Tom Sachs ve Nike

Tom Sachs, alt kültüre ait olmayan gösteriş meraklılarına Nike işbirliği ile meydan okuyor.

Yazı: Haluk Damar 

Resim1

2010’lu yılları kültürel olarak ifade etmenin anahtarının bireyi teknoloji perspektifinden ele almak olduğunu düşünüyorum. Gelişim skalası göz önüne alındığında teknoloji, bireyi hiç bu kadar narsist bir davranış eğilimine yönlendirmemişti. Alt kültürün önemli figürlerinden Tom Sachs ise bu eğilimin karşısına çok çıplak ve gerçekçi bir önerme ile çıkıyor.

Benim jenerasyonumun en önemli sporcularından birisi, “demir” lakaplı, şampiyon boksör Mike Tyson idi. Aynı zamanda çok önemli bir kültürel ikon olan Tyson’ın lakabı rakiplerini ringde nakavt etmesinden geliyordu. Onun için hesaplaşma yeri boks ringi idi. İzleyicilerin gözü önünde, spot ışıkları altında, kayda alınırken. Tyson’ın bu kişiliği 90’lar jenerasyonunun tavrı ile birebir örtüştüğünden, o yılların kültürel referanslarının başındaydı. Wu Tang sigara dumanı kaplı alçak tavanlı bodrumlarda, Tyson ringde, Michael Jordan ise parkelerde aynı mesajı veriyordu: Kişisel temsiliyet kendini ispat etmekten geçer.

Elbette 20 yılda dünya çok değişti. Ama kültürel olarak çok da geliştiğini ifade etmek saçma olacaktır. Günümüzde geldiği nokta ise gerçekliğin artık önemsiz bir detaya dönüştüğü ve kültürel birikimin bir hiç olarak karşımıza sürüldüğü bir algı ortamı yaratmaktan ileri gitmiyor. Hatta bu duruşunu savunmakta da oldukça usta.

“Bu yeni bir dünya, bu dünyada kim istersen olabilirsin” – Amerikalı bir TV yıldızı.

Geçen yıl Danimarka’nın Kopenhag şehrinde katıldığım bir panelde popüler kültürün şu anda bulunduğu hazin durum harika bir ifade ile özetlenmişti: “En nihayetinde Narsisus bile kendi yansımasına yenilerek havuza düşmüş ve boğulmuştu. Belki de bizim öğrenmemiz gereken su altında nefes almaktır ” Tarihsel olarak çok çok önemli ve değerli bulduğum bu tespitin bir başka yansıması da Amerikalı sanatçı Tom Sachs ve Nike işbirliği ile karşımıza geliyor:

Resim2

“Bu ayakkabılar sadece ama sadece sizin tarafınızdan kullanılamayacak duruma gelene kadar giyildiğinde geçerlidir. Gösteriş budalaları uzak durun” – Tom Sachs

Tom Sachs’in Nike için tasarladığı ayakkabının kutusunun üzerinde, sanatçının el yazısından çıkmış bu ifade yer alıyor. Günümüzde bulunduğumuz kültürel yozluğa başlı başına meydan okuyan bir ifade biçimi bu. Daha da önemlisi son derece direkt anlatımı ve basit uygulanışı ile jenerasyon bariyerlerine takılmadan çok geniş bir zaman diliminde yankı buluyor.

Uygulama şeklinin de ayrıca önemli olduğunu düşünüyorum. Dikkat ederseniz daha tasarımın kendisinden bahsetmeye fırsat gelmedi. Aslında bir bakıma Sachs’in amacı da bu. Çünkü var olan tasarım anlayışının dışında bir kültürel katmana daha ihtiyaç duyuyor. Kişisel perspektifinin ve sanatsal yaklaşımının haricinde, günümüzün kültürel yozluğunu kayda almanın peşinde. Biliyor ki yaşadığımız toplumda en önemli yanılgı kişisel temsiliyet üzerinden yaşanıyor. Bireylerin ağızlarını dahi açmadan, hatta temas dahi etmeye ihtiyaç duymadan birbirleri ile iletişim kurabildikleri çok nadir algılama biçimlerinden birisi kişisel temsiliyet ve Sachs da tam bu yanılgıya dikkat çekme çabasında.

Resim 3

“Başarısızlık bir opsiyon değil, bir gerekliliktir” diyor Tom Sachs.

Bir zamanlar kendi koleksiyonumda da bulunan ilk Tom Sachs ve Nike işbirliği böyle direkt bir kültürel müdahale ihtiyacı barındırmıyordu. Aksine Sachs’in Mars gezegenine inişi temsil eden enstelasyonuna referans veren bir tasarım anlayışına sıkı sıkıya bağlı, tam olarak Sachs’in sanatsal ifade biçimi olan fonksiyonelliği yansıtacak bir tasarım perspektifine sahipti. Hatta algı bölünmesine sebebiyet vermemek için Sachs, uygulamayı düşündüğü bazı tasarım aşamalarından vazgeçmişti. Peki aradan geçen beş yılda ne oldu da Sachs çok değerli tasarımını geri getirmeye karar verdiğinde bu tasarımın gitmesini istediği yönü direkt olarak tayin etmeye karar verdi?

