Shakespeare ile ruhdaş olmak: Bülent Emin Yarar ve Onur Ünsal

Röportaj: Gülin Dede Tekin – İllüstrasyon: Sadi Güran

22. İstanbul Tiyatro Festivali bu yıl 22 Kasım ve 23 Kasım’da Zorlu PSM’de, Çağdaş Tiyatro’nun sihirbazı olarak bahsedilen yönetmenlerden Robert Lepage’in Hamlet ’ini seyirciyle buluşturmaya hazırlanıyor. Peki bu sırada Türkiye’de Hamlet denince neler oluyor? Fırsat bu fırsat İstanbul’da yıllardır Hamlet karakterine hayat veren iki başarılı oyuncuyu, Bülent Emin Yarar ve Onur Ünsal’ı bir araya getirelim istedik. Beş yıldır Devlet Tiyatrosu’nda tek başına Hamlet’e nefes olan Yarar ile, altı yıldır Moda Sahnesi’nde çağdaş bir Hamlet karakteri çizen Ünsal’a sorduk: BBC’nin yaptığı bin yılın dâhileri oylamasında, Winston Churchill, Isaac Newton gibileri geride bırakan Shakespeare kimdi?

Gülin Dede Tekin: Halktan biri mi, zengin bir iş adamı mi? Gerçek bir kişi mi, yoksa bir yazarın takma adı mı? Hayatı ile ilgili birçok şey gizemini korurken, Shakespeare’i konuşmaya nereden başlamalı?

Onur Ünsal: Söylenti bunlar.

Gülin: Yüzlerce yıldır o söylentilerin üzerinden konuşuyoruz ama.

Bülent Emin Yarar: Tabii söylenti dahi olsa, Shakespeare yaşadı mı, var mıydı? Ne olursa olsun bence bütün yazarlar için üç aşağı beş yukarı malzeme hiçbir zaman değişmiyor. Dünya aynı dünya, 450 yıl da geçse aynı dünya. Dolayısıyla malzemeler aynı. Ama bir dil yaratıcısı, üstadı olmak farklı bir şey. Shakespeare bence burada öne çıkıyor. Yani o bir dil ustası. Ve bu ustalığı, onu diğerlerinden ayıran en büyük özelliği. O yüzden Shakespeare söylemek çok önemli. Yani oynamaktan ziyade Shakespeare söylemek…

Gülin: Alamet-i farikası da o galiba… İngilizceye çok sayıda kelime katabilmiş birinden söz ediyoruz.

Onur: “Kısasa Kısas”a yeni baktım mesela. Orijinaline… Birçoğu İncil’den alıntılanmış. Cümlelerin Shakespearece oynanmış halleri var metinde. Bilgiyi alıyor, kendince başka bir şeyle harmanlıyor ve onunla bambaşka bir şey yaratıyor. Çok oyuncaklı bir adam. Ben hiç bu kadar eğlenceli bir adam olduğunu bilmiyordum Hamlet’i çevirmeye başlamadan önce. Daha önce de çalışmıştım ama okul dönemimiz daha çok Shakespeare’den sıkılarak geçmişti.

Bülent Emin: Shakespeare’in şiirini hem algılayıp hem de aktarmayı bilmemiz gerekiyor. Zaten oyuncunun işi o! Anlatıcısın, anlatmak! Yani aktarmak. Biz genelde daha çok oyunbaz oluyoruz, aktarmayı sanki ikinci planda yaşıyoruz gibi hissediyorum. Eğlenceliymiş dedin ya, neşe içinde yazdığı oyunları var ama bir yandan isyanları da var. İsyanını ortaya çıkarırken, mesela Hamlet’i deli alması çok enteresan. Ama Hamlet bir süre sonra o delilik oyununa kapılıyor da gidiyor.

Gülin: Numara biraz gerçeğe mi dönüşüyor?

Bülent Emin: Eh tabii dönüşümü de var Hamlet’in. Çünkü Shakespeare o kadar küçük şeylerden yola çıkıyor ki Othello’ya baktığımız zaman bir mendilden yola çıkıyor, bir tane mendil insanoğlunu nerelere sürüklüyor. Ya da Macbeth’e baktığımız zaman cadıların bir fiskosu –cadıya ben düşünce diyorum hep– bir düşünce kafasına girince insanın o düşünce nerelere gark oluyor sonradan. Basit şeylerden koca dünyalar yaratıyor. Bence en büyük özelliklerinden biri de bu.

