Türkiye sinemalarından küçük mutluluklar: Yeniden gösterim furyası

Yaz aylarında yeniden sinema salonlarına yolu düşen Kieslowski şaheseri Three Colors üçlemesi, Jim Jarmusch harikası Night On Earth, bilim-kurgu klasiği Terminator 2: Judgment Day ile hararetlenen yeniden gösterim furyası, yeni sezonda da güçlü bir sinefil coşkusu yaratmaya devam edeceğe benziyor.

Yazı: Melikşah Altuntaş

Geride bıraktığımız yaz aylarında şahsen benim başıma gelen en iyi birkaç şeyden biri, sinema salonunu doldurmuş bir grup sevdiğim ya da tanımadığım insanla aynı anda, beyaz perdeye yansıyan Kieslowski klasikleri Three Colors: Blue, White ve Redi yeniden izleyebilmek ve salondaki o sessiz ve derinden gelen büyülenme duygusunun hazzını iliklerime kadar hissedebilmekti. Bir sinemasever olarak, böyle nefis filmleri, hak ettikleri saygıyı göstererek, büyük bir dikkat ve ilgiyle, yalnızca bu şahane sinema harikalarından yansıyan ışıkla aydınlanan karanlık salonlarda görebilmenin getirdiği mutluluk ve heyecanı başka çok az şeyden alabiliyorum. Bu türde gösterimlerin de yerli sinemaseverlerin önemli bir kısmı tarafından ilgiyle karşılandığını düşünüyor ve devamının gelmesini diliyorum.

90’lar: Kusursuzluğu ıspatlı filmleri perdede görebilmek

Dünyanın pek çok ülkesinde sinema salonunda izleme seçeneğine sahip olduğunuz filmler, yalnızca çiçeği burnunda yeni filmlerle sınırlı değil aslında. Hatta kimi sinema salonları yalnızca klasik filmler ve kült mertebesine ulaşmış bazı filmleri tekrar göstererek hayatta kalıyor. Bunların önemli bir kısmı, zamanla kazandığı çekirdek kitlesini günden güne büyüterek, uzun yıllar ticari varlığını sürdüren de salonlar.

Türkiye’de ise bu tipte bir işletmeden söz etmek ne yazık ki imkânsız. Yerli sinemaseverlerin güncel olmayan filmleri beyaz perdede görebilme fırsatı yüzde doksan oranında festivaller ve özel gösterimlerle sınırlı. Üstelik Türkiye’de sinemaya gitme alışkanlığının, dünya geneline vurulduğunda hiç de yabana atılmayacak bir yoğunlukta olduğunu söylemek de güç değil. Bununla birlikte ticari işletmeler olan sinema salonları, perdelerine her zaman taptaze filmler yansıtarak daha yüksek bir gişe beklentisi içine girmiş durumda. Bunun alternatifini deneyen girişimler olmadı denemez.

90’lı yıllarda, yerli sinemaseverlerin –70’ler sonunda başlayan seks filmleri furyasından sonra önemli ölçüde koptuğu– sinema salonlarına dönüşüyle başlayan dönemde vizyona giren, bugünle kıyaslandığında bir hayli az sayıda film, daha uzun ticari gösterim süresine sahipti. Bunlardan gişe lideri olan bazıları, neredeyse bir yıl boyunca aynı sinema salonunda oynayabiliyordu. Yılın en nitelikli yapımları ise yıl sonu yeniden vizyona girebiliyor ya da Beyoğlu Sineması’nda yapılan “SİYAD’ın seçtiği yılın en iyi filmleri” toplu gösterimlerinde izleyiciyle buluşuyordu. Bu seçkilerde önceki yılların en iyileri de yeniden sinema meraklıları tarafından görülebiliyor ya da keşfediliyordu.

2000’ler: Oturduğun yerden istediğin filme ulaşabilmek

Video kaset döneminin tam da baltalayamadığı bu “perdede görme” merakının, 2000’lerle birlikte gelen lazer diskler, sıkıştırılmış formatlar ve diğer dijital ulaşımların yayılmasıyla birlikte önemli ölçüde baltalandığını söyleyebiliriz. Meraklı sinemaseverlerin kenarda köşede kalmış ya da yaygın gösterim ağına çıkmamış filmleri evde görebilme şansının artmasıyla birlikte, bu tipte yeniden gösterimler ya da klasiklerin perdeye yansıtılması işleri de hepten denenmez olmaya başladı. Elbette zincir sinemaların sektörde yarattığı tekelleşme ve butik sinemaların tek tek kepenk indirmeye başlaması da bu eğilimin en büyük nedenlerinden biri oldu. 2010’lu yıllarla birlikte seyircilerin perdede eski bir film izleme ihtimali tamamen festival programcılarının vicdanına kaldı denebilir.

Türkiye’de klasik filmleri perdede görebilmenin bir seçenek dahi olamaması durumunun yakın geçmişteki evrimi aşağı yukarı böyleyken, dünyada gittikçe yayılan yeniden gösterimler ülkemize de zaman zaman uğramadı değil. 2000’lerin başlarında The Exorxist ya da E.T.’nin yıldönümleri nedeniyle yeniden vizyona girmesinin ardından birkaç film daha bu şekilde vizyonda birkaç hafta da olsa beyaz perdeye yansıma şansı buldu. Bu durumun en yakın tarihli örneklerinden biri de geçtiğimiz yıl Başka Sinema sayesinde 25 yıl sonra, Türkiye’de ilk kez vizyon şansı bulan Krzysztof Kieslowski klasiği The Double Life of Veronique’ti. Önceki yaz vizyona giren ve yalnızca birkaç sinema salonunda, çok az seans oynayabilen bu filmin yaklaşık 8 bin kişi tarafından görülmesi, bu tipte gösterimlerin yeniden canlanması adına da bir çeşit umut ışığı doğurdu.

Her ne kadar daha önce Başka Sinema’da bazı sürpriz gösterimler yapılarak Modern TimesRosetta vb. klasikler çeşitli seanslarda izleyiciyle buluşturulsa da, vizyon şansı verilen The Double Life of Veronique’in, ticari gösteriminde çok sayıda güncel filmden daha iyi iş yapması, daha sonra vizyonda yeniden gösterimleri yapılan Texas Chainsaw Massacre ve Anayurt Oteli’nin seyirciden yoğun ilgi görmesi, hem Başka Sinema’yı, hem de diğer dağıtımcı ve salon işletmecilerini harekete geçirmiş olacak ki, bu yaz sinema salonlarında yeniden gösterim heyecanı yaşanmaya devam etti.

Yazının tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:59’a ulaşabilirsiniz.