“Politik şiddetin olduğu her yer”: Emin Alper’le Abluka üzerine

Venedik Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü’yle dönen ve 6 Kasım’da gösterime girecek olan  Abluka ’daki karakterlerin paranoya hâlinin toplumsal izdüşümlerine, gerçeklik ve hayal arasındaki muğlaklığa ve filmdeki atmosferle paralellik gösteren güncel siyasi konjonktüre dair yönetmen Emin Alper’le söyleştik.

 (Not: Söyleşi filme dair spoiler içermektedir ve 1 Kasım seçimlerinden önce gerçekleştirilmiştir.)

Röp: 13melek, Neyir Özdemir – İllüstrasyon: Saydan Akşit

Abluka ‘da Tepenin Ardı ’ndaki paranoya hâlinin biraz daha kişisel ve şehre taşınmış bir hâlini izlediğimiz hissine kapıldık. Bu hikâye kafanızda ne zaman oluşmaya başladı; politik arka planını oluştururken nelerden etkilendiniz?

Teşhisiniz doğru. Tepenin Ardı ‘nın konusu daha çok kolektif bir paranoya hikâyesiyken, Abluka ’da bireysel düzeyde işleyen bir paranoya ve birbirini tahribe yönelmiş iki karakterin hikâyesi var. Filmin öyküsü uzun zaman içerisinde ve yavaş yavaş şekillendi, ilk olarak 2000’lerin başında kafamda oluşmaya başlamıştı. Ana hatları Tepenin Ardı ‘ndan önce çıktı ama daha büyük bir prodüksiyon gerektirdiği için kenara koymak zorunda kalmıştım. Fikrin ortaya çıkışı üniversite yıllarının tecrübesi, 90’lı yılların sonu ve o zamanlar yaşadığımız politik havanın ilhamıyla gerçekleşti. Filmin atmosferi tam anlamıyla 90’lı yılların havasından esinlenerek oluştu. Başlangıçta iki farklı hikâye gibiydi Kadir’le Ahmet kardeşlerin hikâyeleri. Zamanla hikâyeler değişti, biçim kazandı ve birbirleriyle ilişkiye geçti, yan karakterler girdi ama fon ve atmosfer neredeyse ilk fikrin oluştuğu andan itibaren buna yakın bir atmosferdi.

Kadir ve Ahmet’in dozu gittikçe yükselen bir paranoyanın içine sürüklendiklerine şahit oluyoruz ve bu paranoyanın somut ve bireysel sebeplerini de görebiliyoruz. Ancak bir yandan da bu paranoya hâlini destekleyen mahalledeki abluka durumu var. Siz alegorik açıdan baktığınızda Türkiye toplumundaki birbirine güvensizlik durumunun Abluka ‘ya nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz?

Birebir yansıyor. İçinde yaşadığımız politik atmosferin bizi nasıl birbirine güvenemez, paranoyak hâle getirdiği ve bu ruh hâlinin bizi nasıl yer yer delirmenin eşiğine sürüklediği fikri bu filmin de temel ilerletici fikirlerinden bir tanesi. Dediğiniz gibi karakterlerin yavaş yavaş paranoyaya sürüklenmesinin aslında birden çok nedeni var. Bunlardan bazıları kişisel, mesela Kadir’in Meral’le kurduğu ilişki çok önemli bir faktör ya da Ahmet’in kendi kişisel dünyasındaki kırılganlıkları çok belirleyici. Ama bütün bunların yanısıra bu politik atmosfer karakterleri kuşatsın, bu kuşatılmışlık hâli onları yavaş yavaş paranoyak bir ruh hâline doğru itsin istedim. Dışarıdan geçen kamyonlardan Ahmet’in camının çatlamasına, Kadir’in sokakta dolaşırken karşısına çıkan TOMA’lara kadar hepsi bu dünyanın bir parçası. Böyle bir dünyada Ahmet bağlandığı köpeğe tutunmaya çalışırken, Kadir de kaybolmuş bir şekilde bu kaotik dünyaya anlam verebileceği bir komplo teorisi peşinde dolanıyor. Bu anlamda o atmosferle karakterler arasında bazen belli belirsiz bazen daha güçlü hissettiğimiz sürekli bir ilişki mevcut ve atmosfer karakterleri belli bir tarafa yönlendiriyor.

İki karakterin paranoyasının birbirini beslemesi söz konusu ve bunu iletişimsizliğe bağlıyoruz. Karakterler birbirleriyle konuşamadıkça da paranoyanın ve hayalî dünyanın dozu yükseliyor. Toplumsal anlamda düşünürsek paranoyalarımızın temel sebebinin iletişimsizlik olduğunu söyleyebilir miyiz?

