Hollanda’dan Türkiyeli hikâyecilere bir bakış: Read My World

Amsterdam merkezli Read My World, her sene bir bölgeye odaklanarak bölgenin lokal kuratörleri ile çalışan bir uluslararası edebiyat festivali. Festivalin 2018’deki odak noktası Türkiye, küratörleri ise Süreyyya Evren ve Aylime Aslı Demir’di. Festivalin organizasyon ekibinde yer alan Minem Sezgin, festival süresince yaşadığı deneyimleri kişisel bir bakış açısıyla Bant Mag. için kaleme aldı.

Yazı: Minem Sezgin – Fotoğraf: Richard Tas

Bir festivalin arkasındaki ekipten olmak dilediğin içeriği yaratmak, kitlesine karar vermek, iletişim kanallarının kullanım biçimlerini yönetmek gibi keyifli işleri kapsıyor. Bu da özellikle katılımların ve içeriklerin son teslim tarihinden önce teyit edilmesi ve her bir detayın önceden mümkün mertebede planlanmış olması anlarında, büyük bir heyecan, azim ve koşturmayı yanında getiriyor. Deneyim ve zaman ile çok daha iyi anlaşılacak bu süreç, benim de festivallerle ilgili en sevdiğim şeylerden biri.

Read My World, festivalin arkasındaki ekipten olma deneyimini yaşadığım dördüncü festivalim. Ekip, sahip olduğu programı, web sitesi ve organize ettiği festivali aracılığıyla uluslararası düzeyde yeni edebiyat gelişmelerine bir platform sunuyor. Bu platform kapsamında, Hollandalı ve uluslararası yazarlar, edebiyat ve (araştırmacı) gazeteciliğin arasındaki sınırları keşfetmeye davet ediliyorlar. Her yıl, farklı bir bölgeye odaklanıp, gündelik haberlerin yüzeyselliğinin ötesinde hikayeler anlatabilecek olan yazar ve şairleri tanıtmaları için, lokal küratörleri festivale davet ediyorlar. Amsterdam’da yer alan festivalin 2018 odağı Türkiye’nin modern edebiyatı, küratörleri ise Aylime Aslı Demir ve Süreyyya Evren’di. Hollandalı ve Hollanda’da yaşayan Türkiye kökenli edebiyat ve sanat figürlerinin yanı sıra, küratörler sanat ve edebiyatın modern yüz ve seslerini keşfetmek ve tanıtmak üzere Türkiyeli yazar, şair, aktivist ve müzisyenlerden oluşan zengin bir konuk listesi hazırladılar.

Aylime Aslı Demir
Aylime Aslı Demir
Süreyyya Evren
Süreyyya Evren

Festivalin web sitesini ilk gördüğümde, konukların listesini okurken hissettiğim heyecanı hala hatırlayabiliyorum. Ondan kısa bir süre sonra da festival programının içeriğini daha da zenginleştirecek bir partner bulmak ve bu programla ilgilenecek kitleyi oluşturmaya yardımcı olmak üzere ekibe davet edildim. Festivalin arkasındaki ekip oldukça küçük ve samimi; herkes canla başla emek sarf ediyordu. Benim ekibe katılmam görece daha sonra oldu; bu da hesapladığımdan daha fazla emek harcayacağım anlamına geliyordu. Sanırım birçoğumuz için bu deneyim tanıdık gelecektir: sevdiğimiz ve bizim için önemli olan bir iş için, ulaşmak istediğimiz kaliteyi gerçekleştirmek üzere çalışırken, bir yerden sonra yorgunluğu fark etmemeye başlıyoruz. Çünkü o iş olmaktan öteye geçiyor, kendimizden bir parça veriyoruz. Festival ekibine katılmam benim için böyle bir deneyim oldu. Kendimi kararlaştırdığımız görevlere ek olarak çeviriler yaparken, konukları karşılamak için gönüllü olurken, açılış gününde boya badana yapmaktan dekoru hazırlamaya kadar tüm pratik işleri yaparken buluverdim. Ekibin yoğun azmi ve çalışkanlığı, beni de kendine çekiverdi ve hep birlikte konukların ve katılımcıların keyfini çıkaracakları bir festival deneyimi yaratmak için işe koyulduk.

