Rock en Seine direktörü François Missionnier ile müzik festivalleri üzerine

Dünyanın her bir yerinden müzik festivalleriyle ilgili haberler okuyoruz, konser videolarını izliyoruz, oraya gidiyoruz, gitmeyi hayal ediyoruz, kimilerine Türkiye’den müzisyenler gönderiyoruz. Açık hava müzik festivalleri seyircilere kimi müzik severlerin en heyecanlandığı , en sevdiği grupları aynı günde dinleyebileceği ve diğer müzikseverlerle birlikte eğlenebileceği bir alan ve atmosfer sunuyor. Aslında festivaller sadece müzikle ilgili olmanın ötesinde. Festival dinleyicilerinin festivallerle ilgili farklı sosyal ve fiziksel beklentileri de oluyor. 2003 yılından beri Paris’te düzenlenen, Fransa’nın en büyük müzik festivallerinden biri Rock en Seine, dinleyicisinin farkında olduğu/olmadığı istekleri karşılayan/karşılamaya çalışan örnek festivallerden biri. Festival geçtiğimiz Ağustos ayında 3 gün boyunca The Chemical Brothers, The Libertines, Kasabian, FFS, The Offspring, Alt-J, Tame Impala ve daha birçok sanatçıyı dinleyiciyle buluşturdu. Rock en Seine’in kurucusu ve direktörü François Missionnier ile Rock en Seine ile başarmaya çalıştıkları ve müzik festivalleri hakkında sohbet ettik. Röp: Aycan Taşyürek, Foto: Victor Picon

Rock en Seine Müzik Festivali festival sırasında çeşitli aktivitelerle desteklediği birçok değerler savunuyor. Yardım kuruluşlarını destekliyorsunuz, yeni yetenekleri tanıtıyorsunuz, sürdürülebilirliğe önem veriyorsunuz, çocuk dinleyicileri müzikle eğitiyorsunuz, vs. Uluslararası bir müzik festivalinin  birtakım değerlere sahip olması sizce neden önemli?
Bu kadar fazla sayıda insana ulaşabildiğimiz için çok şanslıyız. Festivalin her gününde 40 biner kişi olmak üzere toplamda 100 bin ile 120 bin arası seyirci ağırlıyoruz. Bu işi yapmamın nedenlerinden biri de; üzerimizdeki bu büyük ışığı bilinmeyen ama sevdiğimiz sanatçılar için yararlı ve çevre için duyarlı bir hale getirmek. Fotoğraf ve resim sergileri düzenliyoruz, kitaplar hakkında konuşuyoruz –çünkü rock sadece müzik değil bir yaşam tarzı. Bunun bir misyon olduğunu söylemek fazla olur ama inandığım şeyleri savunmak benim için önemli.

Değerlerinizden biri de “genç dinleyiciyi sanatla eğitmek”. Bu değeri biraz daha açıklayabilir misiniz?
10 yıl önce çocuklar için rock festivali diye tanımlayabileceğimiz “Mini Rock en Seine” diye bir konsept yarattık. Mini Rock En Seine 6-10 yaş arasında 150 çocuğun katıldığı bir festival. Okul değil eğlence. Atölyelere katılıyorlar, parti yapıyorlar, çocuklar müzisyenlerle röportaj yapıyor… Bence kültüre erişim, müzik ve kültür hakkında bilgili olmak genç yaşta başlamalı. Her çocuğun bu konunun öneminin farkında olan ve çocuğuna kültürel eğitim veren ebeveynleri yok. Biz bunu teşvik etmek istedik.

Dinleyiciyi festivale nasıl dahil ediyorsunuz? Tüketici ya da müşteri gibi hissetmektense festivalin önemli bir parçası olduklarını hissetmelerini nasıl sağlıyorsunuz?
Bana göre, dinleyiciler öncelikle birer vatandaş, bir şehrin halkı. Çünkü Rock en Seine 40 bin nüfusu olan bir şehir gibi. Eğlence, müzik ve insanların farklarını unutabileceği bir ana adanmış büyük bir şehir.  Yaptığımız esas şey insanların deneyimlerini paylaşabileceği uygun bir ortam yaratmak. Sen de festival sırasında göreceksin; bizim şehrimizin içindeyken esas şehri unutuyorsun. Eyfel Kulesi’nin dibindeyiz ama bu güzel ağaçlarla çevriliyiz. Rock En Seine’in düzenlendiği parkın 17. yüzyıla uzanan bir geçmişi var. Bu da festivalin özel bir atmosfere sahip olmasına katkıda bulunuyor.

