Kesişim Kümesi: Björk ve Sleater-Kinney ile bir ömür boyu izinden gidilesi kadınlar

Bir tarafta İzlanda’nın ayrıksı seslerinin peşinden yükselen Björk, diğer tarafta da punk’ın dert sahibi gitarlarını üzerine geçirerek Amerika’nın bağrından kopup gelen Sleater-Kinney…

Yazı: Seden Mestan – İllüstrasyon: Hilal Can

İlk dinleyişte, bu iki ismin yollarını kesiştirmeniz pek mümkün olmayabilir, haklısınız. Yeni albüm yayınladıklarını– veya yayınlayacaklarını ve hatta yayınlama ihtimalleri olduğunu- öğrendiğiniz anda hissettiğiniz mutluluğun büyüklüğü bu iki ismi birbiriyle kesiştiren. Çikolata krizinin ortasında karşınıza çıkan Nutella kavanozu gibi, tıklım tıkış otobüste hemen yanınızdaki koltuğun boşalması gibi, dev ve hayatın akışını değiştiren bir mutluluk bu.

Yani en azından benim için öyle oldu.

2005 tarihli The Woods albümünün ardından dağıldığını açıklayarak bünyeyi yaslara boğan Sleater-Kinney, kocaman bir 10 senenin ardından yepyeni bir albümle çıkageldi. No Cities to Love adlı bu tazecik eserin sıradan bir toplaşma albümünün fersah fersah ötesinde, yıllar öncesinin yüksek enerjisini üzerinde taşıyor olması ise apayrı bir sevinç kaynağı oldu; karşımızda grubun diskografisinin en sağlam albümlerinden biri duruyordu çünkü. Ve evet, söylenenin aksine, punk ölmemişti. Hayata karşı yüreğinizi bir karamsarlık sarmışsa No Cities to Love’un sesine bir kulak verin. Karamsarlığınızın uçup gideceğini garanti edemeyiz belki ama yalnız olmadığınızı fark etmenin verdiği o tarifsiz histen güç alacaksınız.

Björk’ün Vulnicura albümü şarkıların internetten sızmasıyla birlikte beklenenden çok önce geldi buldu bizleri. Talihsizce olmuş olabilir ama gizliden gizliye sevinmedik de değil. Müzikal açıdan kendini sürekli yenilemenin, elindeki formülleri bozup bozup bambaşka şekillerde sunmanın peşini bir an olsun bırakmayan bir müzisyenin bu sefer bize neler sunacağını merak etmekten perişan olmuştuk çünkü. (Abarttık mı? Eh, biraz ama “çok” az.)

Nitekim yanılmamışız da. Ayrılık sonrası zorlu sürecin kalp kırıklıklarını albümüne taşıyan Björk (neticede o da insan), yaylıların o bilindik sesleri üzerinden her parçada farklı yerlere savrulan, tekinsiz hisler yaratıyor Vulnicura’da. Kayıtlar sırasında Björk’e eşlik eden Arca ve The Haxan Cloak’un bu tekinsizlik üzerinde ayrıca bir etkisi olduğunu hissetmemek imkansız. Eğer albümü dinlemediyseniz ve Antony’nin (Hegarty olan) sesine tutkunsanız, Atom Dance parçasında sizi bir sürpriz beklediğini de ekleyelim.

Yıllar yıllar önce, daha kulağımıza ilk çalındığı anda hayatımızın gidişatını değiştiren bu kadınların ellerinde yeni parçalarla yolumuzu kesmesinin neredeyse kutsal diyebileceğimiz bir tarafı var. Müzikle mutlu olan herkese selam olsun!