“Ne dinlesek?” diye soranlara, temmuz – ağustos çıkışlı 70 albüm. Sıralama kronolojik.


5 Temmuz: KOKOKO! – BUTU
(Transgressive Records)

Metal, teneke, plastik ve motor parçalarıyla yarattıkları enstrümanlarla üreten Kongolu kolektif KOKOKO! yeni albümüyle aramızda.. Débruit adıyla tanınan Xavier Thomas’ın prodüksiyonuna el attığı albümün ismi Türkçede “gece” anlamına geliyor. Nitekim parçalar da yüksek gece yaşantısını yansıtacak şekilde kurgulanmış. Débruit’nin dokunuşları olduğu anlaşılan synth numaraları ve alan kayıtlarıyla da grubun kurcaladığı tema katmanlanıyor. Albümün zirve anlarından “Bazo Banga”nın göz yorucu klibi de işte burada.

5 Temmuz: Bacchae – Next Time
(Get Better) 

Washington çıkışlı Bacchae’ın üçüncü stüdyo albümünde önümüze koca bir punk evreni seriliyor. Kapitalizm, sistemin insanı değersizleştirmesi, çalışma düzenin ruh emiciliği, ruh sağlığımızı giderek kaybetmek hakkında kafa yoran albüm açtığı konular bakımından karanlık olsa da Bacchae’ın kendine yarattığı ses dünyasındaki dinamizmin oynadığı rolden olsa gerek, albüm boyunca enerji hiç düşmüyor; bir umutsuzluktan bahsedilse bille Katie McD’nin sesi ilaç gibi geliyor.

5 Temmuz: alva noto – HYbr:ID III
(NOTON)

Minimal ve deneysel elektronik müzik alanında 2000’li yılların en akılda kalıcı işlerine imza atan bestecilerden alva noto’nun, 10 yılı aşkın süredir dirsek temasında olduğu Amerikalı koreograf Richard Siegal ile üçüncü ortaklığı. Serinin üçüncü halkası, bu kez Siegal’in yeni işi Ballet of (Dis)Obedience’a eşlik etmesi için kurgulanmış. Çıkış noktası ve kutup yıldızı Japonya’nın Noh tiyatrosu gelenekleri. Yayıldığı alanı müthiş bir derinlikle dolduran, hareketin nadir olduğu bir akışa sahip.

5 Temmuz: Antonina Nowacka – Sylphine Soporifera
(Mondoj)

“Şarkı söylediğimde kendim ve hava arasında bir alan yaratıyorum. Sadece şarkı söylemiyorum; önümdeki boşlukta bir şeyler oluyor ve ben bu alanla birleşiyorum.” Polonyalı vokalist ve multi-enstrümantalist Antonina Nowacka, üçüncü albümünde havayı, havayla temas etmeyi ve havada süzülme hissini şarkılaştırıyor. Sözsüz ve büyüleyici vokallerine, dünyanın dört bir yanından biriktirdiği enstrümanların eşlik ettiği Sylphine Soporifera, yılın en ilgi çekici new age kayıtlarından biri. 

5 Temmuz: Kiasmos – II
(Erased Tapes)

Ólafur Arnalds ve Janus Rasmussen’den oluşan Kiasmos, minimal techno ve electronica gibi estetikler arasında mekik dokuyarak karakteristik bir tını yakalıyor. 2009’dan bu yana birlikte üreten ikili, Kiasmos isimli ilk albümünü 2014’te Erased Tapes etiketiyle yayımlamıştı. Aradan 10 yıl ve çeşitli EP’ler geçti, sıra yeni albüme geldi. Prodüksiyon üslubu ve sesi işleme biçimleri görece “temiz” duyulan ikilinin bugüne dek karanlıkla ne haşır neşir olduğu işi diyebiliriz II için.

5 Temmuz: Fink – Beauty In Your Wake
(R’COUP’D)

Doğruya doğru İngiliz müzisyen Fin Greenall’un en dikkat çekici işlerinin üzerinden baya bir zaman geçti. Özellikle 2006-2011 arası yayımladığı dört albümle kendi soundunu bulmuş ve iyi işler çıkarmıştı. O dönemden beri yaptığı denemelerin çok da yerini bulduğunu söylemek zor. Özellikle anaakıma fazla yaklaştığı anlar biraz bayat, ağdalı işler çıkarıyordu ortaya. 11. albümü Beauty In Your Wake o iyi zamanlara yakın duran; çok fazla efekt barındırmayan ve Fink’in akustik gitarı ve vokaline güvendiği bir çalışma. Bu da çok iyi bir haber. Bu minimal yaklaşım her zaman yakıştı ona; bizi de memnun etti. Son on yıldaki en iyi albümü olduğunu söyleyebiliriz. 

5 Temmuz: Kasabian – Happenings
(Sony Music)

Işıklı şehir sokaklarının enerjisini içinde taşıyan, geceleri herkes yataklarına geçip gözlerini kapatınca dans etmekten hızla çarpan kalpler için söyleyebileceği, hissettirebileceği çok şeyi var bu 10 parçadan oluşan albümün. İngiliz dörtlü Kasabian’dan birbirine eklemlenmiş elektronik renklerle, synth vuruşlarıyla, parıltılı gitarlarla dolu bir psikedeli seansı. Happenings’in “insanların gerçek dünyada bir parçası olabileceği bir şey” olduğunu söylemiş Serge Pizzorno. 

12 Temmuz: Eccentric Soul: The Cuca Label
(The Numero Group)

Jim Kirchstein’ın Sauk City, Wisconsin’de tam 60’lara girilmek üzere iken kendi dükkânının yanına minik bir kayıt stüdyosu inşa ederek başlattığı Cuca Records, döneminin müzik hayatının nabzının attığı Memphis, Nashville, New Orleans, New York gibi şehirlere kıyasla neredeyse hiçbir endüstriyelliğin olmadığı bu soğuk tarım eyaletinde bölgenin yetenekleri için kendi içinde bir cazibe merkezi ve değerli bir sığınaktı. Arşivci etiket Numero Group’un kıymetli serisi nezdinde yayımlanan derleme The Devilettes, The Esquires, Supreme Four, Twiliters Harvey Scales, The Seven Sounds gibi görece az bilinen nacizane isimlerin stüdyo bünyesinde kaydettikleri doo wop, R&B ve soul icralarından nadir kesitler sunuyor. 

12 Temmuz: Laraaji – Glimpses of Infinity
(The Numero Group)

Brian Eno’nun 70’lerde sokak müzisyenliği yaparken keşfettiği Laraaji; meditatif, içsel ve akışkan performanslarıyla müziği bir iyileşme pratiği olarak kurguluyor. Zither, kalimba ve piyano gibi enstrümanlarla 50’yi aşkın albüm kaydeden ve türlü iş birlikleri yapan Laraaji, 2023’te yayımlanan dört plaklık Segue To Infinity box setinde yer alan Glimpses bölümünü ayrı bir albüm olarak yayımladı. Müzisyenin kariyerinin ilk yıllarından bazı sokak performanslarına geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkarılan stüdyo seanslarından kesitler eşlik etmekte. 