Onur: Kesinlikle. Çok güzel parantez açıyor. En ufak bir şeye, en ufak bir mutlu düşünceye inanılmaz güzel parantezler açıyor.

Bülent Emin: Öğrencilik yıllarındaki korkumuz da biraz o dilden kaynaklı oluyor galiba.

Onur: Tam da korku değil belki… Dilden, çeviriden, anlamamaktan, içindeki özel kelimelerden, onların göndermelerine vakıf olamamaktan dolayı altında ezilmekten diyelim. Mesela gerçekten orijinaliyle ya da orijinalini bilen biriyle böyle bir hemhal çalışma yapmadığın zaman da algılamak biraz zorlaşıyor Bülent Abi.

Bülent Emin: Belki de… Ama başka şansımız yok.

Onur: Evet başka şansımız yok. Her eser için biraz böyle aslında. Ama yine de İngilizce bilenler ya da İngilizce bilen biriyle çalışanlar için Shakespeare’in dilbazlığı şöyle; harflerle de dilbazlık yapıyor. Sadece kelimelerle, cümlelerle değil. Mesela S’li cümleler söylemeyi seçiyor ya da Richard’ı P’li harflerle aksatmayı seçiyor. Çok eğlenceli. Ben trajedisinin de çok eğlenceli olduğunu düşünüyorum. O küçük parantezleri aça aça ilerleyişi…

“Şu anda görmek istemediğimiz ne varsa, Hamlet bunun sembolü aslında. Bizim de gözlerimiz kapalı. Hatta kulaklarımız, hatta ağzımız… İşte Shakespeare’in ustalığı sanıyorum bu.” – Bülent Emin Yarar

“Shakespeare herkesin yerel yazarı olabilir. Her zaman burada olabilir. Ne yazık ki…” – Onur Ünsal

Bülent Emin Yarar

Gülin: Hani olgunlaştıkça aslında geçmişte uzak olduğumuz birçok şeyi ne kadar sevdiğimizi fark ederiz ya, öğrencilikte “daha çekiniyorduk” dediğin şimdiyse sıkı sıkı bağlandığınız şey böyle bir şey mi?

Onur: Öğrenciyken Macbeth’i oynuyorsun, Macbeth deniyorsun, “Ne o önünde gördüğün bir hançer mi?”. Yani inanmak çok zor. Zaten kan kaynıyor. Metinde kraliyet geçiyor. Böyle bir şey tanımamışsın o güne kadar. “Aslında şöyle bir şey söylüyor, aslında o gördüğü kendi falanı” gibi varsayımlardan yola çıkmayınca hep o kelimelerin cümlelerin altında ezildik. Anlamayınca anlayamayınca ezildik. Prens oynamamız, kral oynamamız gerek zannettik, prens olmamız gerekiyor zannettik. Halbuki sadece Danimarka prensinin hikâyesi olabilir mi Hamlet? Öyle olsa buraya nasıl gelsin? Oturup prens çalışmaktansa Shakespeare ne diyoru çalışınca daha eğlenceli oldu. Rahatlattı.

Bülent Emin: Hani basitten yola çıkıyor dediğimiz yere döndüğümüzde de, Hamlet karakterine baktığım zaman, Hamlet’in “Ya ben ne yapıyorum, niye burada bekliyorum? Harekete geçmem lazım,” sürecini baya geç yaşıyor olduğunu hissediyorum. Kralın ölümü, yeni kralın amcası oluşu ve annesiyle olan beraberliği ve buna karşılık Hamlet’in gözlerindeki perdenin yavaş yavaş kalkmasını görüyoruz. Yine bir eylemsizlik var ama yavaş yavaş kalkıyor o perde ve o noktada görmeye başlıyor her şeyi. Şu anda görmek istemediğimiz ne varsa, Hamlet bunun sembolü aslında. Bizim de gözlerimiz kapalı. Hatta kulaklarımız, hatta ağzımız… İşte Shakespeare’in ustalığı sanıyorum bu. Keşke değişse. Yüzyıllar geçti aradan. Keşke başkalaşsa insanlar.

Onur: Keşke bu oyunlar oynanmasa. Keşke güncelliğini yitirmiş olsa.