Dürüst olmak gerekirse, konuk listesi bana festival içeriğinin halihazırda getirmiş olduğunun yanında biraz da hayranlıktan kaynaklanan bir heyecanı getirdi. Kendi kendime birkaç kelime karalarken, kelimeleriyle bana ilham kaynağı olan kişilerin hep birlikte geliyor olmasından bahsediyorum. Bu da sürece başlangıçta biraz daha profesyonel amaçlarla bakmama yol açtı. Şimdi dönüp baktığımda bakış açımın ne kadar dar olduğunu çok net görüyorum. Konukları karşıladığım gün, henüz o ilk 5 dakikalık görüşmemizde, içtenlikleri ve mütevazilikleri hemen dikkatimi çekti. O anda fark ettim ki, ben yalnızca bana örnek olan insanlarla değil, aynı zamanda içlerinin güzelliği dışa doğallıkla yansıyan bir grup insanla tanışıyordum. Festivalin açılış günü, akşama doğru tekrar bir araya geldiğimizde, aramızdaki enerji sanki bir gün önce yeni tanışmamışız da, birbirimizi biraz aradan sonra görme şansı edinmişiz gibiydi. Katılım oranı bayağı yüksek olan açılış gecesinin benim için en özel ve benzersiz anı, konukların kendilerini tercih ettikleri bir metin ve şekilde tanıtabilmeleriydi. Sahneye doğru yürürken, her birinin kendine özgü enerjisi katılımcılar tarafından derinlemesine hissedilmişti.

rmw2

Oturumlardan etki bırakan üç an

Festival boyunca katılma şansına eriştiğim her oturum benim üzerimde bambaşka etkiler bıraktı ama açılış gecesine ek olarak üç farklı andan özellikle bahsedeceğim. Bunların ilki, festival hakkında duyduğumdan beridir sabırsızlıkla beklediğim Soaps! oturumlarından birinde gerçekleşti. Soaps!, Türkiye’de yapımı gerçekleşen görsel hikâyelerin uluslararası alanda kazandığı popülariteye analitik bir bakış akışı sunuyordu. İlk oturum Yeşilçam dönemi ile ilgiliydi ve Selvi Boylum Al Yazmalım ’dan Asya’nın (Türkan Şoray) İlyas (Kadir İnanır) ve Cemşit (Ahmet Mekin) arasında bir tercih yapması gerektiği anı hep beraber izledik. Sanki anlaşmışcasına, Türkiyeli kadınların Asya İlyas’ı geçip Cemşit’e doğru yürüdüğü sahnede gözleri dolarken ve Türkiye’den olmayan konuklar sahneyi oldukça komik buldular. Ağır ve yakın çekim bakışmalar, elbet hikâyenin ötesini bilmeyen veya deneyimlemeyen kişilere komik gelmiş olabilir. Ama tam da o anda Seray Şahiner, Asya’nın tutku yerine mantığı seçmesinin biz Türkiyeli kadınlar için anlamının göründüğünden daha da derin olduğunu paylaşarak konuya açıklık getirdi. Sohbet devam ederken konuklara “Türkan Şoray mı Müjde Ar mı olmak istersiniz?” sorusu yöneltildi. Seray Şahiner’in bu soru üzerine muhteşem kelimelerinden bir kısmını bizimle paylaşarak yaptığı okumanın ardından, konuklar Müjde Ar’ın cüretkarlığı ve Türkan Şoray’ın asaletinin üzerlerinde yarattığı etkinin evrimini paylaştılar. Kendi adıma konuşmak gerekirse, ben deneyimleri ile hemen bağ kuruverdim. Evet, Türkan Şoray hep asildir, gururludur, Seray’ın dediği gibi “Yürürken çorabı kaçmaz”, o arkasını döner ve gider; sevdiği adam ona gelir. Müjde Ar ise gururu yerine aşkı tercih eder, tekrar tekrar kalbi kırılır, üzülür, cüretkarlığı asidir. O yüzden Müjde Ar olmak biraz da cesareti tercih etmektir aslında. Ama tam o anda Aslı Özgen-Tuncer ekliyor: “Yalnız bu arada tüm bunlardan bahsederken Türkan Şoray’ın Vesikalı Yarim ’deki rolünün önemini de unutmayalım.” Vesikalı Yarim , birçok kişinin bildiği gibi, Türkan Şoray’ın pavyonda şarkıcılık yapan bir karaktere (Sabiha) hayat verdiği siyah beyaz Yeşilçam klasiklerinden biri. Bir “aile direği” olan Halil (İzzet Güney) ile olan ilişkisinin gidişatı, Türkiye’deki toplum normlarının ötesinde gelişiyor. Dolayısıyla, o an konuşulan yalnızca Türkan Şoray ve Müjde Ar değil; birbirimizi sözlerden daha da ötede olan bir seviyede anladığımız; kadınlar olarak bir ip üzerinde dengede durma ve kendimizi var etme çabamızdı.