12 Temmuz: Sissy Spacek – Diaphanous
(To Live A Lie)

25 yıllık gürültü merkezi Sissy Spacek’in zihne, duyulara, noise ve punk’a dair kalıpsal beklentilere başlı başına bir saldırı niteliğindeki yeni albümü. Aklınıza mukayyet olun ve kendinize dikkat edin arkadaşlar. Anksiyete tetikleyici, şimdiye dek “kaotik” tipi bir sıfat kullandığımız her işi uysal kılan bir kayıt. Her saniyesiyle noise ve grindcore arasında yürüdüğü ipi kafanızın etrafında mengenede sıkıyor sanki. Blast beatler, distorte elektronik yırtılmalar, sert mi sert çığlıklarla ördüğü tam 28 parçalık çıkarmanın bazı duraklarının başlığını okumak resmen parçanın kendisinden daha uzun sürebiliyor. Tümüyle 12 dakikaya varan süresini çok çok çok daha uzunmuşçasına yaşayıp yaşattığı aşikâr.

12 Temmuz: Meridian Brothers – Mi Latinoam​é​rica Sufre
(Bongo Joe)

Kolombiyalı Eblis Javier Álvarez’in 1998’den bu yana başta cumbia olmak üzere çeşitli Latin müzik geleneklerini lezzetli psikedelik filtrelerden geçirdiği harika projesi Meridian Brothers, tematik bir albümle aramızda. Merkezine Junior Maximiliano the Third isimli karakteri alan kayıt; kişinin kendine mesafelenmesi, kendini yeniden keşfetmesi ve paranoyalar gibi ağır olabilecek konu başlıklarını zengin ritmik oyunlarla eşeliyor. “Sé que estoy cambiando” parçasının albümle birlikte paylaşılan dikey klibi de işte burada.

12 Temmuz: Linda Sikhakhane – iLadi
(Blue Note Records / Universal Music Africa)

Güney Afrikalı saksafoncu ve besteci Linda Sikhakhane’nin yeni albümü adını Zulu halkının bir tür bilgelik ritüelinden alıyor. Kadim dostu Nduduzo Makhathini’nin piyanoda, Zwelakhe-Duma Bell le Pere’nin basta ve Kweku Sumbry’nin davulda eşlik ettiği iLadi, dörtlünün pürüzsüz bir diyalogla hayat verdiği sekiz parçadan oluşuyor. Hem yaşadığı toprakların geçmişine hem de spiritüel caz geleneklerine temas eden bir akışı takip eden albüm, Sikhakhane’nin müziğini neden bir tür meditasyon ya da iyileşme merasimi olarak tanımladığına dair de tesirli bir yanıt aynı zamanda.

12 Temmuz: Cigarettes After Sex – X’s
(Spanish Prayers / Partisan Records / GRGDN Müzik)

Hazırsanız derin bir nefes alıyoruz. Sonra da göğsümüze doldurduğumuz tüm bu havayı Cigarettes After Sex’in tüm melankolisi ile dışa doğru süzüyoruz. Romantizm, kalp kırıkları, nostalji, ikili ilişkiler etrafında acelesiz ve fısıldayan düşsel vokali, doygun basları, zarif gitar tınılarıyla yine baş döndürücü yine kalbe yakın duyguları en derinden çıkaran bir dream-pop manzarası bu 10 parça. Pek mutlu olmayan bir sona doğru akan bir aşk mektubu da diyebiliriz X’s için. 

12 Temmuz: Chris Cohen – Paint a Room
(Hardly Art)

Eski Deerhoof gitaristi ve The Curtains kurucusu Cohen beş yıllık uzun bir moladan sonra solo projelerine geri döndü. Cohen’i ilk defa sesini kat kat enstrümanın altına saklamazken, kendini bu kadar çıplakça ifade ederken dinliyoruz belki de. Albümün çoğu şarkısının içine sızmış üflemeliler koleksiyonu günlük hayatın sıkıntısından uzaklara, güneşli bir pazar gününe taşıyor. Gösterişten uzak ama muntazam aranjmanlarla dolu Paint a Room’la bu yaz bol bol vakit geçireceğiz anlaşılan.

12 Temmuz: Griff – Vertigo
(Warner Music UK)

İngiltere ve alternatif pop dendiği zaman aklınıza Charli XCX’in ve Brat yeşilinin gelmesi olası. İlk albümünü Brat yazında yayımlayan Griff de tanışmaktan heyecan duyacağınız bir ses. 2021’de BRIT Awards’ta Yükselen Yıldız ödülünü almasıyla spot ışıklarını üzerine çeken Griff’in yatak odasında bestelediği parçaları, Britanya’nın farklı uçlarındaki stüdyolarında Mura Masa’dan Cirkut’a yıldız prodüktörlerin dokunuşlarıyla cilalı bir albüme dönüştü. Kalbi kırık synth pop parçalarını sevenler Vertigo’nun kapısını aralamaktan çekinmesin.

19 Temmuz: Childish Gambino – Bando Stone and The New World
(RCA/DJ Recordings)

Donald Glover’ın bizzat yönettiği, aynı adlı filminin soundtrack’i olan beşinci albümü. Amaraae, Flo Milli, Fousheé, Jorja Smith, Yeat ve ayrıca oğlu Legend’ın konuklarından olduğu albümün prodüksiyonundaki tanıdık isimler arasında yakın dostu Lüdwig Göransson, Khruangbin ve Steve Lacy var. Hip hop, R&B, alt rock, dancehall, emo pop, afrobeat, caz derken uğramadığı ya da birbirine yedirmediği tür kalmamış: Prodigy, Luke, Toby “The Radiation” Fox hatta Susam Sokağı gibi kaynaklardan sample’lar içeren aşırı elektronik düzenlemelerden akustik dokulu baladlara geçebiliyor hemen. Şimdiye dek ortaya koyduğu en büyük ve etraflıca proje, Childish Gambino mahlasıyla yayımladığı son iş aynı zamanda. Guava Island (2019) dönemi yaz sevdasını geri çağırır gibi. Ciddi ama alter-egosundan alışkın olduğumuz oyunlu ve toy üslubu kendi nezdinde daha iddialı. Hem absürt hem ulvi, hem cangılda hem şehirli. Flow’u ve parçaların ritmi zorlamadan kaptırıyor. İlk teklisi “Lithonia”nın Alex Wolff, Suzanne Son ve Lüdwig’in bulunduğu ürkünç klibi ise henüz çıktı, izleyesiniz varsa şöyle buyrunuz.

19 Temmuz: Oneida – Expensive Air
(Joyful Noise Recordings)

New York’un deneysel rock geleneklerini 1997’den bu yana yaşatan ve kirli mi kirli, kafa karıştırıcı, hatta kaotik duyulmaktan her daim haz alan Oneida, diskografisinin tam 17. albümündeyiz. Hâlâ sofraya yeni şeyler getirebildiklerini deneyimlemek kesinlikle hayranlık uyandırıcı. Her zamanki yapıbozumcu tavırlarıyla punk düsturunu kesiştirdikleri Expensive Air, bacağınızı istemsizce sallamadan eşlik etmenin mümkün olmadığı bir kayıt.  

19 Temmuz: Vian and Merzbow – Inside Richard Sierra Sculptures
(Modern Obscure Music)

20 dakikadan uzun iki parçadan oluşan bu albüm, Barcelonalı elektronik müzik bestecisi Pedro Vian ve Japonya’nın avangart müzik sahnesinin yaşayan efsanelerinden Merzbow’un ilk ortaklığı. Vian’ın geniş hacimli Richard Serra heykellerinin içinde yaptığı alan kayıtlarını, Merzbow’un keskin ve gürültülü prodüksiyonuyla buluşturan albüm, işitsel ve fiziki alanların iç içe geçtiği; zihin açıcı olduğu kadar zorlayıcı da bir dinleme deneyimi.

