Arşivden: Kıyılardaki kültürlerin ve kişisel hikâyelerin peşinde - Giovanni Cocco

İtalyan fotoğrafçı Giovanni Cocco, çocukluk yaşlarında babasının amatör fotoğraf tutkusu sayesinde tanıştığı fotoğrafçılığı kamerasını engelli kardeşi Monia’nın hayatına odakladığında kişisel bir hikâye anlatıcılığına dönüştürdü.

Röportaj: Yetkin Nural
Bu röportaj, Haziran 2018 tarihli Bant Mag. No:63’te yayımlanmıştır.

O günden bu yana kamerasıyla deprem dolayısıyla terkedilmiş şehirlerin, kapanma riskiyle karşı karşıya kalan manastırların, İtalya’da yükselen burlesk sahnesinin, eski zamanlar içerisinde donup kalmış Avrupa kasabalarının öykülerini aktaran Cocco ile fotoğraf yolculuğuna dair yaptığımız söyleşi, alışılagelmişin dışında, kendisinin deyimiyle “eksiltilmiş”, farklı bir fotoğrafçılık anlayışını da ortaya koyuyor.

Girls of the group 'SickGirls' on break during rehearsal at The Rock Circus Cafe, Bologna. October, 2007.

Standart bir giriş olacak ama bize fotoğrafçılıkla ilk tanışmanı anlatır mısın?

Babam amatör bir fotoğrafçıydı ve bizim fotoğraflarımızı çekmeye bayılırdı. Çocukken onun çektiği fotoğrafların her yerde (masaların üstünde, çekmecelerin içinde, kütüphane raflarında) olduğunu hatırlıyorum. Beni karanlık odasına sokardı ve fotoğraf çekmem konusunda teşvik ederdi.

Fotoğrafçılığın senin için bir sanat, bir iletişim yolu ve hikâye anlatıcılığına dönüştüğü dönemi hatırlıyor musun?

Anlattığım gibi çocukluğumdaki ortamdan dolayı fotoğraf çekmeye başlamam kaçınılmazdı. Ancak ilk başlarda fotoğraf çekmeye bir oyun gibi yaklaşıyordum. 2004’te ise beni kişisel ve duygusal olarak etkileyen bir hikâye üzerinden kendimle yüzleşmeye başladım: Monia projesi… Bu proje bana kameranın dünyayı gözlemlemek ve ona dokunmak için kuvvetli bir araç olduğunu, etrafımdaki dünya hakkında kendi düşünce ve hislerimi hızla aktarabilmeme olanak tanıdığını gösterdi.

“Çıkarmanın eklemekten daha önemli olduğu, bir nevi ‘eksiltilmiş’ bir fotoğrafçılığın peşine düştüm. Bu anlamda yan bakmanın derinliğe ulaşmak için en iyi yol olduğunu söyleyebilirim.”

Deprem dolayısıyla terkedilmiş bir şehir, zaman içerisinde donakalmış kasabalar ve onların doğa ile nostaljik bir ilişki içinde yaşayan sakinleri, Kosova Savaşı sonrasına Balkanlar’da kaybolmaya yüz tutan kültürel ve dini miraslar… Üzerinde çalışmak için seçtiğin konulara baktığımızda onları bağlayan bir ortak payda seziyoruz. Daha çok toplumun kıyısında kalan, susturulmuş alanlara ve kültürlere çekiliyor gibisin. Fotoğrafladığın konuları nasıl seçiyorsun?

İçgüdülerim beni deneyimler ve insan ilişkileri üzerinden samimi bağlar kurabileceğim konulara sürüklüyor. Örneğin Forgotten Memories projesi için Kosova’daki bir Ortodoks manastırında birkaç ay yaşamıştım. Bu benim fotoğrafçılığa yaklaşımımı da şekillendiren bir deneyim oldu. Çıkarmanın eklemekten daha önemli olduğu, bir nevi “eksiltilmiş” bir fotoğrafçılığın peşine düştüm. Bu anlamda yan bakmanın derinliğe ulaşmak için en iyi yol olduğunu söyleyebilirim.

Bu söylediklerinden de yola çıkarak işlerinde editleme sürecinin önemli olduğunu hissediyorum. Fotoğrafların üzerinde yaptığın değişiklikler için ne kadar süre ve yaratıcılık gerekiyor? Bir fotoğrafın son haline geldiğine nasıl karar veriyorsun?

Editleme sürecinde bilinç akışımı takip etmeyi tercih ediyorum. Elbette tüm bu süreç üzerinde çalıştığım işe ve ne kadar süredir çalıştığıma göre değişiyor. Proje süreci ne kadar uzunsa, editleme süreci de o kadar karmaşıklaşıyor. Ancak fotoğraf serisinin sırası yaşadığım deneyimle özdeşleşince kendimi durduruyorum.

Biraz önce de bahsettiğin gibi ilk projelerinden bir tanesi doğuştan engelli kız kardeşini fotoğrafladığın ve onun ismini verdiğin Monia projesi. Kalbine bu derece yakın olan bir konuya objektifin arkasından bakmak seni nasıl etkiliyor ve dönüştürüyor? Bu proje sonrasında kız kardeşinle olan ilişkin değişti mi örneğin?

Kardeşimin fotoğraflarını çekmeye başladığımda aslında pek bir beklentim yoktu. Sanırım bunu biraz da bilinçsiz bir şekilde yapmaya başladım, çünkü onun sakatlıklarından ve beraber geleceğimizden korkuyordum. Fotoğraflarını çekmek onu anlamanın bir yoluydu benim için: ne düşündüğünü, ne istediğini, hayattan ve benden ne beklediğini görebilmek… Bu ikimizin de birbirimizin hayatına girmek için attığı hem zor hem de eğlenceli bir ilk adım oldu.

İlişkimiz ben onunla daha fazla zaman geçirmeye karar verince değişmeye başladı. Onunla zaman geçirdikçe engelli olmanın bizimkinden daha farklı (ancak daha kötü olmayan) bir dünyada yaşamak olduğunu anladım. Engellilik kavramının belirsiz bir kavram olduğunu da fark ettim. Monia’nın mutlu ve huzurlu bir kadın olduğunu, sahip olduğundan daha fazlasına ihtiyacı olmadığını anladım. Bu anlayış onunla ve beraber geleceğimizle ilgili pek çok şüphemi yok etti.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:63’e ulaşabilirsiniz.