“İhtimal var, zorlamak lazım”: Cevdet Erek

Müzikten görsel sanatlara elini attığı her sanat dalında akıllarda yer eden, düşündüren ve ilham veren işlere imza atan Cevdet Erek, geçtiğimiz yılı kırılan köprücük kemiğine rağmen hemen hemen hiç durmadan geçirdi. Bienal için kurulan ama sonrasında da çeşitli performanslarla devam eden “Bir Ritim Mekânı – Otopark” projesi, Az Boş Belki isimli kendi çalışmalarına odaklanan kitabı, Venedik’ten Jüri Özel Ödülü’yle ayrılan Abluka filmi için yaptığı müzikler ve ses tasarımı, Gürcistan’dan İtalya’ya farklı ülkelerde yer aldığı projeler ve nicesini, daha da önemlisi bu fikirleri besleyenleri ve motivasyon kaynaklarını Cevdet Erek’ten dinledik.

Röp: Busen Dostgül, Cem Kayıran

Kendi aramızda sohbet ederken “Cevdet yine durmamış” dedi birimiz. Sonra fark ettik ki seninle gerçekten bir sürü şeyi konuşmak istiyoruz. Durmak bilmediğin bir sene daha geride kaldı. Nasıl geçti bu sene? Bu kadar fazla şey üretmek için motivasyonu nerede buluyorsun?

Bu sene çalışarak geçti, evet. Ama aslında ben durmadım değil, çokça insanla beraber durmadım. Tek suçlu ben değilim! Motivasyonun bir bölümü benim dışımda. “Buradayız, devam ediyoruz”un göstergelerini üretmek, akışa katkı sağlamak zorundayız. Bazı şans ve imkânlara sahip ya da yaratabilecek konumdaki birisi olarak yapabileceğim, ucundan tutabileceğim türlü şey var. Bu kentte ve her yerdeki bir sürü insan, yaptıklarımızın, özellikle uzun vadelerde nelere dönüşebileceklerini gördük, görüyoruz.

“Bir motivasyon var benden içeri” ise: Uğraş ve merakların devamları, yeni meyveleri, uçları görünüyor, çekip almak lazım. İhtimal var, zorlamak lazım. Mecburiyetler var bir de, hayatı yapabilmek için. Yoruldum, ama yürümeye devam etmem lazım gibi.

Bu yıl içinde seni takip edebildiğimiz kadarıyla Amsterdam, Londra, Roma, Hamburg, Gürcistan, Kapadokya belki de atladığımız daha birçok yerde işlerinle yer aldın. Farklı ülkelerde, farklı şehirlerde çalışmaların nasıl tepkilerle karşılaştı? Çalışmalarının yansıttıkları, kitleye çağrıştırdıkları arasında farklılıklar gözlemledin mi?

Bu yıl içinde aslında aktivitenin büyük bölümü İstanbul’da geçti. Hamburg ve Tiflis hariç, ki onlarda da yerleştirmeleri kurup geldim, hiçbir yurtdışı sergisine veya mekân ziyaretine gitmedim. Tepkiler: Tabii ki farklılıklar var, ama ülkeler şehirler değil, insanlar arasında daha çok. Neredeyse sınıflandırabilecek kadar karakteristik bazıları. Burada ise, Kapadokya dışında tüm etkinlik burada İstanbul’da birkaç ilçede. İki dönemdir okul çok yoğun ve heyecanlıydı. Bütün yaz da Ritim Mekânı için Tophane’de Otopark’ta, Abluka için de stüdyolarda geçti. Zaten sene başı kemiği kırıp kırıp yattım, yazın da uzun süredir çalıştığım atölyeyi boşaltmak zorunda kaldım. Bir de aslında İstanbul’da olmak isteği var genelde; ne kadar kararırsa kararsın hava, üfleyeceğiz ve açılacak ümidiyle.

Yoğun temponun arasında bir de Bienal işi çıkardın. Aslında o konu bir hayli derin. Bir Ritim Mekânı – Otopark projesinin teması nasıl oluştu? Aklında nasıl bir şey vardı ve ne kadarı gerçekleşti?Bienal henüz devam ederken, otoparkta birlikte çalıştığın ustalardan Tekin Aslan, Ankara’daki saldırıda hayatını kaybetti. Öncelikle başın sağ olsun. Ay başında sona eren Bienal’in ardından birkaç gün önce otoparkı yeniden açtığını ve düzenlediğini gördük. Bu bir çeşit teşekkür göstergesi diyebilir miyiz Tekin Aslan’a? Yeniden açmak istemenin sebebi neydi?