Bülent Emin: Yani oynansa da işte…

Onur: Klasik diye bakılsa sadece.

Bülent Emin: Evet ama öyle olmuyor.

Onur: Shakespeare için bir Bulgar yazar, “Ne zaman başım sıkışsa hep yerel yazara geçerim” diyor. Shakespeare herkesin yerel yazarı olabilir. Her zaman burada olabilir. Ne yazık ki…

Gülin: Peki sizce?

Onur: Bizde krallık yok ama çürümüş bir şeyler var.

Gülin: Çürümemiş bir şey kaldı mı?

Onur: Olay zaten Danimarka’da geçmiyor. İngiltere’de geçemeyeceği için Danimarka’da geçiyor. Çünkü İngiltere’de geçse öldürürler Shakespeare’i. O dönemde yaşatmazlar. Bunlar kolay işler değil ki, İngiltere’deki kralı öldürdün bunu da gittin kraliçeye seyrettirdin.

Gülin: Bir de bunu gerçekten kralın önünde yapıyor. Gözüne sokmak istediği şeyi çat diye bu kadar gözüne sokabilen birisi, cesaretli de.

Onur: Globe Tiyatrosu‘na bakarsak; Ona da, öbürüne de her kesime yapıyor. Herkesin birbirini boncuk gibi öldürdüğü dönemde her oyunda bir kral öldürüp yine de soyluluk nişanı almayı başarabilen bir adam. Dilbazlığı bu adamın. Tabii kral ölüyor oyunda ama yerine mutlaka başka kral geliyor, daha iyisi geliyor. Hep böyle bir gönül alma hali de var.

Bülent Emin: O süreci de dondurmuyor.

Onur: Döneminde hiç anlaşılamamış da sonra anlaşılmış gibi düşünmeyelim. Hayır. O dönem de tiyatrosu doluyormuş. 200 yıl sonra da aynı, 500 yıl sonra da aynı. Tuhaf yaşayan bir adam, tuhaf yaşayan ve yaşatabilen bir adam. Evet Hamlet’i al Filistin’de de oyna, o yine krallık hikâyesi olur.

Gülin: Sizce Shakespeare tüm bunları yazarken, kurgularken böyle küresel ve zamanın ötesinde bir şeye dönüşebileceğini aklına getirmiş midir?

Onur: Ben şöyle olduğunu düşünüyorum. Eğer Shakespeare gerçek bir kişiyse, o kitaplarda okuduğumuz varsayılan hayat hikâyesi mantıklı geliyor. Küçükken kelimelerle oynayan, şair, doğa ile iç içe olan, babası kasap, şiir dükkânı, yazıları, yaşadığı büyük yıkım falan onu böyle inanılmaz bir adam yapmış olabilir.

Bülent Emin: O kadar tahmin ettiğini sanmıyorum. 450 yıl boyunca oyunlarının oynanacağını düşündüğünü sanmıyorum. Bence hatta kendi döneminde oynandığı zaman, oyunculardan oldukça şikâyetçiymiş gibi geliyor. Hem Hamlet’te hem diğer oyunlarda, araya sıkıştırır ama Hamlet’te baya bağıra bağıra söylediği bir oyuncular tiradı vardır. Ben bazen öğrencilerime diyorum ki, “Okullar biliyorsunuz paralı, para vermenize gerek yok. Shakespeare’in yazdığı o oyuncular tiradını özümseyin. Bence yürürsünüz.” Tabii ki esprisi ama bence öyle bir kopukluk da yaşamış gibi de geliyor.

Onur Ünsal

Gülin: Sadece erkek oyuncularla oynamak zorunda olmasıyla bir ilgisi var mıdır?

Onur: Bence hoşuna gitmiştir bu.

Gülin: O zaman bu noktada sormam gerek. Shakespeare’in yazdığı oyunlardaki kadın karakterleriyle bir sorunu olduğu tartışılır sık sık. Siz ne düşünüyorsunuz?

Onur: Biz Moda Sahnesi olarak, burada Shakespeare çalışanlar olarak hiç öyle düşünmüyoruz. Bu konuda da bir sürü insanla tartıştık. Kadınlarla, kadın karakterlerle bir sıkıntısı olduğunu düşünmüyoruz.

Gülin: Birçok farklı bakış açısı var bu konuda.

