"Stranger Things"in işitsel büyüsü: Kyle Dixon ve Michael Stein

Geçtiğimiz hafta Netflix ekranlarında izleyiciyle buluşan ikinci Stranger Things sezonu vesilesiyle, dizinin müziklerine imza atan S U R V I V E grubu üyeleri Kyle Dixon ve Michael Stein’la, hem ikilinin müzikal geçmişleri hem de diziden favori karakterleri üzerine kısa bir sohbete koyulduk.

İkinci sezonun soundtrack’leri için geçirdiğiniz hazırlık süreci ilk sezona göre ne gibi farklılıklar barındırıyordu?

Kyle Dixon:  Bu kez kayıt ve yazım süreci için daha az vaktimiz vardı. Bölümlerin son halinin üzerine çalışabilmek için daha fazla süre beklememiz gerekti. İlk sefer bölümler henüz tamamlanmadan çalışmaya başlamıştık ve bir sürü değişiklik yapmamız gerekmişti. Bu sefer öyle olmasını istemedik. Ayrıca birçok yeni ekipmanımız vardı.

İkinci sezonun müziklerinde diziyle doğru orantılı olarak daha karanlık dokunuşlar ve temalar var gibi.

Michael Stein: Bu doğru. İkinci sezon hakkında söylenecek çok şey var ama hem bölümlerde hem de müziklerdeki karanlık hissiyatın yeni bir seviyeye çıktığını düşünüyorum.

Müziği sayesinde tutkunu olduğunuz ilk filmi hatırlıyor musunuz?

Michael Stein: Sanırım aldığım ilk CD’leri düşünmem gerek bunun için. Çocukken film ve müziği birbirinden pek ayıramazdım. Biraz daha büyüyüp müzikle ilgilenmeye başlayınca önemini anladığımı söyleyebilirim.

Kyle Dixon: İlk başlarda dikkatimi çeken soundtrack’ler genellikle birçok pop şarkısının bir araya geldiği, özellikle film için yapılmamış olan şarkılardan derlenmiş albümlerdi. Sonralarında filmler için yapılmış kompozisyonlara merak sardım ve Tangerine Dream’in yaptıkları beni çok etkiledi. Aldığım ilk soundtrack albümlerden biri Lion King filmininkiydi. Epey garip. Aslında pek de sevmemiştim.

Michael Stein: Oh, bende de bir Mortal Kombat CD’si vardı. Müzik hakkında düşünmüyordum. Kaç yaşında olduğumu hatırlamıyorum bile. İlk Discman ne zaman çıkmıştı? 88 ya da 89 olabilir mi?

Kyle Dixon: Sanırım 1984. Ben ilk taşınabilir CD çalarımı aldığımda 12 yaşındaydım.

Peki synthesizer’larla nasıl içli dışlı oldunuz?

Kyle Dixon: Beraber büyüdük ve birçok müziği ve enstrümanı da paylaşıyorduk. Synth’lerle uğraşmaya da aşağı yukarı aynı zamanlarda başladık. Benzer seslere ve benzer müziklere merak duyuyorduk. Michael’la birlikte kayıtlar yapıyorduk ve yeni ekipmanlar için sürekli bir araştırma halindeydik. İlk başta ne tür müzik yapmak istediğimize ve nasıl sesler yaratmak istediğimize kafa yorduk ve sonrasında synthesizer’lara ihtiyacımız olduğunu fark ettik. Bir yandan da çok fazla gitar müziği dinleyerek büyümedim. Dinlediğim müzikler yüzünden synthesizer almak zorunda hissettiğimi hatırlıyorum.

Michael Stein: Elektronik müzik dinleyerek büyüdük ama gençliğimizde akustik enstrümanları da kullanmaya ve öğrenmeye çaba harcadık. Ama yapmak istediğimiz müziği ve aradığımız synthesizer’ları bulmak bizim için birçok kapının açılmasına sebep oldu. Arayışımız daha da derin bir hal aldı. Bu alandaki inekliğim gerçekten ileri bir seviyedeydi ve dinleyerek büyüdüğümüz şarkılarda dikkatimi çeken seslerin nereden geldiğini bulmaya çalıştım. Hepsinin aslında eski synthesizer modellerinden çıktığını öğrendim ve bunlar gidip herhangi bir müzik dükkanında bulabileceğin modern ekipmanlar değildi. Bu konuyla o kadar fazla ilgilenmeye başlamıştım ki insanlar beni arayıp çeşitli modellerin iyi olup olmadığını sormaya ve synthesizer’lar hakkında benim fikrimi almaya başladılar. Kısa süre içerisinde synth koleksiyonu yapmaya ve onlarla müzik üretmeye koyuldum.

Son olarak, eğer 1980’li yıllarda Hawkins / Indiana’da yaşıyor olsaydınız, en yakın arkadaşınız dizideki karakterlerden hangisi olurdu?

Kyle Dixon: Max’le takılmak isterdim. Max karakterini baya seviyorum.

Michael Stein: Max gerçekten çok havalı. Ben de mutlaka çocuklarla takılıyor olurdum.

Kyle Dixon: Bilmiyorum, Hawkins Laboratuvarı’nda çalışanlarla da arkadaş olmak ilginç olabilirdi. Ama çocuk olacağımızı düşünürsek, kesinlikle Max’le arkadaş olurdum.