Arşivden: Loren Munk ve lojistik sanatı

Sanat hayatının harita tablolarının mucidi Loren Munk’ı, son otuz yıldır, New York sanat camiasının demirbaşlardan biri olarak değerlendirmemiz mümkün. Sanat malzemeleri satan bir dükkân için teslimatçılık yaparak yola koyulan Munk, o zamandan beri sanatsal üretimde bulunuyor; sanatı keşfediyor, yorumluyor ve eleştiriyor.

Röportaj: Yetkin Nural Bu röportaj, Mayıs 2014 tarihli Bant Mag. No:30’da yayımlanmıştır.

New York’taki günlerini yarıladığı vakit Munk’ın aklına şehrin sanat hayatına dair topladığı bilgileri kullanarak tablolarına aktarmasını sağlayacak bir fikir geldi: Şehrin sanat tarihinin haritalarını ve şemalarını çıkarmak. Munk’ın başarıyla üstesinden geldiği bu işin aynı zamanda oldukça zorlayıcı olduğunu söyleyebiliriz, ancak elimizdeki verilerin fazlalığına rağmen Munk’ın harita tabloları ilk bakışta bize keyif veriyor ve onları daha uzun süre incelememiz için çok daha fazla şey vaat ediyor.

loren1

“Aesthetic Discomfort Chart” (2005-6), kanvas üzerine yağlı boya, 54 x 60 inç, (Freight + Volume’un izniyle)

loren2

“Untitled (Gorky Portrait)” (2006-2007), kanvas üzerine yağlı boya, 48 x 42 inç

New York sanat hayatını tablolarında haritalaştırıyorsun. Bunun nasıl bir süreç olduğunu merak ediyorum, konularını nasıl seçiyorsun? Bilgileri nasıl topluyorsun? Verilerini tuvale aktarmaya başladığında ne gibi sanatsal seçimler söz konusu oluyor?

Yaklaşık on beş yıl önce bu projeye başladığımda ana konum Brooklyn, özellikle de Williamsburg mahallesiydi. O sıralar gelişmekte olan sanat hayatında olan bitenlerden bahseden birkaç sanat eleştirmeninden biriydim. Bu topluluğa olan ilgimi yazılarım ve yorumlarımdan tablolarıma aktarmak istiyordum. Ulaştığım çözüm yollarından bir tanesi bu topluluğun evrim sürecini bir şema hâline getirmemi sağlayan haritaların yaratımı oldu. Bir haritayı bitirdiğimde Williamsburg bölgesinin gelişimini etkileyen diğer bölgeler olduğunu fark ettim ve yakından tanıdığım East Village’in haritasını çıkarmaya başladım. Benim bilinçli olarak tercih yaptığımı söylemektense konuların beni seçtiğini söyleyebilirim.

Bilgileri yıllardır topluyorum. New York’a taşındığımda yaptığım ilk işlerden bir tanesi sanat malzemeleri satan Utrecht isimli bir dükkân adına teslimat şoförlüğü yapmaktı. Çoğunluğu East Village ya da SoHo’da olmak üzere sanatçılara boya, tuval ve benzeri şeyler götürürdüm. Düzenli teslimat yaptığım sanatçıların isimlerini ve adreslerini küçük defterlere not ederdim. Bu defterleri yirmi yıl boyunca sakladım. (Hâlâ saklıyorum.) Haritalara başladığımda bu eski notlar veritabanımın temelini oluşturuyordu, ancak veritabanım büyüdükçe daha eski sanatçıları ve galerileri bulabileceğim basılı listeleri ya da adres defterlerini araştırmaya başladım. Öğleden sonralarımı merkezi New York kütüphanesinde baskısı tükenmiş adres defterlerinden isim listeleri toplayarak geçirirdim. Arkadaşlarımdan yardım aldım, eski telefon rehberlerini ve dergileri inceledim, şimdi de interneti kullanıyorum. Ne zaman yeni bir adrese denk gelirsem onu küçük defterlerime ekliyorum, veritabanımı büyütmek için ne gerekiyorsa yapıyorum.

Bize çalışmalarının teknik yönünden biraz bahsedebilir misin? Her zaman belirli bir format ve araç seçer misin, yoksa farklı materyallerle deneysel çalışmalar yapar mısın? Görsel dilin farklı formlarıyla çalışma hakkında ne düşünüyorsun?

Kendimi her şeyden önce New York Ekolü’nün ve Hans Hoffman, Jackson Pollock, Willem de Kooning, Andy Warhol ve Jasper Johns gibi sanatçıların büyük mirasını taşıyan bir yağlı boya ressamı olarak görüyorum. Ana sanat formu olarak uzun tarihinden dolayı, tuval üzerine yağlı boyanın bütün diğer sanat araçlarına kıyasla en tutucu ve gerici tür olduğu söyleniyor. Belki de kavramsal çekiciliği kendini kendi tarihini belirleyip sunmasını sağlayabilecek şekilde iyileştirmek isteme arzusundan gelmektedir.