Bahsetmek istediğim ikinci an Queer İt Up! oturumunda gerçekleşti. Bu oturum, LGBTİQ+ topluluğu bireylerinin haklarının tehlike altında olduğu durumlarda, bireylerin kendini yaratıcı şekillerde ve özgürce ifade edişleri üzerineydi. Türkiye’nin ilk ve tek basılı LGBTİQ+ dergisi KAOS GL’nin editörü ve aynı zamanda festival küratörlerinden Aylime Aslı Demir ve Hollanda’daki son otuz yılın tek feminist yayınevi olan Chaos’un yazarlarından Yael van der Wouden, bir deneyim ve bilgi değiş tokuşunda bulundular. Aylime Aslı, LGBTİQ+ bireylerinin haklarını özgürce ifade edişlerinden ve bu haklardan faydalanmalarından bahsederken, Hollanda’nın sağladığı özgürlüklerden dolayı Harikalar Diyarı olarak algılandığını anlattı. O anda, Türkiye kökenli Hollandalı katılımcılar söz almak üzere el kaldırdılar. Aylime Aslı’ya cevaben kendi kişisel gözlemlerinden kaynaklanan deneyimleri paylaşarak, Hollanda’nın, her ne kadar ayrıcalıklı koşullar sunuyor olsa da, azınlık topluluklardan gelen LGBTİQ+ bireyler için bir Harikalar Diyarı olmaktan başka deneyimleri çağrıştırabileceğini paylaştılar. Çünkü bu bireyler, birden fazla kimliği üzerinde taşıyor ve bu kimliklerin getirdiği farklı yükümlülükler veya beklentilerle de yüzleşmek durumunda kalabiliyorlardı. Bu benim için benzersiz bir andı çünkü farklı kültürlerden ve aynı kültür içinde farklı hikâyelerden gelenler olarak birbirimizi dinleme ortamına sahip olduk. Bu, kültürel farklılıkları aşılması gereken bir zorluk olarak görmekten ziyade, her katmanı ve hikâyeyi kültürel olarak zengin bir diyalog ortamı oluşturmada değerli kılmaktı.

Sema Kaygusuz
Sema Kaygusuz

Üçüncü ve son olarak Roots! oturumundan bahsetmek istiyorum. 5 kadın yazar, edebiyatın kendi yaratıcı süreçlerine ve yeteneklerine olan etkilerini kişisel hikayeleriyle anlattılar. Bu oturumun benim için kıymeti çok büyük çünkü her bir kadının hikâyesinde bir kadın olarak kendimden parçalar buldum: Babs Göns’un ilham aldığım sanatçılar ve aktivistleri kendi ilhamı olarak anlatmasında; Nazmiye Oral’ın hikâyeler üretmek için küçüklüğünden beridir sahip olduğu azminde; Sevinç Calhanoğlu’nun çocukluğundaki kendi kitaplığını yaratma hayalinde; Carolina Trujillo’nun mizahında ve politik aile bireylerinin kendisindeki etkisinde; Sema Kaygusuz’un bir incir ağacıyla arasındaki bağı anlatırken beni annemin diktiği limon ağacına götürmesinde… Her birinin hikâyeleri asalet, içtenlik ve nezaketle, tam da Sema Kaygusuz’un kelimeleriyle gerçekleştirmek istediği gibi, “Ruhuma dokundular”. Bu kelimeleri yazarken dahi, o an hissettiğim her şeyi hatırlayabiliyorum.