19 Temmuz: Görkem Karabudak – “Topyekün” Live
(Sümbül Plak)

Bir dizi tekli ve senenin başlarında yayımlanan Kontra EP’sinin ardından sıra ilk Görkem Karabudak albümüne geldi. Üstelik bir konser albümü bu! Basta Gökhan Şahinkaya ve davulda Ege Soydan ile Babylon’da gerçekleşen konserde kaydedilmiş sekiz parçadan oluşan albümde Tuğçe Şenoğul düeti “Kopkoyu Bir Yolculuk” ve Da Poet düeti “Sanrılar Çıldırmış Olmalı” da mevcut. Bir de konserin büyük sürprizlerinden biri var elbet: Çilekeş’in Histeri Çalışmaları albümünde yer alan “Kara Mizah”ın yenilenmiş versiyonu da bu albümle kayıt altına alınıyor. Kapak görselini de Cem Gültepe’nin çektiği fotoğraf ve Deniz Bankal’ın tasarımı oluşturuyor. 

19 Temmuz: Los Campesinos! – All Hell
(Heart Swells)

Geçtiğimiz haftalarda “kms” ile son ipuçlarından birini aldığımız All Hell artık bizimle. Los Campesinos!’un son işi gayet olgun karakteriyle neden şikayetçi olunacağından, neyin suçlu olduğundan, nihayetinde aşkın kurtarıcılığından gayet emin. Yer yer sesler yükselse de derin hislere dolu atmosferini bozmadan yol alan 15 parça; kapitalist politikaların bölücülüğünden, her şeyi paramparça eden karakterinden dolayı öfkeli. Bunca kargaşa içinde tek dayanağı hayatı romantize etmek olan bizler içinse ayrıca nazik.  

19 Temmuz: Denzel Curry – King of the Mischievous South Vol. 2
(PH Recordings/Loma Vista)

Ta 16 yaşındayken iddiasını göstermeye çok sebebi, kanıtlaması gereken pek şeyi varken çıkardığı King of the Mischievous South Vol. 1 Underground Tape 1996’in (2012) devamı, miksteyplerinin de altıncısı KOTMS(V) II ile sahalara geri döndü Denzel Rae Don Curry. Beşinci stüdyo albümü Melt My Eyez See Your Future’ın (2022) içgörüsünü, bunun terapi çıkışlı temalarını göz ardı ederek doğrudan trap vibe’ına geri daldığını açıkça işitiyoruz. Güneyli damarın ağır bastığı kabarık konuk listesi içinden ASAP Ferg, ASAP Rocky, 2 Chainz, Juicy J, Ty Dolla $ign ve TiaCorine en çok dikkat çekenler. Sırada bir de Designed by Angels adlı R&B ilhamlı albümü olan Curry, son işinde dışavurduğu tarafına hem “madalyonun öteki yüzü” muamelesi çekmiş hem de içerik ve estetik alanında hepten sivrilmiş.

19 Temmuz: GUM & Ambrose Kenny-Smith – Ill Times
(p(doom) records) 

Pond ve Tame Impala’dan tanıyabileceğiniz Jay Watson, namıdiğer GUM ve King Gizzard and the Lizard Wizard üyelerinden Ambrose Kenny- Smith’in iş birliği; bu iki süper yetenekli müzisyenden bekleyeceğiniz her şeyi karşılıyor. Watson’ın neo-psikedeli; Kenny- Smith’in ise rock dünyasında uzun yıllardır pişmesinin etkilerinin görüldüğü albüm 10 şarkıya neler sığdırabildiği açısından sürprizlerle dolu. Duygusal olarak da bir o kadar zengin olan proje aslında Kenny- Smith’in country ve blues müzisyeni babası Broderick Smith’i kaybetmesiyle başlamış. “Dud”da babasının şarkı sözlerine yer vermesi ve “Resilience” ve “Emu Rock” gibilerindeki blues esintileri de bundan olacak. Ill Times’da derin ve çetrefilli hislerin kendi tarzlarında sonik evrende çözümlenmesine şahitlik ediyoruz kısaca.

19 Temmuz: Lava La Rue – STARFACE
(Dirty Hit)

Güney Londra’dan yayılıp tüm dünyayı etkisi altına alan psikedelik soul rüzgârının en heyecan verici seslerinden biri Lava La Rue. Bugüne dek tekliler, EP’ler ve çeşitli ortaklıklarla gündemimize gelmişti. 17 parçalık ilk stüdyo albümü STARFACE ile bir hikâye anlatıcısı olarak, hatta bir kurgucu olarak ne denli yaratıcı olduğunu da gözler önüne seriyor. Bir tür bilim kurgu epiği olarak tasarladığı albümünde insan olmaya, sevmeye ve kabul görmeye dair sorular ve yanıtlar bırakıyor kucağınıza. Kopkoyu groove geçişleri eşliğinde elbette. Gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz, Lava La Rue era başladı!

19 Temmuz: Glass Animals – I Love You So F***ing Much
(Polydor Records)

Yeni Glass Animals uzunçalarının tamamı pandemi sırasında “Heat Waves” ile ulaştıkları küresel popülerliğe ve kendilerini buldukları yeni kulvara alışma süreçlerine bir reaksiyon aslında. Kendi kontrolünün dışında bir şeyin öznesi olmayı deneyimleyen ekibin şarkı yazarlığı ve produktörlüğünü de üstlenen solist Dave Bayley “bazen hayatınız çok hızlı değişir ama siz buna ayak uyduramazsınız” diyor ve bütün albüm de bundan kaynaklanan bir tarz varoluşsal krizi tematize ediyor. Beliren bir diğer tema ise aşk şarkıları, daha doğrusu “anti aşk şarkıları”: “I Can’t Make You Fall in Love Again” ve “I Learned How To Love The Bomb” gibilerinde görüyoruz ki aşka olan umut ve inanç konuları çok da parlak değil. 

19 Temmuz: SOFT PLAY – HEAVY JELLY
(BMG)

Eskinin Slaves’i bugünün SOFT PLAY’inden hicivlerle, ters köşelerle, kendinden emin seslerle gömülü duyguların ve düşüncelerin adım adım doğduğu bir koleksiyon. 11 parçalık HEAVY JELLY bir bakıma punk ikilisinin geçirmiş olduğu müzikal maceraların da bir bütünü. Onlardan beklediğimiz şekilde umursamaz, dağınık, sert ve gürültülüyken yer yer daha sakin “Everything and Nothing” gibi parçaların harmanlandığı bir akışa sahip.

26 Temmuz: Crack Cloud – Red Mile
(Jagjaguwar)

Vancouver çıkışlı müzik ve multimedya kolektifinin üçüncü resmî stüdyo albümü, önceki iki yayınları Pain Olympics (2020) ve Tough Baby’den (2022) daha ulaşılabilir. Tabii bu yorum Red Mile’da yaptıklarının bunlardan daha basit ya da jenerik olduğu anlamına gelmemeli; sadece sesleri daha yüksek, tınıları daha cilalı, mesajları ise hepten kişisel bu sefer. Bir büyük rock operası gibi akan albümle “İyileş(tir)me mekanizması” şeklinde tanımladıkları misyonda yürümeye devam eden topluluk 45 dakikalık albümde lo-fi art punk çizgilerine olabildiğince sadık. İşin enstrümantasyon ve aranjman tarafı ise çok daha çeşitleniyor. Genelindeki Bowie-esk kalite söz konusu operatikliği vurgularken tüm bu işin destansı bir yolculuk olduğu vurgusunu da ekliyor ve ekliyor. Dürüst olabilmek ve yüzleşmenin akabinde gelen huzur ve kabulü aşılıyor. Albümün final parçası “Lost on The Red Mile”in fonda çaldığı video işleri Punk In Freefall (2024) bizce koleksiyonun esansını doğrudan aktarıyor. 

