Tek başınalık ve başa dönüş: Dahakara

Beş yıldır birçok farklı formatta yayınladığı kayıtlarla dikkatimizi çeken projelerden biri olan Dahakara, son olarak geçtiğimiz haftalarda dijital ve sınırlı sayıda plak baskısıyla yayınlanan Other Rooms albümünü servis etti. Yarın akşam İndi-Bindi konserleri kapsamında Uluru’yla birlikte Ren Bar & Performance Hall’da sahne alacak olan Dahakara’yla, müziğinin yaratım süreci ve ilham kaynaklarını konuştuk.

Röportaj: Cem Kayıran

Bugüne dek farklı gruplarla yaptığın üretimleri göz önünde bulunduracak olursan, Dahakara’nın üretim sürecinde senin için en büyük farklılık nedir?

En büyük fark tek başınalık diyebilirim. Bu hâlin iyi ve kötü tarafları bulunduğu gibi üretim sürecinde ve sonrasında sağladığı konforu sonuna kadar kullanmak büyük haz verdi. Diğer yandan sınırlarımı anlamamı sağladı ve iç sesimi nereye kadar dinlemem gerektiğini gösterdi. Düşündüklerimi hızla ortaya koyma konusunda daha çok fonksiyonel bir katkı sağladı da diyebilirim. Tabii grup müziği ilk zamanlardan beri çok keyif aldığım bir şey. Şarkıları sahnede başka müzisyenlerle birlikte çalma fikri, şimdi ayrı ve yenilenmiş bir heyecan hissettiriyor.

Genel olarak Dahakara’yla yayınladığın kayıtlarda farklı türlerden etkileşimler hissedilse de hep karanlık atmosferler yaratmanın peşindesin gibi geliyor. Biraz bu projedeki ilham kaynaklarından bahseder misin?

Daha önceki projelerde new wave / synth pop ağırlıklı şarkılar yaptık. Tek başınalık, bunun verdiği soyutlanma hali ve tenhalık, içerideki karanlığa ve öfkeye biraz daha güç verdi sanırım. Ben de bu gücü kurgulayıp dönüştürmeden takip ettim. Şimdi baktığımda, Dahakara’nın başlangıcında en büyük ilhamı çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda keşfettiğim, bir süre inanıp sonra geride bıraktığım şeylerden aldığımı görüyorum. Biraz başa dönüş aslında. Sonrası o karanlık ve öfke halinin zaman içinde evrimleşmesi, yoğunluğuna göre alçalıp yükselmesi. Bu da blackgaze’den dark ambient’a, deneyselden, endüstriyel elektroniğe uzanan bir süreç ortaya çıkardı benim için.

Geçtiğimiz haftalarda yayınladığın “Oh Lord” klibinin çıkış noktası nedir? Maskeler arasında epey ilginç görünenler var. Video çalışmalarının ortaya çıkışında sen ne ölçüde rol alıyorsun?

Videolardaki maskeler ve karakterler A Day in the Life of Timothy adlı deneysel bir YouTube mini-dizi projesinden. Ana kadro bir psikolog, bir dijital antropolog ve bir müzisyenden meydana geliyor. Bu projenin kamera arkasında ben de küçük bir görev aldım. Serideki bazı hikayeleri geçen yıl çıkan You Drive EP’sinden “Damage is Gone” ve “A Personal Matter” adlı şarkılarla bir araya getirmiştik. Sonrasında HJ (nam-ı diğer Timothy) yeni albümdeki “Oh Lord” şarkısında ana vokalleri yaptı. Biz de ekibin bir kısmıyla, -ve bu kez yeni bir görsel yaklaşımla- Timothy’yi kendi seslendirdiği şarkıyla bütünleştirmek istedik. Onu bir miktar karakter dışına çıkarmak, farklı yönlerini keşfetmesini görmek eğlenceliydi.

Yakın gelecekte bizi Dahakara cephesinden neler bekliyor?

Şu sıralar konserler ve bu konserlerde çalacağımız yeni şarkılar üstünde çalışıyoruz. Gitarda Mert Yıldız, synthesizer’da Gamze Koba ile 3 kişilik bir grup halini aldık. 28 Nisan’da, İndi-Bindi serilerinin dördüncüsünde, Uluru ile Ren Bar & Performance Hall’da bir konserimiz var. Ardından 11 Mayıs’ta Mama’da, Kara Balo / Fear & Fantasy Fest’te sahne alıyoruz. 23 Haziran’da da Agency ile KargART’tayız.