Onur: Evet herkes farklı düşünüyor. Mesela biz Ophelia’yı güçsüz bir kadın olarak görmüyoruz. Babası ve abisi arasında kalıp deliren, sistemin kurbanı bir genç kız olarak görüyoruz. O genç bir kız. Kafasının üzerinde de koskocaman bir kraliyet var. Babası var, yani deyim yerindeyse yerden yere vuruyor onu. Hiçbir şeye izni yok ve çıldırma sahnesinde de babasının en başından beri dedikleri, kurallar, ahlak, birtakım seksi laflar, birtakım ninniler arasında ölüyor.

Bülent Emin: Ölüyor ve ölüşü de bence müthiş bir şey. Hamlet deli taklidi yapacağım diye başlıyor ama Ophelia öyle bir süreç yaşamıyor. Baya başka bir yere gidiyor, boyut atlıyor.

“Daha basit bakmalıyız. Öyle bakınca Shakespeare herkese çok rahat ulaşabiliyor.” – Bülent Emin Yarar

“Ben kadınlara çok ciddi güçler atfettiğini, dünyanın erkek dünyasına döndüğünü fark ettiğini düşünüyorum.” – Onur Ünsal

Gülin: Bir eşitlik olmadığı üzerinden eleştiriliyor daha çok.

Bülent Emin: O sistemin eleştirisini yapıyor zaten. Eşitlik şu anda da yok.

Onur: Peki Kleopatra’yı ne yapacağız? Gerçekten yaşam veren bir karakter. Desdemona’yı ne yapacağız? Desdemona kadar yapıcı bir karakter var mı? “Beni öldürebilirsin, ben yalan söylemiyorum, ben değişmeyeceğim, ben senin gibi kompleksli değilim, ben normalim, ben sevgiden yanayım”. Bunları Desdemona diyor. Othello’yu Mağriplik kompleksinden dolayı yerin dibine sokarken Desdemona’ya bunlar söyletmek… Şimdi hangi karakter daha güçlü? Öbürüne bence zaafından dolayı daha fazla parantez açılmış o kadar.

Bülent Emin: Tabii ki Othello daha büyük eleştiriye maruz kalıyor, o bir saplantı. Savaştan başka bir şey yaşamamış. Aşk da yaşamamış ki burada da bir aşkın olup olmadığını tartışabiliriz. Bence çok büyük bir gerçeklik yok orada. Sadece kralın kızı ve artık savaştan delirmiş bir Othello var.  Birisi ona el uzatıyor. Sonra bir adam çıkıyor ve diyor ki “Ben bu aşka inanmıyorum, size ispat edeceğim”. Bir tane mendili koyuyor ortaya, “Bakın! İnsanı zaafı nerelere götürüyor,” diyor. Bu! Biraz basitleştirmekten kaçıyoruz, fazla öküz altında buzağı arıyoruz. Daha basit bakmalıyız. Öyle bakınca Shakespeare herkese çok rahat ulaşabiliyor.

Gülin: Yazıldığı dönemden de bağımsız düşünmemek gerekiyor.

Onur: Birçok sebebi olabilir ama ben kadınlara çok ciddi güçler atfettiğini, dünyanın erkek dünyasına döndüğünü fark ettiğini, kadınların da bunun altında rollerinin bu şekilde kaldığını çok iyi hissettiğini düşünüyorum.

Gülin: Shakespeare çevirilerinden ve sahne uyarlamalarından bahsedelim mi biraz.  6-7 saatlik olay örgüleri olan metinler nadiren gerçek uzunluğunda oynanıyor artık. Nasıl ilerliyor süreç?

Bülent Emin: 7 saatten 1 saat 20 dakikaya da inebiliyor.

Gülin: Tam bu noktada sizin oynadığınız Hamlet 1 saat 30 dakika iken, Moda Sahnesi’ninki 2 saat 30 dakika.

Onur: 2 buçuk dakikalık animasyonu var internette. O kadar güzel ki. Bütün hikâyeyi zırzırzır çizerek geçmiş.

Gülin: Nasıl olabiliyor bu? Bir yerden sonra artık uyarlamaya mı dönüşüyor yoksa Shakespeare özünü koruyor mu?