Aynı zamanda kâğıt üzerinde oldukça fazla iş yapıyorum, planlarımı bu kâğıtlar üzerine çiziyorum, fikirlerimi de yine bu kâğıtlara not ediyorum. Kolaj, suluboya, renkli boya kalemleri ya da birşeyler yaratabileceğim herhangi bir araç ya da malzemeyle oyalanmayı seviyorum. Görsel dille ilgili verebileceğim başlıca yanıt ise harf ve metin kullanımım ve bunlara olan ilgim olabilir. Son zamanlarda tanık olduğum en ilgi çekici gelişmelerden bir tanesi resimde yazı kullanımının artması oldu. Bu etki kavramsal sanattan ya da “Post-Modernizm”in, zihnin gerçekliği sadece yazı aracılığıyla muhafaza ettiğine inanan Dekonstrüktivistlerden doğmuş olabilir. Çeşitli yazı şekillerinin tıpkı renk ve kompozisyon gibi duygusal tepkiler uyandırabiliyor ve anıları canlandırabiliyor olması beni büyülüyor.

Fotoğrafçılığın daha ilgi çekici hâle geldiğini düşünüyorum ve ben de tablolarıma referans olarak kullandığım fotoğraflar çekmekteyim. Ama henüz onları ayrı bir çalışma olarak geliştirebilme fırsatını bulamadım.

loren3

“Art’stown” (2000-2005), kanvas üzerine yağlı boya, 68 x 58 inç (Freight + Volume’un izniyle)

loren4

“Historic Fields and Lines…(Study)” (2008), kanvas üzerine yağlı boya, 30 x 36 inç

Toplanmış verilerden görsel bir harita yapmanın en azından karışık bir iş olduğunu söyleyebiliriz, hele konu New York sanat hayatıysa… Nadir ulaşılabilen ve çok fazla sübjektif bilginin bulunduğu, diğer verilere kıyasla görsel forma aktarımın zor olduğu bu işte seni en çok zorlayan yönler neler oluyor?

Tabloları üretmek için harcadığım zaman öldüresiye fazla. En son sergimdeki büyük bir New York haritasını resmetmem yedi yılımı aldı. Her ne kadar üzerinde her gün çalışmamış olsam da bilgileri toplamak ve küçük parçaları yapboza eklemek uzun bir süreci gerektiriyordu. Çoğu zaman işe çalışmanın içeriği ve ölçüsünü değiştirecek bir parçadan başlarım. Bu şekilde resimler kendi istikametlerinde ilerlerler. Bazen bilgi akışını takip edebilmek için çalışmalarıma fazladan tuval eklerim ya da kâğıt yapıştırırım.

Bilgilerin öznelliğine gelecek olursam, başlangıçta bu projenin bir parçasının çoğu gizli kalmış ya da unutulmuş bir çeşit sanat tarihi yaratmak olduğunu fark ettim. Ancak, her tarihsel anlatıda olduğu gibi, hiçbir zaman tamamen kapsamlı ve mükemmel bir anlatış tarzı var olamaz. Olabildiğim kadar kapsayıcı olmaya çalışıyorum ama zaman ve mekânın getirdiği fiziksel kısıtlamalar da bulunuyor. Tablolarımı “tablolar” olarak ilginç kılmayı denemek zorundayım. Ayrıca zaman geçtikçe yeni sanatçılar, mahalleler ve galeriler ortaya çıkacak, farklı hikâyeler kendilerini gösterecekler, her biri paylaşılan tarihin kendi versiyonlarını yaratacak. Kaçınılmaz olarak eninde sonunda başarısız olacağım ama izleyicilerin bir tabloya bakıyor olduklarını bildikleri ve hiçbir tarihin ya da tablonun mükemmel olmadığını idrak ettikleri sürece bu çok da sorun değil. Sanatçılar kendi tarihlerini yaratabilme sorumluluğunu alabilmeli.

loren5

“The Dualistic Nature of Aesthetics” (2007-2008), kanvas üzerine yağlı boya, 36 x 48 inç

Bir sanat formu olarak bilgilendirici haritalar yaratmak sıkça rastlanan bir yöntem ve sanatçılar pek çok eşsiz tarz geliştirebiliyor. Bu belirli sanat formunda sana özellikle ilham veren sanatçılar var mı?

  1. yüzyıl İngiliz mistiği Robert Fludd’ın büyük bir hayranıyım. Kendi metafiziğini açıklama çabasıyla tüm zamanların en güzel gravürlerini tasarladığını düşünüyorum. Soyut şekiller ve çizgiler kullanarak cenneti, tözü ve insan ruhunu resmetmişti, tüm bunları Kandinsky ya da Piet Modrian’dan iki yüz yıl önce yapmıştı.

Francis Picabia proto-Dada döneminde arkadaşlarının ve işbirliği yaptığı kişilerin isimlerini metin olarak kullandığı, makine estetiğiyle şematik içeriği birleştiren birçok resim ve çizim yapmıştı. Onun meraklı doğasını, teknik yeteneklerini ve deneysel inatçılığını takdir ediyorum.