Elbette Read My World bu üç an ile sınırlı değildi benim için, ancak her birinden bahsetmeye kalkışsam, korkarım bu metnin sonunun gelmesi yakın olmayacak. Konukların muhteşem kelimeleri, hikâyelerine tanık olmak bir yana, Read My World’ü benim gibi Türkiye’den gelenler için böylesine özel kılan en önemli şey oryantalist bir bakış yaklaşıma sahip olmamasıydı. Kolay günler geçirmiyoruz ve Türkiye’den başka bir ülkeye taşınan biri olarak, uzun zamandır maruz kaldığım durumlardan biri, konuşma esnasında bana yöneltilen soruların oryantalist tonunun giderek yükselmesi. Konuştuğumuz kişi(-ler) için bir yerde biz, yaşadıklarımız ve sevdiklerimizin deneyimledikleri ile birlikte sohbet içinde bir objeye dönüşebiliyoruz. Karşımızdaki kişi için bir sohbet konusu olan şeyler, bizim için kelimeye dökülmesi zor deneyimler olduğundan, konuşmanın içinde aşılması giderek güçleşen bir mesafe oluşabiliyor. Ancak bu üç günlük festivalde, tüm bunların aksi bir durumun oluşması, biraz da nefes almamızı sağlayan temiz bir hava gibi geliverdi. Herkes, nereden, nasıl, hangi kimliğe sahip olarak gelmiş olursa olsun, birbirine içten bir ilgi ve saygı ile yaklaştı.

Öte yandan dünyanın ne kadar küçük olduğu klişesini de deneyimlemiş oldum. Festival küratörlerinden Aylime Aslı ile yıllar önce beraber ders almış, içinde aktif olduğum öğrenci derneği kapsamında homofobi karşıtı atölyeler ve etkinliklerde birlikte yer almıştık. O yüzden onu görmek, “Biz aynı dersi aldık!” dedikten sonra karşılıklı kahkaha atmamız, yıllar sonra beni fakültemin arka bahçesinde arkadaşlarımla ettiğim sohbetlere taşıyıverdi. Daha da büyük sürpriz ise, festival gönüllülerinden Gökçe’nin 17 yıl önce ailemle gittiğim bir haftalık tatilde edindiğim en yakın arkadaşım Gökçe olmasıydı. Söz verdiğimiz gibi birbirimize mektup atmıştık ama o mektuplar adreslerine hiç ulaşmamıştı. Yıllar sonra ikimiz de Hollanda’ya, Amsterdam dışındaki aynı şehre taşınmış, ama birbirimizi Read My World festivaline kadar bulamamıştık. O yüzden birbirimizin tahmin ettiğimiz kişiler olduğunu anladığımızda, sanki uzun yıllardır görüşmediğimiz bir kız kardeşe yeniden kavuşmuş gibi mutlu olmamız, festival deneyimimin üstüne çok özel bir anlam kattı.

Sıraladığım tüm anlar ve sebeplerden ötürü, bu festival benim için hep çok özel bir yerde olacak. Tüm içtenliğiyle gelen konuklar, üç günde insanın yüreğinde ve ruhunda ne kadar sıcak ve özel bir yer yaratılabilirse ondan çok daha fazlasını yarattılar. Ne güzeller, ne özeller, iyi ki varlar…

Aydın AYKO kooperatif evlerini benim gibi bilen Murat Abi’min de dediği gibi: “Eyvallah!”