İnsan olmaktan utandıran bugünler için şarkılar: The Radio Dept.

“Ben pop müzikte en iyi neticenin insanların gerçekten umursadıkları şeyler hakkında şarkı yazdıklarında alındığını düşünüyorum.”

Röp: Ekin Sanaç – Foto: Per Vikström

The Radio Dept.’in yaşadığımız dünyaya ve birbirimize duyduğumuz sevginin git gide azalmakta olduğuna dikkat çeken ve altı yıllık bir aradan sonra gelen yeni albümü Running Out Of Love, “İnsan olmakla ilgili övünebileceğimiz hiçbir şey yok” (There’s nothing gracious about our kind) sözleriyle açılıyor. Şarkılarında karanlık ve kararlılık dozunu tutturmayı çok iyi bilen İsveçli bağımsız pop grubunun 2010 tarihli, geniş karşılık bulan albümü Clinging To A Scheme’i yayınlamasının ardından geçen bu uzunca süreç bir anlamda sürprizler ve sıkıntılarla doluydu. Bu altı yıl içinde grubun uzun süredir ilişkisini kesmek istediği plak şirketi Labrador Recordsile yaşadığı yıpratıcı bir hukuk sürecini de takip ettik. Netice itibariyle Running Out Of Love, The Radio Dept.’in prensipte asla anlaşamadığı Labrador Records etiketiyle yayınladığı son albüm özelliğini taşıyor.

Sürprizlere gelecek olursak, The Radio Dept. bu süreci o kadar da sessiz geçirmedi. 2014’te ülkelerinde gerçekleşecek seçimlerin arifesinde yayınladıkları enstrümantal single “Death To Fascism” (Faşizme Ölüm) ile bu sloganı farklı dillerde bir araya getirdikleri bir çağrıya imza atan Johan Duncanson ve Martin Carlberg ikilisi, sonraki yıl gelen “This Repeated Sodomy”nin ardından “Occupied” ile manifestosunu karanlık bir dans müziği hiti formunda paylaştı. O günlerden bugüne, malum, ne İsveç ne de başka bir yerde insanlık suçları adına övünülebilecek bir tablodan bahsetmek mümkün olmadı. Running Out Of Love, ırkçılık, sevgisizlik ve sağcılığın tırmanmakta ve her şeyin çok yanlış yönlere doğru ilerlemekte olduğu bugünler üzerine yazılmış bir albüm. Yayın tarihi 21 Ekim olarak duyurulan bu yeni albümle kafa kafaya verdik ve grubun kurucusu ve vokalisti Johan Duncanson ile arayı kapattık.

Running Out Of Love’ın tanımını, – İsveç ve dünyanın – gidişatının yarattığı hüsran ve gelinen noktaya duyulan öfke yapıyor. Senin için hüsran, öfke ve şarkı yazma motivasyonu arasındaki bağlantılardan biraz bahsedebilir misin?

Sanırım söz yazabilmem için bir çeşit hüsran ve öfkeye mutlaka ihtiyaç duyuyorum. Bu politik bir öfke olmak zorunda değil ama, ister büyük ister ufak olsun, bir şeylere karşı tepki koyabiliyor olmam şart. Bu nedenle bu duyguyu bazen kucakladığımı bile söyleyebilirim. Ama elbette bu albüme ilham vermiş olan öfke keşke hiç olmasaydı. Çünkü o zaman dünya daha iyi bir yer olurdu. Daha doğrusu, ben onu umursamayacak kadar etraftan bihaber olurdum.

Yine de hiçbir şekilde grupların politika ya da toplum üzerine şarkı yazmak gibi bir mecburiyetleri olduğunu düşünmüyorum. Böyle tasavvur edilen bir yükümlülükle tüm grupların siyasi içerikli şarkı yazdıkları bir pop sahnesi bir hayli sıkıcı olurdu. Tabii, grupların ve genel anlamda insanların ciddi bir şey söyleyecekler diye ödlerinin kopmasını da aynı şekilde sıkıcı buluyorum. Ben pop müzikte en iyi neticenin insanların gerçekten umursadıkları şeyler hakkında şarkı yazdığında alındığını düşünüyorum.

rsz_the_radio_dept_ci_running_out_of_love

Albümün kapağındaki savaşçı kadın imajının hikâyesini çok merak ediyoruz…

Bu resme bayılıyorum! Geli Korzhev adlı birkaç sene önce hayata veda eden Rus bir ressama ait. Bu resmi yetmişlerin ortasında yapmış ve adını “Uzun Bir Yolculuğun Öncesi” koymuş. Onunla uyuyamadığım bir gece çok geç saatte karşılaştım. İnternette “sosyalist sanat” üzerine tarama yapıyordum. Sayfalar boyunca Lenin, Marx ve arkadaşlarının portrelerine yer veren sıkıcı bir sürü resim geçtim. Sonra birden çok farklı imajlar belirmeye başladı. Gündelik ve toplumsal şeyleri son derece duygu yüklü ve şiirsel şekillerde aktaran gerçekçi resimler… Favorim bu oldu. Resme o kadar kafayı taktım ki eğer onu kullanamayacaksak albümü yayınlamak istemiyordum. Resmin adını bilmeseniz bile kadının yüzündeki ifadeden büyük ihtimalle bir daha dönmemek üzere gidiyor olduğunu okuyabiliyorsunuz. Aynaya son kez uzun bir bakış ve sonra uzaklara doğru bir yolculuk… O kadar etkileyici bir tablo ki, onun karşısına hep iyi şeyler çıksın istiyorum. Yetenekli birinden, kadını arkadaşlarıyla birlikte eğlenip şampanya içerken gördüğümüz bir devam tablosu yapmasını istemeliyim belki de. Çok saçma olabilirdi ama bir sona ihtiyacım var sanırım. Biraz umuda… Sanırım hayatımın sonuna kadar onu ve neler yaşadığını düşünmeye devam edeceğim.

