Ve cehennem kapıları açılır: Baskın

Fantastic Fest’e şüphesiz damga vuran filmlerden biri de Can Evrenol’un Baskın’ ıydı. Toronto Film Festivali’nden övgüler ve filmin Amerika’da gösterim anlaşmalarıyla ayrılan ekip sonraki durakları Texas/Austin’den elleri boş dönmedi ve Can Evrenol, En İyi Yönetmen ödülünü aldı. Daha önce kısalarıyla kendine haklı bir takipçi kitlesi yaratan Can Evrenol’un ilk uzun metrajı sadece Türk korku sineması için değil, türün tüm örnekleri içerisinde kendi has bir anlatıma ve yere sahip. Bu açıdan filmin yurtdışında gittiği her festivalden büyük bir başarı ve ilgiyle ayrılması şaşılacak bir husus değil. Ekip içinse sırada Türkiye var. Film bu ay gösterime giriyor ve ucuz cin, ruh hikâyelerinden bezmiş Türk izleyicisini sağlam bir şok bekliyor hazır olun! Can Evrenol’la festivalde hep beraber giriştiğimiz film izleme maratonu arasında röportaja oturduk…

Röp: James Hakan Dedeoğlu, Foto: Aylin Güngör

“Bu film aslında bir Türk filmi ve hakikaten de benim Türk filmi yapacağım diye bir olayım yok. Ama bu topraklardan çıkan bir film olsun istedim ve bu topraklarda 80’lerde, 90’larda televizyonla ve Raksoteklerle büyümüş, internetle büyümüş, apolitik durmuş, daha sonradan çeşitli şekillerde topluma entegre olmuş bir kesim de var. Hani biraz da belki o kesimi temsil eden bir film bu.”

H: Evet, Texas/Austin’den bildiriyoruz!

C: Aynen.

H: Buradan önce Toronto Film Festivali’ndeydin. Nasıldı? Biraz onu dinleyelim.

C: Toronto çok bombaydı. İlk defa gidiyordum. Daha önce çok duyduğum bir festival olmasına rağmen oraya gidince daha iyi anladım, hani böyle dünyanın en büyük üç-dört festivalinden biri olduğunu ve büyük bir pazar döndüğünü… Benim için bayağı keyifliydi tabii, çünkü Toronto bir festival. Bir de içinde Midnight Madness ’ın da ayrı bir sinerjisi var. Midnight Madness ’ta seyircinin katılımı, eğlencesi, genel havası, Toronto’nun karizması böyle karışınca çok güzel bir ortam vardı.

H: İzleyicinin tepkisi nasıldı?

C: Midnight Madness ’ın direktörü, seçicisi, TIFF’in 22 direktöründen biri Collin Geddes ve buradaki direktörlerden biri ve XYZ’nin aynı zamanda üç adamından biri olan Todd Brown filmi inanılmaz sevdi ve filmle ilgili çok güzel yazılar yazdı. Bir tanesi TIFF’in kitapçığına, bir tanesi Fantastic Fest’in kitapçığına. Bu yazılarla film epey bir heyecan yarattı bence. Bunlarla beraber, Bloody-Disgusting ve FWF sitelerinde çıkan yazılar ve fragmanın yarattığı havayla da büyük bir heyecan oluştu. “Baskin31Robins”lerin arasından “Baskin” leri yakalayabildiğim kadarıyla gelen tweet’lerden böyle yüzde 20-30 diyebileceğim bir kesim hayal kırıklığına da uğramış tabii. Çünkü filmin ilk 40-45 dakikasında tamamen bambaşka bir hava var. Ondan sonrasında da film işkence pornosuna dönüşüyor gibi bir hava var. Hani filmin böyle otantik ve özgün olmasını sağlayan kısımlar bazı insanları da hayal kırıklığına uğratmış oldu. Bunu söylüyorum ama bunların dışında çok güzel tepkiler de vardı. Filmin bir iki tane negatif yorumunda bile işte şusu çok iyiydi, busu çok iyiydi gibi çok güzel şeyler yazıldı. Onun dışında tahminimden çok iyi yorumlar vardı. Fangoria ’nın genel editörü Chris Alexander, Scarlett Johansson’lu Under the Skin ’den beri en sevdiği film olduğunu söyledi Baskın ’ın. Bence çok güzel bir şey. Yani Baskın ’ın biraz daha sanatsal ele alınması çok güzel. Çünkü öyle ele alındığı zaman belki daha uygun bir film olabilir gibime geliyor. Biraz daha Midnight Madness ve saf korku janrı için o kadar da vurucu mu bilmiyorum. Tabii ben içinde olduğumdan, söylemem zor.