Bülent Emin: Bizim hikâye şöyle gelişti. Aslında tek kişilik bir Hamlet niyeti yoktu. Bundan 14 sene önce Işıl Kasapoğlu’na Hamlet önerdiğimde, “Senden artık Hamlet olmaz” demişti. Ben de hiçbir şey söyleyemedim. Sustum ve devam ettim hayata. Beş yıl önce Macbeth yapalım dediğimde bu sefer o “Gel biz Hamlet yapalım” dedi. Öyle başladı süreç. Metni uyarlayan Zeynep Avcı, Işıl ayrı ayrı yerlerdeyiz. Ben okumalar yapıyorum kendimce, Zeynep’in, Işıl’ın ne yaptığını bilmiyorum. Fakat telefon görüşmeleri oluyor, altı kişiyle hallediyoruz diye düşünüyorum. Cast yapmaya çalışıyorum.  Kendimce insanları arıyorum. Sonra bir telefon geliyor, Işıl arıyor diyor ki; “Ben okuyorum, okuyorum, tek kişilik okuyorum”. Bende bir patlama oldu doğal olarak. O zaman, “Sen oynarsın ben yönetirim” diyorum. Bunun üzerine Işıl beni uzun bir süre aramadı. Ben başladım tek kişilik okumaya. Bir şeyler çıkıyor, heyecanımın başka bir yere taşındığını hissediyorum. Kendimi ikna ettim, 15 gün sonra buluşacağımız Işıl ve Zeynep’i ikna etmem gerekiyor. Buluştuğumuz o anda okuma yaptık, oradan bugünlere geldik.

Gülin: Hâlâ gözünüz ışıldıyor anlatırken.

Bülent Emin: Evet çok keyifli bir çalışma oldu. Oluyormuş. Hamlet çok yalnız zaten. Bütün oyun boyunca çok yalnız, kimse yok ki yanında. Bir Horatio’su var. O da var mı yok mu belli değil. Horatio ölüme giderken bile “Ben öldükten sonra benim hikâyemi sen anlat” diyor Hamlet’e.

Onur: Sanki tüm pozitif bilimlere aktarıcılık yapıyormuş gibi.

Bülent Emin: Dolayısıyla tek kişilik olabiliyor galiba. Aslında tek kişilik benim sevdiğim bir şey de değil. Anlatıcı konumuna düşmek de istemiyorum ama onu da bir şekilde formülize ettik.

Gülin: Biraz meddah havası da var sizin Hamlet’inizde.

Bülent Emin: Evet o da kendiliğinden oluştu. Bize iyi geldi. Meddah diyenler oldu ama biz adını öyle koymadık. Bir şekilde seyircisine de ulaşıyor.

Gülin: 1 buçuk saatte anlatmak sizce Shakespeare’in, Hamlet’in ruhundan ödün vermek midir?

Onur: Yani Shakespeare yaşasaydı herhalde bugün de 6-7 saat yazmazdı diye düşünüyorum. Niçin yapılamasın? Tabii ki metin bir şey kaybeder. Bazı sahneleri oynamıyorsun. Oynamadığın sahneleri de buna gerek yok diye oynamamazlık etmiyorsun ki aslında. Oyunları çok uzun olduğu için bir aks seçiyorsun genelde. Yani şunu diyebilirdi Işıl Hoca, “Claudius’u görmek istemiyorum, atıyorum şu anda, bir şey düşündüm, böyle böyle olacak dolayısıyla gel bu aksı oradan yürütelim, bu böyle devam etsin, bu sahneleri hiç görmeyelim, hiç imge gönderilmesin”. Bir sürü şey yapılabilir üzerine düşünüldükçe. Ben bir sıkıntı olacağını zannetmiyorum.

Bülent Emin: Bizim oyunda metnin bütün kırılma noktalarının hepsine riya ettik. Nerede kırılma yaşanıyorsa o kırılmaları görüyoruz oyun boyunca. Bu da beni rahatlatıyor. Başka türlü olamazdı.

Gülin: Shakespeare’in dolambaçlı anlattığı yolu kestirmelerle anlatmak gibi mi?

Bülent Emin: Ama sözünü de söylüyor metin bu haliyle. Konservatuvarda mesela o sözü söylerken hiç inanamazdık, inanmadan da olmuyor. Yalan olur yani. Oyuncunun kendini inandırması gerekiyor ki ondan çıksın. Röportajın başında “Shakespeare söylemek” dedim ya biraz da bunu kastediyordum.

