Cannes 2018 - Lars Von Trier ve Gaspar Noé'nin son filmleriyle ilgili yorumlarımız

Cannes Film Festivali’nde son birkaç yılın en tuhaf programıyla karşı karşıyayız. Önceki yıllardaki kadar iyi film çıkmadığı gibi, tartışma yaratan bir malzemeden de her zamankinin aksine yoksun bir yıl. Bu durumda en tartışmalı iki yönetmenin son filmlerine bakmak en doğrusu…

Yazı: Melikşah Altuntaş

THE HOUSE THAT JACK BUILT
Yön: Lars Von Trier
Out of Competition

Dogville’den bu yana kişisel problemleri ve her nedense bir türlü gizlemediği depresif karakterini sinemasına yansıtmakta bir beis görmeyen Lars Von Trier, son birkaç filmdir, hayata dair karanlık tespitleri ve kimseyi ilgilendirmeyen düşmanlıklarını sinemasal yollarla üzerimize kusmayı huy edinmiş durumda. Nymphomaniac Vol. 1&2’da, kendi kafa sesini iki karakter arasındaki diyaloğa dönüştürüp, üzerine de gelişigüzel bir mizansenler bütününden ibaret koca bir azap çekmiş olan Trier, aynı taktiği bir kez daha, bu sefer cidden çekilemez bir hikâyeye (!) uyguluyor. Ne öykü, ne karakter, ne de başka somut bir senaryosal elementi dikkate değer bulmadığını her saniyesinde seyircisine haykıran iki buçuk saatlik bir sabır testi olan The House That Jack Built’te Trier, sanat ve hayat arasındaki yıkıcı ilişkiye dair son derece sığ fikirlerini, araya giren görsellerle, kahramanımız Jack ve onun -bir yere kadar- görünmez muhatabının muhabbetine hapsediyor. Arada izlediğimiz, Jack’in seri katil hikâyesi ise ticari gösterime çıkmadan doğruca televizyon ve ev sineması için üretilmiş ucuz gerilimlere benziyor. İşin özü, THTJB’in gerçek bir film fikrine sahip olduğunu dahi söylemek zor. Karşımızda bazı anlarında gülünç bile olamayacak kadar üzücü bir kariyer intiharı var. Üstelik zihnindeki kara bulutlar iyice saldırgan, seksist ve anti-hümanist sınırlarda geziniyor artık. Sinema üzerinden ahlaki bir sorgulamaya girip, filmi oradan değerlendirdiğim düşünülmesin, film maalesef kağıt üzerinde hiçbir vazifesini yerine getiremiyor zaten. Benim esas anlamadığım şey, Melancholia’nın basın toplantısında Nazi sempatizanı bir cümleyi, o veya bu şekilde kurmuş ve bu nedenle de Cannes’dan örtük bir yasak yemiş bir yönetmen, nasıl oluyor da bu sakıncalı düşüncesini, neredeyse filme çekilmiş bir halde Cannes seçicilerinin karşısına getirdiğinde, festivalin resmi seçkisine alınmaya değer bulunuyor. Durum hakikaten çok sıkıntılı ve samimiyet sorgulatıcı…

CLIMAX
Yön: Gaspar Noé
Directors’ Fortnight

Gaspar Noé hayranları kadar sadık ve coşku dolu bir yönetmen fan grubu çok az çıkar. Noé’nin bir yönetmenden çok bir rock’n roll yıldızı gibi takılıyor olması ve kendi filmlerinden daha belirgin bir markaya kendi kendini yalnızca dört filmle dönüştürebilmiş olması, kuşkusuz seyircisiyle arasındaki alışverişin eli bayraklı neticesi. Bir önceki filmi Love ‘ın Cannes’daki prömiyerini hatırladığımda aklıma -ne yazık ki son derece vasat- filmin kendisinden çok, Lumiere salonunu gece yarısı 01.30’da ağzına kadar doldurmuş smokinli, abiyeli ve -yönetmenin Cannes’a ricasıyla- serbest giyimli hayranlarının çığlık çığlığa coşkusu ve kahramanımızın 10. dakikada fışkıran spermlerinin 3D teknolojisiyle seyircinin yüzüne yağmasıyla kopan alkışlar geliyor… Climax ‘te de bu toplu histerik dalgayı yaratacak malzeme, çok daha fazlasıyla mevcut. Gaspar Noé, yine elinden gelen Gaspar Noé’liği yapmış. Üstelik bu kez Love ‘daki gibi ağlak bir romans değil, sıkı bir dans filmi var karşımızda. Ancak Noé’nin kahramanlarının kimyasal uyarıcılar ve bunların başlarına açtığı felaketleri bilirsiniz… Climax’te de ortalığın savaş alanına dönüşmesi ve kahramanlarımızın sağa sola savrulması çok vakit almıyor ve bu bir buçuk saatlik Noé gösterisi, kendisinden beklenen her tür aşırılığı fazlasıyla gerçekleştirip, bizi bitap düşürdükten sonra bir anda perdeden kayboluyor.