CAN-yeni-web

“FİLM BENİM İÇİN ÇOK KİŞİSEL BİR FİLM BİRÇOK AÇIDAN”

H: Film yurtdışında da Türkçe adıyla gösteriliyor…

C: Bunu özellikle yaptım. Hattâ soru-cevaplarda birkaç kere soruldu ne anlama geldiği. “Üzerinde konuşulmaması daha iyi olan gizemli, eskiden kalma bir isim” dedim… Bunun espriler yapıyoruz ismiyle ilgili. Aslında bu isim bundan önce çektiğim kısa filmin geçici başlığıydı. Çünkü filmin ikinci perdesi aslında kısa filmin ikinci perdesi gibi oldu. Bir grup polis bir binaya giriyor ve bir baskın var aslında. “Baskın”ı geçici bir başlık olarak yazmıştım, kaldı. Sonrasında da The Raid diye bir film olduğu için çevirmek istemedim “Raid” olarak. O sırada ne yapsam falan derken, “Baskın” da aslında kulağa güzel geliyor mu, böyle Suspiria gibi kendince bir isim olur mu acaba derken…

H: Doğru. Bir de bir İngilizce söyleyiş tarzı gelişti bir anda. Herkes “Baskin”, “Baskin” diye dolaşıyor etrafta.

C: Evet. Dedim ben bunu böyle yapayım, aslında satıcı acenteler, dağıtımcılar değiştirir zaten. Ama isim kendiliğinden yürüyünce herkes böyle bir sardı…

H: Süper. Peki, senin kısalarını biliyorduk ve bu ilk uzun. Senaryosu sana ait, film sana ait her şeyle beraber. Ama merak ettiğim şey şu; bu hayatın boyunca biriktirdiğin, en çok yapmak istediğin ve içindeki her şeyi döktüğün film bu mu? Yoksa, “Hayır, ben daha yeni başlıyorum” mu diyorsun?

C: Biliyor musun, ikisi birden aslında. Yani öyle bir söyledin ki… Evet, aslında bir yandan öyle, ama bir yandan da filme bakınca izleyemediğim bir sürü nokta var tabii. Teknik olarak da, hissiyat olarak da. Hani, “bunu daha iyi yapayım, şunu şöyle yapayım, bak şurada ses eksik, şurası ulan şöyle mi olsaydı acaba” dediğim bir sürü şey var. O hissiyat oldukça, bir sonraki filmdeki daha yeni başlıyorum hissiyatı da geçmeyecektir zaten. Filmin tek yazarı ben değilim bu arada… Dört arkadaş beraber yazdık. Ama bu dört arkadaş da bana benzer, sinematik düşüncelerini ve görüşlerini çok sevdiğim ve bazı açılardan benden daha iyi olan, ama bazı açılardan da aynı çukurlara düştüğümüz insanlar. Yani dört tane sinema âşığı gibi yazdık biz bunu. Cem Özüduru çizgi romancı olmasına rağmen…

H: Filmi izleyen herkes sondaki karakterin kimin tarafından oynandığını, kim olduğunu merak etmeden edemez. Ben de sana sormadan edemeyeceğim…

C: Filmdeki Baba mı? Aslında filmde, senaryoda hep “Baba” diye geçiyordu, o hizmetçi de işte “Baba geliyor,” falan diyordu. Ama hizmetçiyi sessiz yapmaya karar verdikten sonra filmin bitiminde bir baktık, ulan hiçbir yerde “Baba” demiyorlar Baba’ya. Filmin sonunda jenerikte “Baba” diye geçiyor… Bu arada aklıma gelmişken, aksiyon figürü çıkıyor yakında!