Tom Sachs, en başından beri tasarımların kültürel fetişizme yönelmesi ile ilgileniyordu. Ama asil hazzı bu kültürel fetişizmin vardığı doruk noktalarını irdelemek idi. Bu idealini en temelden inşa etmeye karar verdi. Bunun için gereken donanımı, erken yaşta yanında çalıştığı, kimilerinin çağımızın en önemli mimari olarak değerlendirdiği Frank Gehry’nin mobilya atölyesinde çalışmasına borçlu. Gehry, İspanyanın Bilbao şehrinde bulunan Guggenheim müzesinin mimarı olarak efsaneleşse de şahsi fikrimce bir o kadar önemli olan iki eseri de Paris de bulunan Louis Vuitton Foundation (sonraları Kanye West’in yapıya hayran kaldığından içerisinde üst üste üç gün konser vermesi ile popüler kültür tarihine kazınan bir mimari başyapıt) ve Cinematheque Francaise’dir. Mimarinin temel prensibi formun fonksiyonelliği takip etmesi ise, Tom Sachs gibi bir dâhinin efsane bir mimar olan Gehry’den alacağı en önemli özellik belliydi. 90’li yılların ortalarında Sachs kendisini popüler kültüre bir katalizör olarak monte etti. Fonksiyonelliğin gerçek hayat algısı ile ilişkisini sorguluyordu. Daha anlaşılır bir biçimde ifade etmek gerekirse, New York’un bir ucunda Jeff Koons gibi bir deha öteki ucunda Tom Sachs gibi bir alt kültür üretim potansiyeli vardı. Koons, toplumun sarsılmaz olarak algılanan uydurma dayatmalarına dev boyutlarda kahramanca karşı koyarken Sachs bu dayatmaları destekleyenlerin toplumda kendilerini sergileyiş biçimlerinin temelini kazıyordu.

Sachs’in kendisini ifade biçimini, Gehry’nin yanında çalışırken geliştirdiğinden bahsetmiştim. Bu sebeptendir ki Sachs’in en önemli eserlerinden bir tanesi tamamen kartonpiyerden yarattığı Le Corbusier’in aslı Marsilya’da bulunan modernist şaheseri Unite d’Habitation’dur. Deutsche Guggenheim da sergilenen bu eser kendisi kadar yaratım süreci ile ilgili de hayranlık uyandırıyordu. Sachs, binanın modelinde balkonların tamamının birebir aynı olmasını istemişti. Bu da aylar suren bir torna işi gerektiriyordu. Bu iş yükünün çok uzun olduğunun ve yoğun bir konsantrasyon gerektirdiğinin farkında olan Sachs, torna tezgahlarının başındaki zanaatkarları motive etmek üzere makinaların üzerine bazı yönlendirmeler yerleştirdi. Bu yönlendirmeler “Sen bir hiçsin”, “Kimse seni sevmiyor” gibi ibareler barındırıyor ve tamamı “Delmeye devam et” uyarması ile bitiyordu.

Resim 9

Sachs’in popüler kültüre kazandırdığı değerlerin başında elbette Space Program isimli projesi geliyor. İşte Nike ile gerçekleşen işbirliğine de sebep olan bu proje ilk olarak 2007 yılında Gagosian Gallery’nin Los Angeles şubesinde görücüye çıktı. Tom Sachs’in Apollo uzay mekiğinin bire bir replikasını yaptığı işi “Space Project” serginin ilgi merkezi olsa da el yapımı üretilen, özel teknoloji uzay elbisesi giyen iki kadın astronot akıllara kazındı. Sachs’ın Nike için ürettiği tasarım tam da akıllara kazınan bu imgenin karşısına düşüyor.

Resim 5
Resim 6

“Atletler insan sınırlarını zorlayan bireylerdir. Düşündüğünüzde astronot aslında en önemli atletlerden birisidir” – Tom Sachs. 

Tom Sachs’ın Nike ile işbirliğinin en cezbedici yanlarından birisi de Sachs’ın bu çift yönlü düşünce biçimi. Bir taraftan yarattığı tasarımın altını çok yerinde zamansız önermelerle doldururken, diğer taraftan da günümüzün kültürel durumunu aynı potada benzersiz şekilde eritebiliyor. Sachs’ın bu pratiğini hayata geçirdiği güncel bir başka sanat eseri ise Frank Ocean’ın canlı performansları için tasarladığı sahne ekipmanları. Bir hafta kadar önce Frank Ocean’ın sahne aldığı, Los Angeles’da gerçekleşen, FYF festivalinin videolarını seyrederken Ocean’ın kullandığı sahne tasarımının müzisyenden bağımsız olarak izleyici ile kurduğu ortak dile çok daha yakından tanık olma fırsatı buldum. Hem Space Project sergisinden hem de İngiltere’nin Sound System kültürüne gönderme yapan 2003 tarihli Toyan tasarımından parçalar taşıyan sahne düzeninin kurduğu anti mükemmeliyetçi algının benzersiz olduğunu düşünüyorum.

Resim 7
Resim 8
image

“Frank’i (Ocean) bir ilham kaynağı olarak seçtiğimde, onu Louis Armstrong, Charlie Parker, Public Enemy, Minor Threat den bağımsız olarak düşünmem olanaksız” – Tom Sachs

Resim 4

Nike ve Tom Sachs birlikteliği, Tom Sachs’in sanatçı perspektifinden bakan, teknolojiyi tasarıma uygun kullanan (Gehry’e bir selam daha) ve kültürel olarak bugünün düşünce ve toplumsal yaşam biçimini hem bir zaman kapsülüne alan hem de çok ağır eleştiren bir tasarım harikasıdır. Aynı zamanda kendi nezdimde çok da önemli bir sanat eseridir.