26 Temmuz: Blur – Live At Wembley Stadium
(Parlophone Records)

Geçtiğimiz sene tekrar bir araya gelip beklemediğimiz bir anda yeni albümleri The Ballad of Darren’ı açıklayan Blur tabii ki dünyanın her tarafındaki hayranlarını bu haberle heyecanlandırmıştı. Albüme günler kala Londra’daki Wembley Stadium’da tarihlerindeki en büyük konserle seneler içinde biriken “Song 2”, “ Girl & Boys”, “Parklife”, “Beetlebum” gibi bütün hitlerini ve çok daha fazlasını on binlerce hayranla beraber söyleyip aslında hem seyirci hem kendileri için duyguların havada uçuştuğu iki geceye imza atmıştı. Şimdi de evlerimizden bu ikonik konserin tadını verebilelim diye hem bir konser filmi hem de canlı albüm bizlerle. Konser filminden ilk görüntüleri buraya bıraktık. 

26 Temmuz: Terror Pigeon  – Bat Out of Heaven
(Bağımsız)

Yeni Terror Pigeon albümü en ince detayına kadar tam bir DIY projesi. Besteci, aranjör ve solist koltuklarında projeyi hayata geçiren Neil Fridd oturuyor ve plağın arka kapağından da anlaşıldığı gibi projeye dair her şey onun ağzından ve dolayısıyla oldukça samimi. Bat Out Of Heaven aşina olduğumuz dünyadan çok daha renkli, daha dağınık, daha gürültülü bir dünyanın ürünü âdeta. Fridd ve müzisyen dostlarının demek istedikleri her şeyi kulağımıza bağırdıkları projede fazla olmaktan ve sesi açmaktan korkmuyoruz. 

26 Temmuz: Gods & Punks – Death
(Electric Valley Records)

Brezilyalı psikedelik metal / stoner doom grubu Gods & Punks’ın beşinci stüdyo albümü. Alexandre ve Pedro Canhetti kardeşlerin kurucusu olduğu grubun müziği bol miktarda 70’ler ilhamı barındırıyor. (Başta Black Sabbath olmak üzere!) Albümün adı ve teması da solist Alexandre’nin bundan üç yıl önce ölümle burun buruna geldiği bir kazadan ilhamla ortaya çıkmış. Genelinde karanlığın hâkim olduğu akış, yedi dakikalık fuzz banyosu “Black Box” ile sona eriyor.

26 Temmuz: Louie Zong – AQUARIUM CITY
(Fuji Apple Records)

Los Angeles’ta yaşayan illüstratör ve müzisyen Louie Zong’un bu yıl servis ettiği üçüncü albüm olan AQUARIUM CITY, bir zaman makinesi işlevi görüyor. Rotamız 70’lerin Yokohama geceleri; sekiz parçalık bir city pop rüyasına dalıyoruz. Fiyakalı prodüksiyon numaraları, kasları esneten groove’ları ve harika bas partisyonlarıyla favori günbatımı albümünüz olmaya aday.

26 Temmuz: Clothing – From Memory
(WATER LEVEL)

Dawn of Midi’den Aakaash Israni ve Cookies ya da çoktan dağılmış olan Mobius Band’den tanındığımız Ben Sterling’in Clothing adlı yeni duosunun ilk albümü. From Memory esasında neredeyse 10 yıldır yapım sürecindeymiş. Bundan çok uzun zaman önce bir ev partisinde tanışıp hemen sıkı fıkı olan, birbirinden apayrı müzikal geçmişlere sahip ikili gezegenin ve zamanın sonuna, evhamlara, savaşa, teknolojiye olan takıntımıza, bunları aşıp aşamamaya dair stilize ama samimi bir iş çıkarmış. 29 dakikalık süresi başta şaşırtan, “Bunlar 10 yıl n’apmış olabilir ki?” dedirten, sonrasında buna pek utandıran From Memory derinlemesine detaylar barındıran, sofistike ama samimi, avangart ama groove’lu bir koleksiyon. Electro-pop, funk, hip hop’tan ayrı ayrı nemalanan parçalarda drama var ama katarsisi olumlu. Sakin bir hikâyesi, sürükleyiciliği var. Biri New York, diğeri Californialı ikili; Dirty Projectors’ın diğer yarısı Amber Coffmann, eski vokalist üçlü Thirdstory’den Elliott Skinner, deneysel besteci ve şarkıcı L’Rain ve To Pimp A Butterfly’a katkılarından tanıdığımız Anna Wise’ı da katmış aralarına. Senkoplu, sanki tökezlemeli ritimler, alengirli elektronik düzenlemelerle ilerleyen stilize baslar da güzel ama en güzeli ezgiler.

26 Temmuz: Wand – Vertigo
(Drag City)

10 yıl önce başladıkları kariyerlerine beş yılda beş albüm gibi bir hızla giriş yaptıktan sonra beş yıldır sesi soluğu çıkmayan Californialı dörtlü Wand, Vertigo ile geri döndü. Garage ve post rock hassasiyetlerine sahip grubun yeni işi biraz dağınık. Gitarlar tepkimeye girdiğinde heyecan verici anlar buluyoruz özellikle albümün onlarına doğru ancak özellikle ritimlerin düşük kaydedilmiş olması ve vokalin de yeterince sivri ve köşeli olmaması albümün eksileri. Yoksa beraber iyi çalan bir grup olduklarını biliyoruz. Daha fazla oyunbazlık beklerdik.

26 Temmuz: Sinai Vessel – I SING
(Keeled Scales)

Dört yıl aradan sonra gelen Sinai Vessel albümü hayal kırıklıklarını, ikili ilişkileri, varoluşsal düşünceleri ve modern dünyanın verdiği rahatsızlıkları dile getiren lirikleriyle yumuşakça, hayalci ve minimalist enstrümanlarıyla kuşatıyor. Müzisyen, “iç dünyamı ve tüm karmaşık iğrençliğini ve tüm içten güzelliğini ve sevdiğim tüm şeyleri tek bir pakete koyup birine verebilirim.” demiş. Hâliyle müziğin tüm güzellikleriyle; 13 parça, 43 dakikalık kargosu ile içindekileri, kendisini, huzurunu kaçıranları salıvermiş. 

26 Temmuz: Pictured Resort – Overdreamt
(Sailyard)

Osaka çıkışlı indie pop oluşumu Pictured Resort yazın sonuna doğru tam ihtiyacımız olan, derdi tasayı unutturacak -veya en azından 12 parça boyunca rafa kaldıracak- dördüncü stüdyo albümünü paylaştı. Albümün genelinde dinlemesi kolay, aşırı groovy gitar yürüyüşlerinin yine aynı rahatlıklataki synthlerle buluşuyor, yer yer akla Parcels’in işlerini getiriyor. Kento IIDA’nın elinden çıkma harika kapaklı albümü birkaç tur döndürüp evde küçük bir dans molası vermeyi es geçmeyin, bizden söylemesi. Meraklısına, sanatçıyla sohbetimiz de burada.