H: Aa, çok iyiymiş! O nasıl çıkıyor? Nasıl yapıyorsunuz yani?

C: Berlin’de daha önce onlar için viral video yaptığım iki arkadaş var, amatör oyuncakçılar. Turbo Kid , Manborg gibi filmlere aksiyon figürlerini yapıyorlar sektör için. Elle yaptıkları için tek tek her birini, telif problemi de olmuyor. Çünkü mesela eski Star Wars ve G.I. Joe’lardan ve He-Man ’lerden toplayıp onların üzerine dokunup parçalayıp birleştirip yeni karakterler yapıyorlar. Sanat çalışması olarak satıyorlar, onun için de telif problemleri yok ve sınırlı sayıda yapıyorlar… Bizim filmdeki üç karakterin figürünü yapıyorlar ve 15’er tane olacak sadece.

H: Çok iyiymiş bu! Paketi de çok iyi gözüküyor! Ne zaman çıkacak, nereden bulunabilecek bunlar?

C: Goodleg Toys’un sitesinden. Daha çok tanıtım olacak bizim için. Ama her yerde reklamını yapacağız. Sonra çıktığı gece, umarım, yoğun talep olacak diye düşünüyorum.

H: Tamam o zaman az önce Baba’yla ilgili sorduğum soruya biraz sonra geri döneceğim, oyuncaktan hazır muhabbeti açmışken. Senin çok güzel bir oyuncak koleksiyonun olduğunu ben biliyorum. Filmin ilk giriş sahnesinde ufak bir çocuğun odasında geziniyoruz, bir Ninja Kaplumbağa oyuncağı görüyoruz mesela. Başka oyuncaklar da görüyoruz… Red Kit video kaseti de var…

C: Evet, Raksotek .

H: Senden bir parça gibi gördüm ben o sahneyi…

C: Evet, film benim için çok kişisel bir film birçok açıdan. Hani benim hayatımda, çok yakın hayatımda öyle polisler, yaratıklar maratıklar yok tabii. Ama atmosferler ve temsil ettikleri şeylerin çok kişisel olduğunu düşünüyorum. O açıdan mesela çok başarılı buluyorum filmi. Tabii ki daha bir sürü şey yapmak istiyorum ve tabii ki birçok şey batıyor filmde bana, ama bir açıdan da çok mutluyum. Kendimi iyi ifade ettiğim bir film oldu diye düşünüyorum. Bu film aslında bir Türk filmi ve hakikaten de benim Türk filmi yapacağım diye bir olayım yok. Ama bu topraklardan çıkan bir film olsun istedim ve bu topraklarda 80’lerde, 90’larda televizyonla ve Raksotek ’lerle büyümüş, internetle büyümüş, apolitik durmuş, daha sonradan çeşitli şekillerde topluma entegre olmuş bir kesim de var. Hani biraz da belki o kesimi temsil eden bir film bu. Benim kısa filmlerim için Reha Erdem de dahil olarak bazı insanlar, biraz daha buraları anlatan bir şeyler olsun diyorlardı. Ben de diyorum ki, bir anlamda bu anlatıyor aslında. Diğer kısa filmim To My Mother and Father ’ı da ben evrensel görüyorum. Soruna dönecek olursam filmde o çocuğun odasında başlayıp o çocuğun raflarını görüp çocuğun hayal gücünü biraz böyle, “Ha, bu böyle bir çocuk ve bunlar böyle bir çocuğun başından geçiyor” diye güzel bir giriş oldu. Hem kişisel bir giriş, hem de ondan sonra yatakta uyumadan önceki o kurduğumuz korkular ve kâbuslar ve çocukluk kâbusları üzerine bir film olarak düşündüğüm için, hepsine uygun bir başlangıç oldu.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:44’e ulaşabilirsiniz.