“Arada bir de Bienal işi çıkarmak” değil: Ana uğraş o oldu. Ritim Mekânı aslında Kunsthalle Basel’de Week (Hafta), dOCUMENTA (13)’de Room of Rhythms, MAK’ta Re-Illumination, Bristol’da Alt-Üst ve de en geçen sene Roma MAXXI’deki Room of Rhythms – Curva’nın da dahil olduğu serinin en sonuncusu, ya da nihayet İstanbul’a, yeşerdiği yere gelmiş hali. Yani genelde büyükçe diyebileceğimiz, müzede ya da hayatın ortasındaki yerlerde, mimari ve ses üzerinden ritimlerle mekânlara dair bir çalışma ve de her yeni iş o mekâna göre şekil buluyor. İstanbul Bienali’nde Carolyn’e bir nevi danışmanlık yapıyordum zaten; Bienal’e “iş” üreterek katılmayı istemezken, yedi-sekiz mekâna hayır dedikten, sonra Carolyn bu mekânı sordu bana. Ben de mekâna gidince imkânlar ve olabilecekleri üzerine çalışmaya başladım. Çok anlatmayayım işi, çünkü Bienal bitti ama mekânı devam ettiriyoruz. Evet, benim sesleri kaldırdık, ama mekân kattıklarımızla aynen duruyor, yavaş yavaş gelişiyor, beş haftadır da her cumartesi gündüz bir etkinlik var. İTÜ TMDK’dan arkadaşlar, Gevende Okan, Nekrop’tan iki Gökhan ve ben, dans/bedenciler ve başkaları ilginç denemeler yaptılar; doğrusu ilginç oluyor. Bu hafta sonu gelin bence, şu ana kadar yapılan doğaçlamaların çoğunu sıralayacağız.

Tekin usta. Ne desem boş. Bu iş vesilesiyle, mekânda tanıştık, çok güzel çalıştık beraber, dostluk ettik. Gelenler görecek, beton banklar onun elinden çıkma, Jaguar’ın arkasındaki Ytong duvar da. İnşaat işçilerinin hakları için de yoğun olarak çalışıyordu. Ankara’daki patlamada kaybettik. Tabii ki bu olay şeylerin anlamını değiştirdi, genişletti. Evet onun hatırası için bile devam etmeye değer.

Bu kadar yoğunluğunun arasında bir de atölyeni kapadın diye hatırlıyorum. Otopark’ı çalışma alanı gibi kullanma düşüncen var mı?

Bina yıkılacak diye boşaltmak zorunda kaldık Teşvikiye’de, 10 yıldan uzun bir zaman orada geçti. Toparlamak zor oldu, duvarlarında bile o kadar yazı çizi var ki. Şimdi bir yerim yok, ama okulda yine küçük bir odam var ve bir şekilde huzuru ve ritmi buldum burada. Otopark, evet bir çalışma alanı, ama benim atölyem değil; şu an atölye de aramıyorum. Otopark o mekânda üretilebilecek şeylerin denendiği ya da zorlandığı bir yer olabilmeli, açık tutulabilmeli. Doğrusu son iki aydır mekânda sesle bedenin icrası ve onun çevresinde ilginç deneyimler yaşanıyor. İlerleme hoş bir laf değil evet, ama sanki ilerliyoruz.

Bülent Tanju, Süreyyya Evren ve Aslı Altay ortaklığıyla, senin üretimlerine eğilen Az Boş Belki isimli bir kitap da bu sene yayımlandı. Tartışmalar, görsel ve işitsel unsurlar, çeşitli bilgiler içeren bir derleme diyebiliriz Az Boş Belki için. Az Boş Belki senin için ne ifade ediyor? Hazırlık aşamalarından biraz bahseder misin?

Ortaklık şöyle: Dört tane yazarın işlerle veya kavramlarıyla ilgili değerlendirme/tartışma yazıları var: Bülent Tanju, Hollanda’dan Nat Müller (çok işimi yerinde görmüştü), Viyana’dan Barış Acar ve de Londra’dan Morgan Quaintance’ın Art Monthly’de Alt-Üst’ü yayınladığı yazısı; mail atıp yayınlama izni aldık. Kitap bir serinin parçası, Artist’in Revolver Publishing’le (Berlin) yaptığı, Halil Altındere’nin seri editörü olduğu ve Türkiye’den güncel sanatçılara adanmış bir seri. Ahmet, Can, Canan, Şener ve diğerlerinin kitapları çıkalı bayağı oldu. Kitabın editörü Süreyyya Evren’le başladık, uzun sürdü benim aralarda dağılmalarımdan dolayı. Tüm belgelemelerin üzerinden geçtim atölyede, bizim Tuba’yla organize ettik. Süreyyya’yla bir söyleşi var, Harbiye’de bir kafede bir kerede yapılan. Serinin genel bir kimliği var, ama biz kitabın grafiğini benim işlerin ruhuyla ortaklaştırarak başkalaştırmak için tasarımcımız Aslı ve ekiple sanırım bayağı zorladık. Albüm kapakları/kitap vs. grafiğe (biraz) meraklıyım, bu tarafı çok zevkli. Bu vesileyle Türkiye’de ilk kez, kitapta bir sürü görsel ve web sayfasında da sergilerden ses dosyaları video belgelemeleri bir araya geldi ve sunuldu. Bir katalog olmasa da benim üretimimle ilgili fikir edinmek isteyenler için çokça bilgi ve ipucu var kitapta.

Röportajın tamamını Bant Mag. No:46’dan buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.