26 Temmuz: Cults – To The Ghosts
(IMPERIAL)

Varsayalım ki uzun bir gün sonu içinizdeki boşluk büyümüş de büyümüş, kocaman olmuş… Sığamamışsınız odaya yolda bulmuşsunuz kendinizi. Bu koleksiyon işte tam olarak tozlar altında kalmış anıların iziyle başlayan ve ışıldar hâlde ileriye doğru akan türden. Genişleyen shoegaze tınıları, önünüzü aydınlatan synth adımları, buruk lirikleri tarafından unutulana, umuda, büyümeye dair pek bir karanlık, pek bir aydınlık düşsel yolculuk.

2 Ağustos: The Smashing Pumpkins – AGHORI MHORI ME
(Thirty Tigers)

The Smashing Pumpkins’in 90’lardaki işleri yeni kuşak müzisyenlere ilham kaynağı olurken, onların son 20 senede çok da elle tutulur bir işle karşımıza geldiklerini söylemek kolay değil. Yeni albüm de grunge’dan ipuçlarını alırken yer yer metale de göz kırpıyor ancak Billy Corgan’ın vokalleriyle bu altyapılar 2000’lerin pek de güzel eskimemiş pop/metal-vari gruplarını andırmaya başlıyor. Corgan’ın üstlendiği prodüksiyonun da çiğ tınladığını söylemeli. Jimmy Chamberlain ve James Iha’lı eski ekip iyi çalmış, enerji güzel ama sanki gerisi de yok.   

2 Ağustos: JPEGMAFIA – I LAY DOWN MY LIFE FOR YOU
(PEGGY/AWAL Recordings)

Californialı müzisyenin, adını İsa’nın ağzından bir İncil kıtasından alan beşinci stüdyo albümü şimdiye kadarkiler arasında en kendi içine odaklı olanı. Dizeleri her zamanki gibi alaycı ve yüzleşmeci; sample’larıyla ördüğü kolajlarla eğilip, bunlardan kim olduğuna dair soyut izlenimlere sevk ediyor biraz. Alametifarikası karanlık alttan alta tabii ki var ve JPEG düşünüldüğünde bu ne kadar mümkün sorgulanabilir ama albümün hissi resmen pozitif, hatta yer yer ulvi? Genelinde düpedüz romantik bir tını var. Akış tutarlı ama tema boyutunda hep sağ gösterip sol vurma gayreti söz konusu. Vince Staples’lı “New Black History” tuhaf ama her türlü bop’latan bir parça. Hemen layk bastık. Denzel Curry’li “JPEGULTRA!”ise keman ve üflemeli sample’larıyla gerçekten epik.

2 Ağustos: Personal Trainer – Still Willing
(Bella Union) 

Yenilikçi, deneysel, mizah anlayışı yerinde ve tekdüzelikten uzak bir alternatif pop albümü desek? Hollandalı müzisyen Willem Smith’in öncülüğündeki oluşum Personal Trainer’in ikinci stüdyo albümü zoru başarıyor; pop ve rock tınılarını kombinlemenin hiç zorlama duyulmayan ve yepyeni yollarını buluyor. Çıkan sonuçta da her şarkı bir sonrakini merak ettiriyor doğrusu. İlk dinleyişimiz daha bitmeden Still Willing’i bu yaz bize eşlik edecek albümler listesine ekliyoruz. Albümden şimdilik favorimiz albümün neredeyse sekiz dakikalık açılış parçası “Upper Ferntree Gully”.

2 Ağustos: Orville Peck – Stampede
(Warner Records)

Orville Peck’in 15 parçalık yeni albümü bir albümden çok daha fazlası, kendi başına bir country evreni adeta. Her dinleyiciye hitap edebilecek bir elementin bulunduğu bu evrende Peck tek başına değil ve çıta o kadar yüksekte ki Willie Nelson, Elton John, Kylie Minogue ve Beck albümün iş birlikçilerinden sadece bazıları. Stampede için country müziğe bir aşk mektubu demek yanlış olmaz: Yapımı sırasında müzisyenin kafasında “Bir country şarkısı nedir? Bir şarkıyı ne country şarkısı yapar?” gibi işin temeline inen sorular dönüyormuş ve kendisi için cevabın “hikâye anlatıcılığı ve enstrümentasyon” olduğuna karar vermiş. Stampede’in bu iki unsura da en iyi şekilde vücut verdiğine kefiliz. 

2 Ağustos: Chrystabell & David Lynch – Cellophane Memories
(Sacred Bones)

2006’daki Inland Empire’dan beri –Twin Peaks’in geri dönüşünü saymazsak- yönetmenlik işlerini askıya alan David Lynch, müzik alanında çok daha verimli dönemler geçiriyor son on yılda. Teksaslı müzisyen Chrystabell ile tanışıklıkları ise 20 yılı geçmekte. Beraber kotardıkları üçüncü albüm Cellophane Memories, tam da Lynch’ten bekleyeceğiniz tatta bir iş. Rahatlıkla Twin Peaks serilerine soundtrack olabilecek tarzda, son derece sakin ve bir o kadar da tekinsiz atmosferdeki şarkılardan oluşan albümde Angelo Badalamenti’nin 2022’deki vefatından önce yaptığı katkılar da var. Chrystabell’in vokallerinin yoğunluğu şarkılara ferahlama şansı pek vermiyor, bu yüzden de biraz yorucu olduğunu da söylemeli. Yine de Lynch hayranları için ilginç bir deneyim olacaktır. Albümden yayımlanan teklilerin videolarının da Lynch tarafından yaratıldığını ekleyelim. 

2 Ağustos: WHY? – The Well I Fell Into
(Waterlines)

Indie folk mu, hip hop mu, ambient mı, electronica mı, hâlâ nasıl idrak etsek bilemediğimiz uzun soluklu projenin sekizinci stüdyo albümü. Üstelik vokalist Yoni Wolf’un kurduğu yeni etiketinden çıkma. Müzisyenin yaşadığı son ayrılığı iç dış etme sürecinden peydah olmuş absürt, masalsı, bir Michel Gondry filmi çağrıştırması illa ki mümkün bir yolculuk. Coşkun ya da dingin aranjmanlardaki bıkkın, depresif, hesap soran hâl ve temenni gibi hisler kendilerini birbirlerinin yerine bırakıyor hep. Duygusunun toy ama dürüst, niyetinin iyi olduğu besbelli. Korolar, yaylılar, karamsar piyano akorları, devasa orkestralar… Romantik ve melankolik olduğu kadar tuhaflığını hep koruyan ve buna sadık kalan The Well I Fell Into her ne kadar Wolf’un psikesine mahsus bir iş olsa da devasa bir topluluğun ürünü.

2 Ağustos: Fanning Dempsey National Park – The Deluge
(Universal Music Australia)

Avustralya’nın en tanınmış müzisyenlerinden Bernard Fanning (Powderfinger) ve Paul Dempsey (Something For Kate) uzun süredir üzerinde çalıştıkları ortak projelerini mizahi bir isim altında yayımladı. Nasıl bir sound yaratmak istedikleri hakkında çok kafa yormayan ikili bu projenin bir “Fanning albümü” ya da bir “Dempsey albümü” gibi değil de arkasında bir grup varmış gibi duyulmasını hedeflemiş; bu hedeflerine de ulaşmış. Merkezine leziz synthesizer ve saksafon yürüyüşlerini alan albüm, sırtını olgun bir elektronik dünyaya yaslıyor.