Buradaki iletişim eksikliğinin arkasında hem bireysel, hem pratik nedenler olduğunu söyleyebiliriz. Ahmet’in beklentileriyle abisinin beklentilerinin çok farklı olmasının da burada bir rolü var. Ahmet’in hayatında hiç önemli olmamış bir karakter birden hayatına girmeye çalışıyor, bu işin bireysel kısmı. Toplumsal kısmına gelecek olursak da modern toplumun insanı atomize etmesi ve yabancılaştırması durumu var. Tepenin Ardı ‘nda da iletişim eksikliği vardı ama ben her iki taraf için de iletişim eksikliğini yaratan şeyin daha çok korkularımız ve güvensizliğimiz olduğunu düşünüyorum. Ahmet söz konusu olduğunda böyle bir korku onun içine kapanmasına yol açıyor. Kendi yaptığı köpek öldürmek işiyle, köpeğe yönelmekle açığa çıkan duygusal zaafı arasındaki ilişki onu daha tedirgin, daha korkak yapıyor. Köpekle kurduğu ilişki öğrenilsin istemiyor. Bu durum onun için hem bir zaaf hem de işini doğru yapmaması sebebiyle işini kaybetmesi anlamına gelebileceği için, Ahmet’in içe kapanması büyük ölçüde bizim toplum olarak içinde bulunduğumuza daha yakın bir güvensizlik, korku ve içe kapanma hâliyle ilişkili diyebilirim.  Kadir ise aslında iletişim kurmaya çalışan, daha mütecaviz olan, kardeşinin dünyasına saygı göstermeyen, sürekli onun dünyasına girmeye çalışan taraf. O da başka bir memleket tipolojisi. Ağabeylik pozisyonuyla bunda hak gören, sahip çıktığını düşünen ama Ahmet üzerinde otorite kurmaya çalışan, onu sahiplendiğini söylerken aslında için için kıskanan, Meral’e karşı hissettiklerini kardeşine yansıtıp onu âdeta kontrol etmeye çalışan bir tip olarak karşımıza çıkıyor. Ve bu tavrı da Ahmet’in onu daha da itmesine neden oluyor.

Öte yandan Kadir’in sırtına binen ve o paranoyayı besleyen bir devlet mekanizması var.

Aslında Ahmet için de durum öyle. Ahmet’in hikâyesi daha alegorik, Kadir’in hikâyesi daha doğrudan bir hikâye. Az önce bahsettiğim hem bireysel hem atmosferden kaynaklanan nedenlerin yanında bir de otoriteyle kurdukları ilişki nedeniyle bu karakterlerin paranoyaya sürüklenmesi durumu var. Kadir’in üzerinde açık bir baskı var ve belki de bu baskı onu bir an önce bir senaryo kurmaya yöneltiyor. Aynı şey bence Ahmet için de geçerli. Ahmet’in de belediye görevlisi Vahap’la olan ilişkisi bir kırılma noktası. Vahap’ın onu odaya aldığı ve karıştırarak ezdiği sahnede aslında bayağı bir sarsıntı geçiriyor Ahmet. O sarsıntıdan sonra suçluluk duygusunun daha da arttığını ve köpeği korumak için daha yoğun bir çabaya girdiğini görüyoruz.

Filmlerinizde toplumsal paranoyayı erkekler dünyasının içinde örülen ve beslenen bir olgu olarak gösteriyorsunuz. Sizce bu erkekliğe özgü bir durum mu? Eğer öyleyse bu evrensel bir durum mu yoksa filmlerinizdeki erkekler Türkiye toplumuna ait belli kodları da barındırıyor mu içlerinde?

Bu paranoyanın erkeklere özgü bir şey olduğunu düşünmüyorum ama iki filmde de politik şiddet bir şekilde gündemde olduğu için erkekler kendiliğinden öne çıkıyor, paranoya olgusu nedeniyle değil. Paranoya bu karakterleri hareket etmeye zorluyor, bu hareketten bir şiddet doğuyor ya da şiddeti çağıran hareketler ortaya çıkıyor. Belki bu nedenle erkekler kendiliğinden öne çıkıyor, yoksa paranoyak senaryolar kurmak tabii ki cinsiyetlere özgü bir özellik değil. Tepenin Ardı ’ndan sonra çok erkeklerle dolu bir film olduğu söylendi, bazıları bunu çok eleştirdi. Abluka ’da kadın karakter olabilir mi diye çok zihin jimnastiği yaptım, ama bu karakterler icra ettikleri meslekler itibariyle de kadın olamazlardı. Birisi çöp toplayıcısı, öbürü de köpek avcısı. Bu nedenlerle karakterlerin erkek olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’ye topluma özgülük sorusunun cevabı ise hem evet, hem hayır. Bu karakterler bir yönüyle evrensel, politik şiddetin olduğu her yerde buna benzer bir hâl olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan yerli karakterlerden, yerel gözlemlerden beslendiğimiz için buradan bir şeyler taşımaması düşünülemez.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:44’e ulaşabilirsiniz.