Türkiye’de bir pop grubu olarak “Türk Silahları” diye bir şarkı yapacak olsan kendini içeri tıkılma ya da saldırı tehdidi altında hissedersin. İsveç’te hiç nefret mesajları falan alıyor musunuz?

Kişisel olarak hayır. En azından henüz değil. “Henüz” diyorum çünkü nefret mesajları, ölüm tehditleri ve nefret suçları, ayrımcılık ve faşizmin son altı-yedi yıldaki yükselişiyle birlikte İsveç’te bugünlerde çok daha yaygın. Siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar, gruplar ve sanatçılar her zamanki gibi hedefteler. Taşınıp kaçmak zorunda kalanlar, koruma alanlar oldu. Çoğu kurbansa hiçbir yardım alamıyor… “Swedish Guns” single’ını yayınladığımız günün öğleden sonrası telefonum çaldı. Numarayı tanımıyordum. “Tamam, işte başlıyoruz” dedim ve derin bir nefes aldım. Meğer yanlış numaraymış. Milliyetçi sağcılardan sert bir tepki bekliyordum ama öyle bir şey olmadı. Onların hepsi ahmakça gördükleri her şeyi “İsveç karşıtı” diye yaftalayıp şikayet etmeye bayılıyor. Bu yüzden de benim teorim şarkılarımızın onlara ulaşmadığı yönünde. Biz hala çok da büyük bir grup değiliz. İsveç’te bile. Anlayacağın bizimki hala biraz tereciye tere satmak gibi oluyor. Yani solcu indie’lere…

Ama çok önemli bir şey var! Silahlar, İsveç Demokratları (ırkçı, faşist ve milliyetçi siyasi parti) tarafından satılmıyor. Bu kararları alanlar sosyal demokratlar ve onlardan önce de liberal sağcılar. Gerçekten korkunç. Ama en azından onlar ve onlara oy verenler ölüm tehditleri savurmuyor. Bu görevi geri zekâlı milliyetçi katillere bırakıyorlar.

“BENİM İÇİN FARKLI MÜZİKAL FİKİRLERİ DENEME İSTEĞİ NE YAPABİLECEĞİMİZİ GÖREBİLMEKLE VE KENDİMİZİ KISMEN YENİDEN YARATARAK YENİLEMEMİZLE İLGİLİ…”

2007 yılında senle ilk kez röportaj yaptığımda The Radio Dept.’in hiçbir zaman kendini tekrar etmek istemeyen bir grup olduğunu anlamak çok aydınlatıcı olmuştu. Değişimi, farklı olmayı, her albümle yeni bir şeyler ortaya koymayı seviyorsunuz. Sürekli değişen yaklaşımlar kullanarak kendi sound’unuzu ve kimliğinizi yaratma güdünüz ve becerinizi nelere bağlıyorsun?
Söz konusu değişim olunca sanırım biz müzikle oynamayı seven insanlarız. Hiçbir şey bilmediğimiz ve müzik yapmaya başladığımız ilk zamanlarda da yaptığımız tam olarak buydu. Bu deneyimi sürekli yaşamayı seçtiğimiz için kendimizi aslında tam olarak ait olmadığımız ve yolunu yordamını tam olarak bilmediğimiz müzikal bağlamların içine bilinçli olarak yerleştiriyoruz. Ortaya çıkan netice bizim gibi tınlıyor çünkü biz neysek oyuz işte.

Ayrıca benim için farklı müzikal fikirleri deneme isteği ne yapabileceğinizi görebilmekle ve kendimizi kısmen yeniden yaratarak yenilememizle ilgili… Bir nevi saçınızı yeni kestiğinizde ya da iki sene önce asla giymeyeceğiniz yeni bir kazağınız olduğunda yaptığınız gibi. Hala kendiniz gibisiniz ama yenilenmiş bir hâldesiniz… Böyle hissettiğiniz zamanlarda ölüm duygusu bir anda çok uzaklara gitmiş oluyor.

Occupied EP’si ve ardından gelen yeni albüm Running Out Love’da mükemmel bir dans albümü havası hâkim. Kulüp müziğinin zevk sahibi tınılarına göz kırpan ve house müziğin belki de en güzel döneminin izlerini taşıyan ipuçlarıyla karşılaşıyoruz. Son yıllar kulüp müziğiyle haşır neşir mi geçti? Albümün yayınlanmasından önceki süreçte sizi şaşırtan etkileşimler yaşandı mı?

2014 yazında Running Out Of Love’ı yapmaya başladığımızda ilk fikir, altı uzun şarkıdan oluşan bir dans albümü ortaya çıkartmaktı. Pet Shop Boys’un Introspective albümüne modern bir cevap niteliğinde. Şarkıları prodüktörlerle birlikte tamamlayacak ve böylece Labrador ile plak anlaşmamızdan hızla sıyrılabilecektik. On küsur kısa şarkı yazmaktan daha kolay olacağını düşünmüştük. Ama bu konsepte bağlı kalmayı başaramadık; albümde çok daha başka etkileşimin yer bulabilmesi gerekiyordu. Yine de albümde bu fikre bağlı çok fazla iz yer alıyor. Yapım aşamasında birçok eski house ve techno kaydının yanı sıra Factory Floor gibi çağdaş grupları çok fazla dinledim. Martin ile Factory Floor’u birkaç sene önce canlı izledik ve harikaydı. Gerçekten çok etkilendim.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:52’ye ulaşabilirsiniz.