Stuart Davis, New York Kübistleri arasında en iyisiydi. Onun parlak renklerini, sert kenarlı şekillerini ve “jazzy” kelimelerini seviyorum. Ele aldığı günlük konular ve reklamlara yaptığı göndermeler beni ve bir jenerasyon pop art sanatçısını etkilemiştir.

Bize daha yakın zaman diliminde ilham aldığım sanatçı ise Alfred Jensen. Jensen, New York Ekolü’nün bir üyesi ve Soyut Ekspresyonistlerin dostuydu ancak onun her zaman çalışmalarına daha rasyonel ve sistematik bir yaklaşımı oldu. Kompozisyonları Maya takvimi, I Ching ya da Pisagor Teoremi’ne dayanıyor. Resimlerinin çoğu parlak renkli satranç tahtalarına benzer.

loren6

“Investigating the Myth of the Avant-Garde 1900-200” (2013-14), kanvas üzerine yağlı boya, 54 x 48 inç (Freight + Volume’un izniyle)

Ayrıca New York sanat hayatı, sergiler ve bunların perde arkasında olanlar olaylar hakkında belgeseller çekiyorsun, bunu da James Kalm adı altında yapıyorsun. Soracağım en bariz soru şu olacak, neden bir mahlas kullanıyorsun? Bunun arkasında bir hikâye yatıyor mu?

New York sanat hayatının uzun dönem sakinlerinden biri olarak kariyerlerin nasıl başlayıp bittiğine tanık oldum. Yaratıcı topluluklarda, hoşgörülü ve özgürlükçü olduklarını iddia etmelerine rağmen, affedilmeyen bazı günahlar var. Bunların başında da başarısız olmuş ya da modası eskimiş bir sanatçı olmak yer alıyor.

Neo-Ekspresyonizm’e yönelik saldırıların başladığı sıralar “Bad Painting” akımının bir ileri aşaması olan Kitsch’i geliştirerek başarı sağlamış birkaç sanatçıdan biriydim. 1980’lerin ortalarında Neo-Geometrik Kavramsal Sanat (Neo-Geo) ve Neo-Kavramsal Sanat akımları ortaya çıktığında akıma katılmayan herhangi bir kişi modası geçmiş olarak adlandırılıyor ve hor görülerek dışlanıyordu. Sanat pazarı sonraki on yıl içinde çöktü ve AIDS bir jenerasyon genç sanatçıyı yok etti. East Village âniden yok oldu. Eşim Kate ile bir aile kurdum ve Avrupa’daki özel satıcılarla çalışmaya başladım. Sonraki on yılı Brooklyn’deki mutlu yuvamda çocuklarımı büyütmekle geçirdim.

90’ların sonlarına doğru, kendi tercihimiz olan yalnızlığımızın bir sonucu olarak o zamana kadar başardığımı düşündüğüm her şey yok olmuştu. Kate artık New York sanat dünyasında var olmadığımı söylüyordu, haklıydı da. Portföylerim ve kitaplarımı peşim sıra sürükleyerek dolaştığım uzun yıllar boyunca hiçbir itibarlı galeri kendi bünyelerinde bir sergi açmamı kabul etmemişti ve çok az sayıda Amerikalı koleksiyoncu ya da eleştirmen çalışmalarıma ilgi göstermişti. Sanat dünyasıyla yeniden bağlantı kurabilmek uğruna sanat yazıları ve eleştiriler yazmaya başladım. Ancak artık başarısız bir ressam olduğu için eleştiri yazan birisi olarak görünmek de istemiyordum. James benim ikinci ismimdir, Kalm da Kate’in isminin ilk iki harfi ve benim isim ve soyadımın baş harflerinden oluşan bir anagram. Bu şekilde James Kalm’ı yarattım ve bu kimliği yaklaşık on yıl taşıdım. Bu anonimlik benim açımdan faydalı bir araç görevi gördü. Bir açıdan onu uzun bir koşu performansının bir parçası olarak gördüm çünkü gerçek sanat dünyasına, galerilerin arka odalarına ve stüdyolara sergi açmak için yardım bekleyen umutsuz bir sanatçı olarak değil de ilgili bir gözlemci ve yorumcu olarak yeniden dönmemi sağladı. Beklemediğim bir başka yararı da beni sanat tarihinin değeri üzerinde yeniden düşünmeye ve kendimi sanat tarihi, felsefesi ve teorisi üzerinde eğitmeye yönlendirmesi oldu. Yerel sanat eleştirmenleri topluluğuyla bağlantıya girmemi sağladı, bu şekilde kimin kim olduğunu öğrendim ve onların kişilikleri ile yazıları hakkında kişisel fikirler edindim. 2000’ler civarı Brooklyn Rail’e katkıda bulunmaya başladım, büyük olasılıkla Brooklyn hakkında yazı yazmaya New York’taki herkesten çok daha fazla vakit harcamışımdır.

loren7

“The East Village 1979-1989” (2011-2013), kanvas üzerine yağlı boya, 84 x 145 inç (Freight+Volume’un izniyle)

loren8

“Critical Myopia and its Causes” (2006-2007), kanvas üzerine yağlı boya, 36 x 48 inç

(Çeviren: Hazal İlbay)