İkinci sezonunun ardından: "True Detective", aslında Nic Pizzolatto kendisi mi?

“Ben, suç, dedektifler, samimiyet ve düşünceler… Ama hepsi sadece ben. Tüm bir şovu aynı yapan şey de bu.” –Nic Pizzolatto

Yazı: Müge Yıldız

True Detective’in merakla beklenen ikinci sezonu bir buçuk saatlik son bölümüyle geçtiğimiz haftalarda bitti. Sekiz bölümlük yeni sezonla ilgili ilk sezonun bitmesinin hemen ardından spekülasyonlar yapılmaya başlanmıştı ve  sosyal medyayı da epey meşgul eden konulardan biri de yine yeni sezonda hangi ünlü oyuncuların olacağıyla ilgiliydi. Dizinin yaratıcısı Nic Pizzolatta ikinci sezonla ilgili gelen sorulara ise dizinin bir kitabın yeni bir bölümü gibi gördüğünü ve farklı bir dedektif hikayesi ve karakterler olacağı bilgisini vermişti. Yeni sezonun da aşağı yukarı gizemli bir polisiye öykü olacağı bilgisine kendimizi alıştırmıştık.

Pizzolatto’nun kendi deyimiyle ilk sezonun konusu ‘aşk’tı, evrene olan aşkı da kapsayan bu geniş konu Matthew McConaughey ve Woody Harrelson’ın canlandırdığı iki dedektifin dostluğu üzerinden anlatılıyordu ve hikaye bir suçun aydınlatılması sürecinde iki dedektifin araba içi konuşmalarından oluşuyordu. Dizi gizemini ise iki dedektifin hayatları üzerinden, kurdukları yakınlıklardan alıyordu, ikilinin diyaloğunun felsefi bir yolculuğa dönüşmesi suç öyküsünün çekiciliğini arttırıyordu. Burada Pizzolatto’nun görsel sanatlarla ilgili geçmişi de etkiliydi, üniversitede görsel sanatlar okuyan Pizzolatto’nun çizdiği gizemli ve distopik manzarasıyla Amerika coğrafyası dizinin önemli taşıyıcılarından biri olmuştu.

Dizinin ilk sezon oyuncu kadrosu da şüphe götürmez derecede iyiydi, jeneriği, müzikleri ve özellikle Cary Fukunaga’nın yönetmenliği hayran kitlesinin artmasına neden olmuştu. Peki ikinci sezona geldiğimizde de aynı şeyleri söylemek mümkün mü?

Pizzolatto, True Detective’den önce The Killing’e iki bölüm yazmış, ilk sezonda da The Killing’dekine benzer iki polisin arkadaşlığını yansıtma konusundaki hünerlerini seyirciye göstermişti. 

vince

İkinci sezona geldiğimizde ise üç dedektif ve bir mafya karakterinin başrolde olduğu yeni bir suç – cinayet – ceza denklemi karşımızdaydı. Colin Farrell, Rachel McAdams, Taylor Kitsch farklı bölgelerden aynı cinayetle bağlantılı bir suç zincirinin ortasında kalmış dedektifleri canlandırıyordu, onlarla aynı kaderi paylaşan Vince Vaughn ise işlerini yasallaştırmaya çalışan bir mafya üyesiydi. İlk sezonun konusu her türlü aşk ise bu sezonun konusu ise tümüyle ödipus kompleksiydi. Tüm karakterlerin babalarıyla olan ilişkileri, baba olarak ilişkileri, sevgili-eş olarak ilişkileri ortaya serilmişti ve baba figürü üzerinden yaşadıkları sorunlar onları bir araya getirmişti. Kirli bir polis, erkeksi bir kadın polis, eski bir ordu mensubu eşcinsel bir polis aynı cinayeti çözmek için görevlendirilmişti. Cinayeti çözme yolunda ilk sezondakine benzer bir şekilde karakterler içsel bir yolculuğa başlıyor, kişisel-ailevi problemleriyle yüzleşmek zorunda kalıyorlardı.

İlk sezonda Nic Pizzolatto’ya eşlik eden iyi bir yönetmen vardı. Dizinin gizemli dünyasını yansıtmada Cary Fukunaga’nın yönetmenliği oldukça iyiydi . İkinci sezona geldiğimizde ise Pizzolatto’ya farklı yönetmenler eşlik ediyordu. Dizinin oyuncu kadrosu ilk sezon kadar olmasa da ilginç bir birlikteliği gösteriyordu. Üç dedektifin performansının önüne geçen bir oyunculuk sergileyen Vince Vaughn karakter tiplemesi içinde oldukça başarılıydı, Colin Farrell da beklenen düzeyde bir oyunculuk sergilemişti ama aynı şeyi Rachel McAdams için söylemek oldukça zor. Dizinin konusu içinde taşıyıcı rolü biraz da olsa zorlayıcı görünüyordu.

true1

Dizinin üst üste bindirmelerden oluşan dizi kadar kendinden söz ettiren jeneriğine bu sefer Leonard Cohen’in “Nevermind”ı eşlik ediyordu. Cohen’in sözleriyle dizinin yeni bir anlam bulduğu bile söylenebilir. Dizi bölümlerinde ise sezonun akılda kalmasını sağlayan en önemli isim Lera Lynn’di. Lynn’in sesi ve şarkıları dizinin konusundan, karakterlerinden ve oyuncuların kısık sesli konuşma performanslarından çok daha fazla gizemli ve merak uyandıran bir atmosfer kazandırıyordu.

Kurosawa’nın, Tarkovsky’nin sinemasını sevdiğini söyleyen, resim ve görsel sanatlara ilgi duyan bir romancının polisiye dizisi True Detective ilk sezondaki kadar iyi bir konu ve işleyişe sahip değil, sezon oyuncuları ve yönetmenler ise dizinin geçici unsurları gibi, bu anlamda Pizzolatto’nun en başta alıntıladığım sözlerinde olduğu gibi True Detective’i aynı şey yapan temelde Pizzolatto’nun kendisi.