Taner Öngür tarafından doldurulmuş bir plak: Elektrik Gramofon

Araştırmacı, yazar ve arşivci Gökhan Akçura, Taner Öngür’e telefonla bağlanarak yeni çalışması Elektrik Gramofon üzerine konuştu.

Röportaj – Yazı: Gökhan Akçura

Taner Öngür’ün uzun zamandır “eski zaman” şarkıları toplamakta, bunlar üzerine çalışmakta olduğunu biliyordum. Ve nihayet bu çalışmanın ürünü ortaya çıktı: Elektrik Gramofon! Taner Öngür ve 43.75 tarafından doldurulmuş bir plak! (43.75’in topluluğun yaş ortalaması olduğun duyduk bir yerlerden!) Mirastan yararlanan ama bugüne seslenen bir albüm olmuş. Ellerine sağlık dedik ve hemen Adana yörelerinde Moğollar turnesinde olan Taner kardeşimize bir telefon açtık.

unnamed2

Allo Taner… Yeni albümün çıktı, pek beğendik, ellerine sağlık. Bu vesileyle biraz laflayalım dedik… Ne dersin?
Elbette, nereden başlayalım?

Senin enginlere dalan tarihinden başlarsak, bu söyleşiyi hiçbir yere sığdıramayız. Ama sanırım “yerli” ezgilere merak Moğollar yıllarından başladı. Kaç yılında girmiştin Moğollar’a?
1969 başında girdim, o günden bugüne berdevam…

Moğollar bu ülkede doğu ile batı sentezini kendi çapında kotarmış ender topluluklarımızdan. Sanırım senin de yerli müziklerle ilgin o yıllarda başladı.
1949 doğumluyum. Yani altmışlı yılların başında, Beatles’lar çıktığında 12-13 yaşındayım. Daha önce yazlık sinemalarda Elvis’le tanışmıştım. Ardından Beat kuşağı filan, bunlarla yetişmiştim aslında… Ama sağolsun ağbim, kültür işleriyle evde o uğraşırdı. TİP kurulmuştu o yıllarda. Sağolsun ağbim alır beni tiyatrolara, konserlere götürürdü. Ruhi Su, Aşık İhsani gibi isimlerle böylece tanıştım. Ağbimin bağlaması vardı, ben de gitar çalıyordum. Moğollar’dan arkadaşlarla, “yahu bu bağlamayla akor basılmaz mı acaba” filan diye düşünürdük. Biz tabii kendi halk müziğimizi Liverpool’dan gelmiş çocuklar gibi keşfetmeye çalışıyorduk! Yalnız da değildik bu konuda. Cem Karaca da aynı şeyi yaşıyordu, Apaşlar da… Erkin Koray da… Erkin Koray tabii bizden daha önce başlamıştı bu işe. İdolümüzdü o yıllarda. Böyle işe koyulan bir kuşaktık aslında. Altın Mikrofon yarışması da bunu ortaya çıkardı. Ben bir laf yumurtladım –o kadar önemli olduğunu da düşünmüyorum hâlâ. Anadolu Pop dedim, Anadolu Rock dedim. Bütün bu kuşağın ismi gibi kaldı. Bayağı da ilgi gördü bu akım. Plaklarımız oldukça iyi satıyordu. Aslında bugünkü anlamda bir “pop” değildi bu, çünkü satsın, popüler olsun diye kafada tasarlanan bir şey değildi. Masum, samimi, kendi kültürünü keşfetmek için yola çıkan bir şeydi. Bu halktan da büyük ilgi gördü, karşılıklı bir ilişki oluştu böylece. Müzik endüstrisinde çok görülen çirkinlikler yoktu, güzel bir şeydi bu yaşadığımız. Günümüzde pek devam etmiyor bu elbette. Biz canlı müze gibi dolaşıyoruz ortalıkta!

Peki, Anadolu Pop’un bu yükselişi sence ne zaman, nerede ve niye sona erdi?
Önce 1970’lerin sonundaki aşırı kamplaşmanın etkisiyle bozulmaya başladı. Aşırı politize oldu müzik de… Arkasından gelen 12 Eylül darbesi de üstüne tuz biber ekti. Tabii darbe sadece Anadolu Pop’u değil, her türlü müziği durdurdu. Yakın tarihin kültürünü, sanatını yok etmeye çalışan bir olguydu bu darbe. Doğal olarak “kaba pop” kapladı ortalığı. 1990’larda genç bir kuşak merak edip “Anadolu Pop”u yeniden keşfetmeye çalışırken, biz Moğollar olarak yine ortaya çıktık. Söz ettiğim keşif duygusu o zaman başladı, hâlâ sürüyor.