9 Ağustos: Osees – SORCS 80
(Castle Face)

“Cassius, Brutus & Jonas” ve “Earthling” teklileri ardından -dile kolay- 28. stüdyo albümleriyle listemize paldır küldür giren psych-garage ekibinin en garip ve onlara yakışan hâliyle sert albümlerinden biri. Efektler, sampler’lar coşmuş. Ayrıca gitar yok! Tüm cızırtı Tom Dolas ve John Dwyer’ın başına geçtiği iki synthesizer’dan. Çift davul – çift synth ve iki katı daha etkili albüme sırasıyla bariton ve tenor saksafon olarak eklene Cansafis Foote ve Brad Caulkins, Osees tınısının heybetini oldukça arttırmış sesleriyle. A Foul Form (2022) ve Intercepted Message’in (2023) arasında bir yerlerde var olduğu söylenebilecek SORCS 80’nin tüm tanıdık absürtlüğüne rağmen çok klasik, kalıplı hissettiren bir tarafı da var: The Ramones-vari, T-Rex-vari pop rock melodilerini kendi bağlamlarına alıp süzgeçlerinden geçirerek omaj mı parodi mi seçmesi zor göndermeler yapıyorlar. Osees’i Osees yapan tuhaflıkları elden bırakmadan tabii. Can, DEVO ve Silver Apples tatları yakalamak da hiç zor değil. Dinamik parça yapıları, espri anlayışı, müziği alıp kendini asla almamasıyla, kuvvet ve insafsızlığıyla John Dwyer yaratıcı hırsının zirvesinde yine.

 

9 Ağustos: Oso Oso – life till bones
(Yunahon Entertainment)

Yeni Oso Oso koleksiyonu kapısı “many ways”le melankoli temelli açılmış olsa bile ilerleyen şarkılarda vereceği neşeyi, enerjiyi ve ettireceği dans figürlerini tempolu, coşkun, bazen rock bazen pop unsurlarıyla açıklığa kavuşturuyor. Tüm bunlar yaşanırken de aşkların, hayal kırıklıkların, şehvetin, hüznün, kayıpların, acısıyla tatlısıyla hayatın derinliklerinde gizlenmiş olan her ne duygu varsa Jade Lilitri sayesinde çıkıvermiş; büyümüş ve olgunlaşmış.

9 Ağustos: King Gizzard & The Lizard Wizard – Flight b741y
(p(doom) records)

Nicelik konusunda neredeyse benzersiz bir yol izleyen Avustralyalı ekibin, nitelik olarak da her zaman iyileşmese de her zaman farklılaştığını söyleyebiliriz. 10 yılı aşkındır beraber müzik yapan King Gizz, 26. stüdyo albümünde deneyselliği rafa kaldırıp kendini klasik rock’ın tanıdık rüzgârlarına bırakmış. Kayıtlara epey hazırlıksız, neredeyse fikirsiz başlayan ekip,  “3-4 dakikalık klasik, zamanmış bir şarkı yazmak çok zor” diyor ama tünelin diğer tarafından çıktıkları konusunda şüpheniz olmasın. Bir yandan da bu albümün kayıtlarında “stüdyoya gir, gitar askını tak, gitarı bir amfiye bağla, herhangi bir pedalla uğraşma, çılgın sesler elde etmek için endişelenme; sadece tak ve çal” gibi bir yol izleyebilmenin rahatlığını yaşamışlar uzun süre sonra. Yelpazenin açıldığı yere kadar gidebileceklerini her zaman gösteren grup, bu kez neşeli bir koleksiyonla karşımızda.

9 Ağustos: Ryuichi Sakamoto – Opus
(Milan Records)

Bugünlerde bir şeylere veda etmekteyseniz, yardımcınız burada. Bırakın kulağınızda usul usul çalsın; sessiz kabulünüzün acısını alsın. Sakamoto’nun Mart 2023’teki ölümünden az önce, Eylül 2022’de oğlu tarafından filme alınan bu seyircisiz performans kaydı; bir ömrü gözden geçirircesine yalnız, bir nefes alışverişi kadar yakın, huşu içindeki hâliyle yaşamın kalabalığının, derdinin tasasının ortasında tertemiz bir cep açıyor sanki. Burada hiç acele yok, ânın büyüsünü fısıldayan müziğe sığınmak, sarılmak var. Hayattayken efsaneleşmiş bir sanatçının, yolun sonuna yaklaştığı bilgisiyle baş etmek için bulduğu nefis bir formül; kendisi ve dinleyicilerine armağan ettiği bir meditasyon; bir kaybın sindirimini başlatan yutkunma diye tarif edilebilir Opus. Klasikler ve daha önce duyulmamış besteler, solo piyanonun narin heybetinde buluşurken, kalbe düşen gölgeleri yavaşça aydınlatıyor.

9 Ağustos: Milton Nascimento & Esperanza Spalding – Milton + esperanza
(Concord Records)

Berklee günlerinden beri kahramanlarından olan Brezilyalı vokalist ve multi-enstrümantalist Milton Nascimento -ya da Butica- ile kaydettikleri uzunçaları dinlemeye sunan Esperanza Spalding, ustalıkla icra edilip titizlikle kayda alınmış işte ikili hem Spalding kataloğundan bazı güzellikleri hem kimi yeni besteleri hem de The Beatles ve Michael Jackson gibilerinden bildiğimiz parçaları yorumluyor. Albümde kendilerine eşlik eden isimler arasında Lianne La Havas, Maria Gadú, Orquesta Ouro Preto, Paul Simon ve Spalding’in bir diğer kahramanı olan Wayne Shorter’ın eşi Carolina Shorter bulunmakta. Spalding’in her zamanki gibi aşkın ve coşkun vokaliyle başı çektiği belli ama Nascimento da kendi hâlinde sihrini yapıyor. Aralarındaki rahatlık ve icralarından aldıkları ortak zevki resmedip ikisinin sohbetini süreçleriyle çaprazlayarak aktaran belgesel röportaj albüme ilginç bir eşlikçi. Bunun yanı sıra ikilinin bir adet de  Tiny Desk Concert performansı mevcut.

9 Ağustos: Four Year Strong – analysis paralysis
(Pure Noise Records)

Four Year Strong’un yeni işi için tahterevallinin hem yükselen hem alçalan tarafına oturduğunu söylesek yanlış olmaz. Uç uca eklediği, hızlı adımlarla birbirini takip eden 12  parça onların metale bulaşmış zevk veren rifflerinden geçse bile bazen bir şekilde ayağı tökezleyip yavaşlıyor. Pop-punk enerjisi güçlü ve yerinde olsa da birbirine tam uyumlanamamış bir albüm olmuş Analysis Paralysis.

16 Ağustos: Ray LaMontagne – Long Way Home
(Liula Records)

20 yıl evvel “Trouble” ile hayatımıza giren ABD’li müzisyen ve besteci Ray LaMontagne, o dönemden beri hep üzerine iyi çalışılmış, kalburüstü albümlerle karşımıza çıktı. Bir Townes Van Zandt kuplesinden esinlenerek ortaya çıkan Long Way Home, müzisyenin ustalık dönemini yansıtan, kariyerinin en başarılı işlerinden biri. Albümünde kendi deyişiyle “Van Zandt’in tek mısra ile söylediğini 9 şarkıda anlatmaya çalışan” LaMontagne’ı bu işi becerip beceremediğiyle ilgili yargılayamayız tabii ki. 70’lerin folk-rock soundlarını çok kaliteli bir işçilikle ortaya çıkaran Seth Kauffman’ın da desteğiyle yılın ve LaMontagne diskografisinin güzel işlerinden. Pas geçmeyin.