Park festivalin ruhunu değiştiriyor olmalı. Park festivalden sonra herhangi bir şekilde zarar görüyor mu? Çünkü burada binlerce kişinin geldiği büyük bir festival düzenliyorsunuz, sahneler inşa ediyorsunuz, tuvaletler yerleştiriyorsunuz, festivalin sonunda çok fazla çöp birikiyor olmalı. Çevreyi ne ölçüde ve nasıl koruyorsunuz?
Güzel bir soru. Bu konuya oldukça önem veriyoruz ve vermek zorundayız da. Bu ağaçlar yüzlerce yıllık. Narin ve değerliler. Kamp alanında, festivale gelenlerin nerelere çadır kullanabileceği konusunda çok dikkatli oluyoruz. Ağaçlara yakın çadır kurmalarına izin verilmiyor. Temizlik ekibimiz çevreyi yalnızca temizlemiyor ama sorumsuz davranan dinleyicileri de uyarıyor. Cam, kağıt, tahta her şey geri dönüşüme gidiyor. Aynı şeyi yiyecekler için de yapıyoruz. Birlikte çalıştığımız bir şirket var. Festival sonunda hiç dokunulmamış, son kullanma tarihi henüz geçmemiş ama atılacak olan yiyecekleri topluyorlar ve fakirlere yardım eden derneklere dağıtıyorlar.

Son 3 yıldır, Rock en Seine “Avant Seine” ve “Ile de France” sahnelerinde yeni müzisyenleri tanıtıyor.
Netleştirmek için söyleyeyim, hem Fransız hem de uluslararası sanatçılara bu şansı sunuyoruz.

Bu sahnelerin programlamasını yaparken ne gibi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz?
Herhangi bir kriter yok, en azından sıkı kriterlerimiz yok. Jüri diyebileceğimiz gazeteci ve müzik ajansları temsilcilerinden oluşan bir ekiple çalışıyorum. Her sene konserleri takip ediyoruz ve hangi müzisyenlerin yer alabileceği konusunda tartışıyoruz, kafa patlatıyoruz. Her senenin sonunda 15 grup seçiyoruz. Birbirlerinden farklı türlerde çalmalarına özen gösteriyoruz. Elektro, Fransız müziği, hard rock, rock ‘n roll,… 

Bu resmi bir yarışma mı?
Hayır kesinlikle değil. Müzikte yarışma fikrinden hoşlanmıyorum. Sübjektif tercihler görmeyi tercih ederim.

Dinleyicilerin bu sahnelere ilgisi büyük mü?
Evet, dinleyicimde en çok sevdiğim şey de bu. Oldukça meraklılar.

Festival dinleyicisinin ana akımdansa keşfedilmemiş, popüler veya ticari olmayan müziğe daha çok ilgi duymaya başladığı düşüncesine katılıyor musun?
Bu düşünceye inanmayı isterdim ama figürlere bakınca  genel dinleyici kitlesi aynı müzikleri alıyor ve dinliyor. Dünyadaki farklı şehirlerde büyüyen müzik festivalleri bu düşünceyi geliştirmek ve yaymak için önemli araçlar. Örneğin, yeni oluşan müzik grupları dediğinde küçük grupları kast ediyorsun ama aslında Tame Impala gibi gruplar da bu gruba dahil.

Aslında Tame Impala oldukça biliniyor?
Biliniyor ama kim tarafından? Son albümleri fantastik ama Fransa’da bile çok satmıyorlar çünkü popüler bir grup değiller. Pazar günü festivalde The Chemical Brothers’tan önce sahne alacaklar, belki de 30 bin seyircinin önünde. Ve umarım bu seyirciden bir kaç bini onların ne kadar da iyi müzik yaptığını keşfedecek. İşte festivaller tam da bunun için.

Sence canlı müzik sektörü –özellikle de müzik festivali sektörü- kayıtlı müzik endüstrisinin dijitalleşmesinden nasıl etkilendi? Ya da hiç etkilendi mi?
Aralarında bir bağ var mı bilmiyorum açıkçası. Her ülke bunu farklı deneyimliyor. Örneğin Belçika’nın güçlü ve tutkulu bir festival geçmişi var. Ama Fransa’ya bakacak olursak, yaklaşık 10 yıl  önce başladı. Daha önce de festivaller vardı ama sayı ve nitelik açısından daha çok son 10 yıldır hızla gelişiyor. Bir şekilde bence bu müziğin gittikçe maddesel olmaktan çıkmasıyla alakalı. Müziğin dijitalleşmesi dinleyicide diğer insanlarla ve müzik gruplarıyla fiziksel iletişime geçme isteği uyandırıyor. Festivaller de buna olanak sağlıyor. İnsanların bu günlerde birlikte yeni anlar paylaşmanın sıcaklığına daha çok ihtiyacı var. Müzik de buna imkan sağlayan en iyi şeylerden biri.

https://www.youtube.com/watch?v=NMn-XqQVF-Y