“Çeviri ruhdaş olmak, yani yazarla aynı ruhu yakalamaya çalışmaktır.” – Bülent Emin Yarar

Gülin: Moda Sahnesi’nin çevirilerini kendi yapma arzusu nereden geliyor? Söz ettiğiniz dilbazlığı kendi baktığınız yerden görmekle mi ilgili bir şey mi, yoksa, Hamlet’i ya da başka bir karakteri yeniden tanıma süreci mi?

Onur: Yok. O bizim ukalalığımız. Bir türlü beğenmemek… Valla çok açıkça şunu söyleyeyim. Biz çevirileri beğenmiyorduk. Ben kendi yaptığım çeviriyi de beğenmiyorum. Zaten bir iddia ile yapmadık. Hem şunu da çeviri yapınca anlıyorsun; her çeviri eksik. Tamamen Shakespeare çevirdim diyebilme imkânı yok. Bunun fiziksel olarak imkânı yok. Ses olarak imkânı yok, kafiye olarak imkânı yok. Şiir hepimizin bildiği gibi çok zor çevrilen bir şey. Çevrilmesi imkânsız olan şeylerden biri. Ne bileyim Turgut Uyar’ı nasıl İngilizce’ye çevireceksin? Dolayısıyla her çeviri eksik. Biz anlamak için yaptık. Bir de çalışma yöntemi olarak da çok iyi. Ben bugün ne yapsam önce çevirisine bakıyorum. Fransızca olsa Fransızca bilen arkadaşlarımızla oturuyoruz. Ne diyor, neden diyor? Kaynakçalarına bakıyoruz. Sanki evvelce yapmadığımız, geç kalmış bir çalışma yapıyormuş gibi hissediyorum. Tiyatroda çeviriyi biz yapacağız ve her şey daha güzel olacak diye yapmıyoruz. Bazen de bir çevirmeni okuyoruz, beğenmedik diyoruz. Kendimiz çeviriyoruz. Sonunda fark ediyoruz ki öncekini beğenmişiz. Mekânımız var, rahatız, oturalım çalışalım, kendimiz daha iyi anlayalım diye yapıyoruz aslında. İngilizceniz, kaynakçanız, vaktiniz ve de gücünüz varsa çok yararlı bir şey. Ben bugün konservatuvarda öğretmen olsam bir takım çeviri hamlelerine öğrencilerin bakmasını isterim.

Bülent Emin: Çeviri ruhdaş olmak, yani yazarla aynı ruhu yakalamaya çalışmaktır.

Onur: Bazen bazı cümleleri çözemedik. Onu düşün bunu düşün. Yok! Yapamıyoruz. O zaman adamın söylediğiyle o kadar boğuşuyorsun ki sen de hemhal oluyorsun işte. Ruhdaş oluyorsun.

Bülent Emin: Bu ruhdaşlık hikâyesi bence hepimizin peşinde olması gereken bir şey. Ve tabii ki çeviri ile başlıyor. Ondan sonra yönetmen, oyuncu hepsinin iş birliği var ama o ruhu yakalamak galiba hedef olmalı. Ben çeviri bile olsa sadık kalmayı seviyorum. Çünkü sadık kalmadığın zamanlar ağzın oturmadığı yeri oturtmaya çalışmak gibi durumlar söz konusu olabiliyor ve bu da biraz kolaycılık gibi geliyor. Tabii bir sürü şeyi ve deniyor olmayı içine katmıyorum bunu söylerken. Ama belki biraz daha eski olduğumdan, ne bileyim, ben öyle hissediyorum. Çeviri ve çevirmen bence çok önemli. Tabii ki biz de çevirmen seçiyoruz ama hepsine baktığında aynı şeyi koklamayı çabaladıklarını görüyorsun. Çeviri, oyuncuyu yazarla metne yakınlaştıran şey biraz da.

Onur: Yine çeviri sürecine dahil olmak, bütün bunları görmek bir öğrenci için, sahnede o cümleleri konuşacak insanlar için güzel bir şey. En az sahne üzeri çalışması kadar gerekli ve eğlenceli.

“Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre Shakespeare’in ürettiği kelime sayısına rapçiler yaklaşabilmiş bir tek.” – Onur Ünsal

Gülin: Çeviriyi belki de dramaturji esnasında kullanmak gerekiyor o zaman.