16 Ağustos: Fatima Al Qadiri – Skincare (OST)
(Fatima Al Qadiri / Milan Records)

New York’ta yerleşik, aslen Kuveytli sanatçı ve müzisyenin elinden çıkan Skincare OST, dizi ve video klip işleriyle tanınan Austin Peters’ın Elizabeth Banks’li ilk uzun metrajına yaptığı film müziği. Siber saldırı altında kalarak repütasyonu zedelenen bir cilt bakımı mogulunu anlatan, ayrıca gerçek bir hikâyeye dayanan Skincare’e Al Qadiri’nin yaptığı beste çok ince, narin temalarla Hope karakterini inşa edip, sonrasında istikrarlı biçimde tekinsizleşip sertleşiyor. Arp seslerinden türemiş synth melodileri yerini distopik dokulara, pürüzlü, koyu ve beat odaklı sekanslara bırakıyor öykü ilerledikçe. “Dear Friends”ten itibaren de işler çok ilginçleşiyor: Sinematik synthler, eski  John Carpenter filmlerini, Vangelis’in stilini anımsatan anlar da var ama genelinde taze duyulan bir iş. Filmle nasıl gidecek, merak içindeyiz. 

16 Ağustos: Pom Poko – Champion
(Bella Union)

Norveçli ekibin üçüncü stüdyo albümü; harikulade kapağının da söz verdiği gibi eğlenceli, yaratıcı ve beklenmedik. Yeni uzunçalarda hem bireysel yolculuklarında aileye karıştıkları hem de grup üyeleri olarak artık bir aile olduğu hissediliyor Pom Poko’nun. Çocuksu olmayan bir neşesi ve naif olmayan bir hayata tutunma hâli var ve sanıyoruz ki grubun şampiyon olmaktan anladığı da bu zaten. Davulcu Ola Djupvik’in albüm hakkında söyledikleri de koleksiyonun her saniyesinde hissediliyor: “Sadece rahat olmamız ve müziği müzik için ve eğlenmek için yapıyor olmamız başarımızı körüklüyor. Bence bu albüm iyi anlamda kendinden oldukça emin. Övünüyor gibi değil; daha çok ‘Yaptığımız şey bu ve rahatız’ gibi.”

16 Ağustos: Delicate Steve – Delicate Steve Sings
(Anti-)

Paul Simon, Miley Cyrus gibilerle çalışan, The Black Keys’in de turne gitaristliğini yapan Steve Marion; Delicate Steve adıyla 2011’den beri yayımladığı albümlerine bir yenisini ekledi. Albümün ismi sizi yanıltmasın, Delicate Steve yine şarkı söylemiyor. “Baby” ve “Yesterday” gibi iki tanıdık cover da içeren albümün güzel işçiliği, son dönemden Hermanos Gutierrez, Khruangbin gibi revaçta isimleri hatırlatırken yer yer asansör müziği kitschliğine de yakın durabiliyoruz. Ama bunun kasıtlı bir yaklaşım gibi durduğunu da eklemeli. 

16 Ağustos: Hamish Hawk – A Firmer Hand
(SO Recordings)

On senedir üretim hâlinde olan İskoç müzisyen, 2021’den beri Hamish Hawk ismiyle solo işlerini yayımlıyor. Üçüncü stüdyo albümü olan A Firmer Hand için bu işlerin en güçlüsü, isminin de dediği gibi en sağlamı demek yanlış olmaz. İlk iki albümde sözlerdeki kalabalık ve zorlama hissin, sığdırılmaya çalışılan referansların ve büyük sözcüklerin kapladığı yer bu albümde azalmış, söz ve müziğin dengesi hiç olmadığı kadar iyi sağlanmış. Yeni koleksiyonla ilgili bir röportajda “erotik bir kalbi, şehvetli ve arzulayan tarafını” keşfettiği söylemiş ve tabii bu tarafın “çok saf ve neşeli değil bazen daha hayvani, daha çirkin” olabileceğinin de notunu düşüyor. Gotik unsurlar (“Machiavelli’s Room”), 80’ler esintileri (“Big Cat Tattoos”) ve indie rock marşlarını andıran parçalarla (“Men Like Wire”) dolu koleksiyon, Hawk’un da dediği gibi kendisinin “”büyüme sancıları” albümü.

16 Ağustos: Kaptan Kadavra  – Steril ve Kimliksiz
(Bağımsız)

Ankaralı grup Kaptan Kadavra, 2021’den bu yana ayakları yerden kesen, saç döktüren rifflerini üzerimize savurmaya devam ediyor. Üçüncü albüm Steril ve Kimliksiz de sekiz şarkılık bir eklemleri esnetme merasimi âdeta. Can Temiz düeti “Katarakt” ile kapanışı yapan albümün en akılda kalıcı parçalarından biri, belki de Kaptan Kadavra diskografisinin en ayrıksı parçalarından biri olan “Dip” kesinlikle. Miks ve prodüksiyon gitarist Anıl Özbek’ten, kapak görseli de basçı Gürkan Gürler’den.

16 Ağustos: Horse Jumper of Love – Disaster Trick
(Run For Cover Records)

Boston’ın yeni nesil slowcore harikalarından Horse Jumper of Love, beşinci stüdyo albümüyle bir kez daha gri bulutları tepenize dikmekteki ustalığını gözler önüne seriyor. “Today’s Iconoclast” ve “Lip Reader” gibi parçalardaki kirli kasvet, damakta bir tür Granvehurst tadı da bırakıyor. Ekibin bugüne kadar yayımladığı en atmosferik kayıtlardan biri Disaster Trick ve senenin geri kalanında pek çok “dip” âna eşlik edeceğine de şüphemiz yok.

23 Ağustos: Kid Simius – JOSÈ
(Shall Not Fade LTD)

Granada doğumlu Berlin’de yerleşik prodüktör Kid Simius, yılın en neşeli dans albümlerinden biriyle karşımızda. Diskografisinin üçüncü uzunçalarına gerçek ismini veren Kid Simius, 46 dakikalık albümünde house’un çeşitli alt türleri ve Italo Disco arasında dolanarak 32 diş sırıtmalı salınımlara davet ediyor. “Karaoke”, “Mucho Fan (Lerele Mix) ve “Ask For My Number” şimdiden çalma listelerimizi ele geçirdi. Bir de hatırlatma: 28 Eylül akşamı Frankhan’da gerçekleşecek Artıfaz Club Nights /003 gecesinin konuklarından biri. Biletler burada.

23 Ağustos: Uniform – American Standard
(Sacred Bones Records)

Aynada gördüğü kişiye hiç acıması olmayan Michael Bearden’ın “Benim bir parçam, ama bu ben olamam!” çığlığıyla açılan, bulimia nervozanın ve ruhsal sancıların açık, dürüst, uğultulu ifadesi olan American Standart; 4 parça, arızalı riffler, haykırışlar içinde çınlıyor, çatışıyor, yüzleşiyor, çözülüyor ve başladığı yere benzer kaotik, ihtişamlı, boğucu şekilde son buluyor. 

23 Ağustos: Melt-Banana – 3+5
(A-ZAP Records)

Lezzetli bir kaos mu arıyorsunuz? Haberler iyi: Japonya’nın noise rock efsanesi Melt-Banana sahalara geri döndü. Tam 11 yıllık arayı kapatan yeni albüm 3+5 artık aramızda. Günün her saatine uygun değil tabii; her Melt-Banana işinde olduğu gibi. Hatta dokuz şarkılık serüveni tamamlandığınızda, beyninizin bir smoothie kıvamı aldığını hissedebilirsiniz, baştan söyleyelim.

