Cannes günlükleri -7

Cannes’da sabah gösterimlerinin 8.30’da başlaması gerçeğine erken alışmıştım. Ama günler geçtikçe ve yorgunluk arttıkça 6.45’lerde uyanıp, 7.30’larda sıraya girmek gittikçe zorlaştı. Sonuç itibari ile dün sabahki yarışma filmi Denis Villeneuve’nin Sicario’sunu alarmı duymama suretiyle kaçırmış bulundum. Ki Lumiere’deki prömiyerlere çok zor bilet çıkıyor ve gitmeyeceğiniz seansları ya saatler önce iptal ettiriyor ya da alan önünde davetiye arayan insanlardan birine veriyorsunuz ki şahsınıza ait biletteki barkod bir şekilde kapıda okutulabilsin. O barkod gösterim öncesi okutulmazsa o bilete hak kazanmanızı sağlayan kredinizden düşülüyor ceza olarak… Böyle sapıkça bir kast sistemi var Cannes’da!

Yazı: Melikşah Altuntaş

OurLittleSisterBanner

Sicario üzüntümü hızla bir kenara bırakıp, bu zararın neresinden dönebileceğime baktığımda ise saat 10’da bir başka yarışma filmi olan ve her ne kadar Koreeda’ya ayaklarım geri geri gitse de Our Little Sister‘ın market gösterimini yakalayıverdim.

Bir önceki filmi Like Father, Like Son bana göre tam bir Türk dizisi olan Koreeda, -hikaye anlatımındaki yeteneğini görmezden gelememekle birlikte- yine bildik tarzını sürdürmüş ve 128 dakikalık, uzadıkça uzayan serbest bir Little Women uyarlamasına girişmiş. Yine totali yakalama sevdasında, tutmayacak bir Türk dizisi kıvamındaki senaryo ve rejisi ile Koreeda cephesinde yeni bir şey yok kısaca.

green-room

Günün devamını Quinzaine ve Un Certain Regard’dan birer filmle geçirmeye karar verdim ve öğleden sonraki seansta Blue Ruin‘in yönetmeni Jeremy Saulnier’nin son kan gölü Green Room‘un yolunu tuttum. Saulnier’nin eli silahlı Amerikan taşralılarının birbirine hayatta kalmak için ateş ettiği filmler çekmeke ilgili saplantısı, bu kez daha genç ve stilize bir filmle devam ediyor gibi görünüyor. Yanlışlıkla şahit oldukları bir cinayetin ardından zorla alıkonarak hayatta kalma sınavı vermeye başlayan dört kişilik rock grubunun bol kanlı mücadelesine odaklanan film, başroldeki Patrick Stewart’ı gereğince kulllanamamak dışında vazifesini fazlasıyla yerine getiriyor ve Quinzaine’deki diğer filmler arasından sıyrılarak hafif ve keyifli bir seyirlik sunuyordu.

A027_C002_0527D1

Günü Un Certain Regard’ın merakla beklediğim filmlerinden The Other Side‘la sonlandırırken, gösterim sırasında salonun öbek öbek boşalmasına büyük tutuldum. The Other Side, kolay içine girilebilir ve seyrinden büyük zevk alınabilecek bir film değil belki ama Güney Amerika kırsalının kimyasallardan dişleri dökülmüş, cahil ve milliyetçi panaromasını net ve dolaysız şekilde resmetmesiyle belli bir etki yaratmayı başarabilen bir dökü-dramaydı.

image1 (3)

Bu sene yarışmaların epey zayıf geçtiği bir gerçek. Un Certain Regard da bu durumun en belirgin yaşandığı bölümlerden maalesef ama umudumuzu kalan günlerden kesmiş değiliz.

Festivalde yarın neler izleyeceğiz?

Bugün yarışmanın en beklenen filmlerinden “Youth”un prömiyer heyecanı Cannes ahalisini sarmışken, yarın da “Deephan” ve “The Assassin” ile yarışmanın rengi hepten belli olacak. Geriye çok az film kaldı ve sona yaklaşıyoruz. Kalan günlerde amaç eksik kapatmak… Ah bir de her seansta merakla beklenen filmler çakışıp durmasa…