Onur: Evet. O zaman şunu söyleyebilirsin: “Ben böyle bir Hamlet yapacağım”. Bize kızıyor insanlar. Yok efendim “Ona güvenmediniz de mi çevirdiniz? Orayı yanlış çevirmişsiniz…” Kemal abi (Aydoğan) hep söyler, üzerine basılmayacak insanlar değiller. Hiçbirimiz değiliz. Shakespeare de değil. Öyle düşünmeyelim. Yoksa çok uzaklaşıyorsun konudan. Basalım, yanlış da yaparız, gelir gider…

Bülent Emin: Mesela İngiltere’de Shakespeare’in Coriolanus’unu seyrettim. Çok çok iyi teknikleri olan ama sanki ruhlarından bir şeyler alınmış oyuncular gördüm.

Onur: Shakespeare’in çok Akdenizli oyunları var. Kleopatra mesela çok Akdenizli bir oyun. Ama İngiliz birisi için onu anlamak zor olabilir.

Bülent Emin: Hayır dil aynı olunca da olmuyor, olmayabiliyor. Onu söylemeye çalışıyorum.

Onur: Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre Shakespeare’in ürettiği kelime sayısına rapçiler yaklaşabilmiş bir tek. Uydurma kelimeler, deyimler… Argonun kendi dilini oluşturduğu o hal… Rap müziğin yaptığını yapıyor bir bakıma. Eğlence değilse ne? Bilginin, düşüncenin, deha boyutunda bir adamın eğlencesi gibi geliyor bana. Biz oynarken öyle ele almayı seviyoruz.

Bülent Emin: Sıradanlaşmaması gerekiyor. Okulda çok görüyorum. Sıradanlıkla doğallık arasında çok büyük bir fark var.

Gülin: O sıradanlığı öğrenmeye çalışma süreci olarak görüyorum ben biraz. Sıradanlaşmadan doğallaşamıyorsunuz galiba.

Onur: Bunu oyunculardan bile daha iyi özetledin bence. Ben kendi yaralarımdan biliyorum. O doğal görünsün diye yaptığın sıradanlık çok fena. Onu becerince profesyonel oluyorsun galiba.

Gülin: Profesyonellik demişken… Uzun yıllardır Hamlet oynuyorsunuz. Festivalde Robert Lepage rejisiyle gelecek olan Hamlet’i izleyecek misiniz?

Bülent Emin: Biletimi aldım. Merakla bekliyorum.

0_Hamlet_Collage_c_Sergey_Petrov_(12)
0_Hamlet_Collage_c__Roman_Dolzhanskiy_(2)

Gülin: Orada da Rusya’nın en önemli oyuncularından Evgeny Mironov tek kişilik bir Hamlet ile karşımızda olacak. Tanıtım metninde, Hamlet’in bilincine bir yolculuk olarak söz ediliyor. Nasıl bir Hamlet izleyeceğiz sizce?

Onur: Ostermeier’in Othello’su vardı. 2-3 saatlik oyun sürecinde toplam 10 cümle falan konuştular. Peki Othello muydu? Sonuna kadar. Bazı sahneler çok etkileyiciydi. Çok yol göstericiydi. Bu oyunda da gerçek bir Hamlet izleyeceğimize eminim. Ama neresinden nasıl yakalayacak göreceğiz.

Bülent Emin: Ben özünden çok da uzaklaşacağını düşünmüyorum. Güzel olan da bu merak hali. Zaten tiyatro tiyatrocular için yapılmaz bence. Seyirci olma halini seviyorum ben. Bir de İKSV’nin Tiyatro Festivali geçmişinden bugüne söylemek istediğim bir şey var. Şöyle hissediyorum ben. 1993 yılında Macbeth’i yaptığımızda Tiyatro Festivali’ne katılmıştık. İstanbul’daki ilk festival heyecanımdı o. Sonra başka oyunlarla da katıldık. Festival öyle anlamlıydı ki. Yönetmenler, oyuncular ayağımıza geliyordu ki hâlâ da geliyor tabi. Fakat bir şey hep eksikmiş gibi geldi bana. Getiriyoruz, götürmüyoruz gibi hissediyorum. Bunun da olabilmesi, bu konuda da şansın yaratılabilmesini isterim. Hem götürüp, hem de getiren bir kurum olsa çok başka bir şey olacak.