Seren Yüce ile orta sınıfın dertleri üzerine: Rüzgarda Salınan Nilüfer

İlk filmi Çoğunluk’la büyük ödüllerin neredeyse tamamını silip süpürdüğü Antalya Film Festivali’nde bu ay Rüzgarda Salınan Nilüfer ile yarışacak olan Seren Yüce ile filmini ve sinemasında kurcaladığı meseleleri konuştuk.

Röp: Melikşah Altuntaş

Çoğunluk gibi övgülere boğulan, bol ödüllü bir ilk filmin ardından o meşhur ikinci film sınavı nasıl hissettiriyor? Aradan geçen yaklaşık 6 yıl ve ilk film kaynaklı beklentiler üzerinde bir ağırlık yarattı mı?

Senaryonun bir kısmı kendiliğinden gelişen bir süreç. Bulduğun fikrin duygusu tam hissedilmediği zaman yazması da pek mümkün olmuyor. Bu yüzden Çoğunluk’ta yakalayabildiğim duygunun doğru olduğunu anladıktan sonra aynı yoğunluğu yakalayabilme beklentisi bir sınavdı belki, o kadar uzun süren de o oldu.

Rüzgarda Salınan Nilüfer, tıpkı ilk filmin Çoğunluk’ta olduğu gibi üst-orta sınıfa mensup bir aileyi merkez alıyor ve ana karakterler üzerinden birtakım toplumsal kodları didiklemeye devam ediyor. Türkiyeli çekirdek aile ve onları oluşturan bireylerle nasıl bir derdin var? 

TC orta sınıflarının bencillik, tutuculuk, milliyetçilik, fırsatçılık gibi dertleri var. Toplumsal tezahüründen çok kişilerin bunu nasıl hayata geçirdiklerinin anlamaya çalışıyorum.

Yarattığın karakterleri içine attığın olaylar, seyirci olarak onları yargılamamıza son derece olanak tanısa da, her biriyle empati kurma şansımızı da elimizden almayan, sağduyulu yönetmen tercihleri görüyoruz her iki filmde de. Yazdığın karakterlerle, onları sevip sevmeme gibi yakınlıklar yaşıyor musun, yoksa yalnızca anlamaya ve anlatmaya çalıştığın dertlerden mi sorumlular?

Yazdıkça karakterlerle tanışıklık artıyor, bu tanışıklık arttıkça da onlarla kurduğum ilişki nötrleşiyor, bir noktadan sonra yaptıklarında anlam bulmaya başlıyorum. Çok sevmediklerim olsa da hiçbir zaman kötü şeyler düşünmüyorum haklarında.

Rüzgarda Salınan Nilüfer’de karakterlerin mütemadiyen telefonlarını kurcalaması, ipad’le saatler geçirmesi, selfie çekip, çeşitli app’lerle haşır neşir olması gözden kaçmıyor. Konu ettiğin sınıfa ait bu teknolojik alet bağımlılığını nasıl değerlendiriyorsun? 

Bu teknolojik aletlerin birçoğuna hiç ihtiyacımız yok, en azından tüm fonksiyonlarına. Ama onlar kendilerini bir ihtiyaca dönüştürmeyi çok iyi beceriyorlar. Bu tuzağa nasıl düşülüyor? Bu gereksiz aletlerle bu kadar çok ilgilenebildiğimize göre başka birtakım duyguların yerini dolduruyor olmaları gerek. Bugün önemli bir miktar insan için bir aletin özelliklerine karşı duyulan hayranlık bir insana karşı duyulandan çok daha büyük ve etkili. Artık teknolojiye karşı çok kuvvetli duygusal bağlarımız var. Bu ilişkiyi insanların para harcayarak kocaman boşluklara dönüştürdükleri yeri bulmayı, onu tarif edebilmeye çalışıyorum.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:52’ye ulaşabilirsiniz.