi, bir bakıma bizi de o yönetiyor gibiydi. İstanbul’da da yine Derdo duruşu mevcut ama orada daha bıkkın ve sıkılmış bir havası da var. İstanbul’da geçirdiği günlerde aklının bir köşesinde hep köyü var. Havalar güzelleşsin de köyüne dönebilsin diye bekliyor, hâlâ köyündeki evine kat çıkma planları yapıyor. Planları, hayalleri hep o köyde…

SÖ: Kocasının öldürüldüğü bir yerde yaşayan bir kadın, bende de tehlike devam ediyormuşçasına bir his vardı. Çekimlere gittiğimizde de köylülerin yaklaşımı açısından çekinceliydim. Belki aradan kırk yıl geçmesinin etkisi de olabilir ama şu an tehlikeli bir durum yok. Hâlâ az da olsa Ermeni olmaktan kaynaklı bir istim üstünde olma durumu olabilir ama Derdo Ana ile filmde gördüğümüz abla-kardeş iki komşusu oradaki hayatlarına hayat dolu ve neşeli bir şekilde devam ediyor.

Filmde ters yönde ipuçları da mevcut aslında. Derdo Ana’ya yağ satmayı reddeden bir köylü var, Ermenilerin toprak satmasına izin verilmiyor, bir mezar taşı kırılmış. “Toprağımızda yabancı gibiyiz” diye bir cümle de kuruyor Derdo Ana.

NU: Evleri köyden biraz uzakta bir mezrada duruyor. Konum gereği köyden az uzakta ama onu görerek, biraz izole, biraz da köye dargın duruşları var bu evlerin. Orada ama tam olarak orada da değil. Tabii ki de bu tarz bir his var, hiç yok diyemeyiz. Ama Derdo Ana’nın bütün toprakları orada, şu an maalesef ekip biçemiyor, satamıyor ama onu görüp hissetmek istiyor. Her şeye rağmen oradalar, o topraklardan bugün hâlâ Batı Ermenice sesi yükseliyor. Bu hakikaten çok etkileyici. Üç kadın orada “günaydın”ı Ermenice söyleyerek, bir zamanlar Anadolu’da Hristiyan Ermenilerin yaşadığı gibi yaşıyor.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:57’ye ulaşabilirsiniz.