“BEN HEP TAKİP EDİYORDUM ESKİ MÜZİKLERİ…. 1920’LERİN, 1930’LARIN ŞARKILARI HOŞUMA GİDİYORDU. BABAMDAN DA BİLİRDİM. BAHARİYE MENSUCAT’DA ÇALIŞAN BİR İŞÇİ OLARAK 1940’LI YILLARDA PAZAR GÜNLERİ ELBİSESİNİ GİYİP, FÖTR ŞAPKASINI TAKIP NASIL DANSİNGLERE GİTTİĞİNİ, ÇARLİSTON, FOKSTROT YAPTIĞINI ANLATIRDI.”

Dünyada da aynı tür bir merak yok mu bu aralar? Selda’nın yeniden tanınması, Erkin Koray’ın plaklarının Avrupa’da üst üste basılması, yeni kurulan yabancı toplulukların bu mirastan el almaları bunu gösteriyor kanımca…
Sosyal medyanın büyük etkisi var tabii… Mesela Avustralyalı bir topluluk var, King Gizzard and the Lizard Wizard. Gitarlarda perde değiştirip çeyrek seslerle bayağı Erkin Koray müziği gibi tınlatıyorlar… Bir sürü başka örnek de sayabiliriz.

Peki sana dönelim artık. Senin daha önce yayınlanmış solo çalışmaların da vardı…
Var ama, format değişimlerine, plak şirketi sorunlarına kurban gitmiş çalışmalar bunlar. 1992’de Alarm diye bir albüm yayınladım önce. Her şeyini ben yapmıştım. Tüm enstrümanları kendim çalıp, kayıtları bizzat yapmıştım. Önce kaset olarak piyasaya çıktı, sonra kayboldu ortadan. İnternete koydum bu albümü. Bir şirketten uyarı geldi, YouTube’da telif hakları ihlali yapmışım diye. Albümün yapımcısı arkadaşımdı, ne oluyor diye sordum ona elbette. “Yahu, kusura bakma, ben sana söylemeyi unuttum, bendeki tüm repertuvarı başka bir şirkete devretmiştim” demesin mi? Yıl 2016’ıydı. Ben de o zaman Alarm 2016 adıyla bütün parçaları yeniden yorumlayıp yeniden kayda girdim. Onu da küçük bir şirkete verdim, CD olarak basacaklardı. Onlar da para sorunları filan yaşıyorlar, CD satılmıyor, dijital platforma koyalım dediler. Böylece yeni bir kurban olma durumu yaşandı… Bunun dışında 2005’de Evde Tek Başına kaset olarak, 2012’de de Sarı Kuru dijital olarak yayınlandı. Dijital yayın ne ise, ben pek anlayamıyorum açıkçası. Elime aldığım bir şey olmayınca, soyut bir şey gibi geliyor bana!

Gelelim son çalışmana. Bu farklı bir şey. Elektrik Gramofon eski zamanlardan oldukça etkilenmiş bir albüm…
Ben hep takip ediyordum eski müzikleri… 1920’lerin, 1930’ların şarkıları hoşuma gidiyordu. Babamdan da bilirdim. Bahariye Mensucat’da çalışan bir işçi olarak 1940’lı yıllarda pazar günleri elbisesini giyip, fötr şapkasını takıp nasıl dansinglere gittiğini, çarliston, fokstrot yaptığını anlatırdı. Operetlerin de iyi bir takipçisi olduğunu biliyordum. Böyle bir kulak dolgunluğum zaten vardı. Sonra bir arkadaşım o dönemin taş plaklarını bir hard diske MP3 olarak doldurup bana getirdi. Yüzlerce, yüzlerce şarkı. Dinledim, habire dinledim bunları. Tabii Türk sanat müziği tarzı şarkılar da hoşuma gidiyordu ama asıl Batı müziğinden etkilenmiş, içinde de harika bir dozda Türk müziği barındıran yorumlar daha çok etkiledi beni. Onları çalmaya başladım kendi kendime. O dönemleri de araştırdım bir yandan. Senin Gramofon Çağı, Cemil Ünlü’nün Git Zaman Gel Zaman kitabı, Muhsin Ertuğrul’un filmleri elden geçti tabii. Gözümde canlandırmaya çalışıyordum bu şarkıların yazıldığı yılları. Şarkılarımı seçmeye başladım ağır ağır. Bir zamanların müzisyenleri, dünyada değişen müzik akımlarını da yakından takip ediyorlarmış. Böylece hem oryantal, hem de Batılı şarkılar çıkmış ortaya. Hani bir açıdan bakınca, Anadolu Pop’dan çok önce yapılmış sentezlerin de olduğunu fark etmeye başlıyorsun.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:60’a ulaşabilirsiniz.