23 Ağustos: Mark Lanegan – Bubblegum XX
(Beggars Arkive)

2022’de çok erken aramızdan ayrılarak kalbimizi kıran Mark Lanegan’ın müzikal yayınları konusunda hareketli bir dönemdeyiz. 12 Aralık’ta bir şeyler geleceğini biliyoruz. Şimdilik 2004 tarihli solosu Bubblegum’ın 40 şarkılık 20. yıl sürümüyle yetineceğiz diyeceğiz ama bu da fazlaca güzellik barındırıyor. Albüm ve öncesindeki EP Here Comes That Weird Chill’in remaster hâllerinin yanı sıra, biri Beck’le olmak üzere 12 tane daha önce yayımlanmamış şarkı var. Ayrıca Queens of the Stone Age üyesi, dostu Troy Van Leeuwen ile yaptığı otel odası demoları da cabası. Lanegan’ın vokalini aracısız duymak güzel bir deneyim. Bubblegum; PJ Harvey, Greg Dulli, Josh Homme, Duff McKagan gibilerinin katkılarıyla Lanegan’ın solo kariyerinin mihenk taşlarından biriydi. Bu sürüm de bunun hakkını veriyor. 

23 Ağustos: The Softies – The Bed I Made
(Father/Daughter Records)

Uzun bir aradan sonra The Softies ve hislerin en narin hâlini iki gitar, iki vokal ile anlatan ruhsal armonisi: The Bed I Made. Twee pop ikilisinden aşk, kaygı, arkadaşlık temalarına dokunurken dinleyeni de sarmalayan incecik, duyarlı, meleksi ve rahatlatıcı bir örtü bu. Tatlı tatlı damlayan gitarı ile gözlerimizi açtığımız yumuşacık 14 parça, kanatlanıp en naif esintilerin içerisinde süzülmek, süzüldükçe berraklaşmak, berraklaştıkça canlanmak gibi.

23 Ağustos: Susanna – Meditations On Love
(SusannaSonata) 

Norveçli müzisyen Susanna Wallumrød’un beş yıllık çalışmalarının meyvesine hoş geldik: Meditations On Love detaylı ve detaycı, yer yer zorlayıcı ama biraz cesur herkesi kucaklayan bir koleksiyon.  Akışın birkaç konuda normların dışına çıktığını söyleyebiliriz: Bir aşk şarkısından beklentilerimiz, şarkı yapısı, orkestra kullanımı ve aşktan anladıklarımız. Bunları dilediğince esneten müzisyen elinde sonuç olarak çok özel, nadir ve kana yavaş yavaş karışan bir uzunçalarla kapatmış bu beş seneyi. 

23 Ağustos: Fontaines D.C.- Romance
(XL Recordings / GRGDN Müzik)

Romance ile işi yeni bir yöne çekiyorlar demek yetersiz kalır; bambaşka bir Fontaines D.C. dinliyoruz. Alaycı tavır ve karamsarlık bir bakıma geride kalmış, gri bulutlar nefes almamız için dağılıyor. Belki bir yere değil de bir kişiye ait olma ihtimali ilk defa akllarını fazla kurcalıyor. Nitekim bu sefer yeni gerçekliklerde ve kurgusal yerlerde konumlanıyoruz. Grian Chatten’ın aklına giren “dünyanın sonunda âşık olma” meselesi kıyameti, aşkı ve umudu aynı anda içinde taşıyor ve koleksiyon boyunca bu konseptin etrafında döndüğümüzü hissediyoruz. Romance, Fontaines D.C. üyelerinin kendilerine yarattığı kurgusal bir alan ve içini de bu şarkılar dolduruyor. Fantezi ve gerçeklik arasında meçhul bir yerde yanımızdaki insanın varlığı devam etmemiz için tek sebep. Gitarist Conor Curley ile röportajımız da hemen burada.

30 Ağustos: Nick Cave & The Bad Seeds – Wild God
(PIAS / GRGDN Müzik)

Yaşadığı evlat kayıplarından sonra kendini işine veren ve film müzikleri, kitaplar, albümlerle oldukça verimli bir dönem geçiren Nick Cave, grubu The Bad Seeds ile 18. albümü Wild God’ı yayımladı. Kendi deyimiyle “yaşadığı trajedilerden ardından yaptığı hassas ve kırılgan albümlerden sonra ayakları yere basan ve neşeli bir albüm” yapmaya çalışmışlar. Bu da normalde onlardan alışık olmadığımız bir yaklaşım tabii. Külliyatları için oldukça katartik, oldukça farklı bir albüm. Uzun süreli hayranları için bir alışma evresi olacaktır belki. Ancak şunu da söylemeli ki rock n’roll tarihinde bu kadar uzun süre “mânâlı” kalabilmiş çok az grup var. Bize de onları bağrımıza basmak düşer. 

30 Ağustos: Laurie Anderson – Amelia
(Nonesuch)

Avangart pop ve performans sanatı adına 70’lerden bu yana eşsiz bir külliyat oluşturan Laurie Anderson, tematik bir albümle sessizliğini bozdu. Amelia, Amerikalı havacı Amelia Earhart’ın son uçuşundan ilhamla hayat bulmuş bir koleksiyon. ANOHNI, Marc Ribot, Gabriel Cabezas, Rob Moose ve Kenny Wollesen gibilerinin de dokunuşlarını barındıran albümde anlatının temellerini yaylı düzenlemeleri ve Anderson’ın spoken word sekansları oluşturuyor. Trajik bir konuyu şarkılara taşısa da huzurlu, hatta meditatif bir etkisi var. Laurie Anderson’ın eşsiz sihrini bir kez daha gözler önüne seriyor Amelia.

30 Ağustos: Nails – Every Bridge Burning
(Nuclear Blast)

Californialı ekibin yeni albümüne dalmadan önce yüksek sesli bir tahribata hazır olun. 2016’dan beri sessizliğini koruyan ekip dördüncü stüdyo albümleriyle geri dönüyor ama ne dönüş! Sert, hızlı ve hasardan korkmayan Every Bridge Burning nefret ve öfkenizi bir başkasına kusmak yerine on şarkı boyunca dışarı atmanız için birebir. 

30 Ağustos: Steve Wynn – Make It Right
(Fire Records)

Geçtiğimiz on yılda tekrar bir araya getirdiği The Dream Syndicate ile kulaklarımızın pasını silen Steve Wynn, uzun süre ara verdiği solo çalışmalarına Make it Right ile geri dönüyor. Aynı anda otobiyografisini de yayımlayan Wynn’in albümü de kendi hayatına bakış atar özellikte. Farklı ortaklıklarla, farklı stüdyolarda kaydedilen albüm istikrarlı bir sounddan ziyade müzisyenin kariyerinin her döneminden tatlar içeriyor.

30 Ağustos: Los Bitchos – Talkie Talkie
(City Slang)

Neşe saçan hâli, pozitif enerji yüklü bulutlarıyla geldi Talkie Talkie. Londra çıkışlı dört kadının renkli ruhlarının müziklerinden taştığı 12 şarkılık enstrümantal koleksiyon; yaz aylarına, güneşe, kumsala en pozitif ve özgürleştiren duygularla veda etmek için sanki.  Funk, disco ve psikedelik ses manzaralarının ardında saklanan tazecik, cıvıl cıvıl, kutlama dolu bir gülümseyiş paketi bu.

30 Ağustos: Tycho – Infinite Health
(Mom+Pop / Ninja Tune / GRGDN Müzik)

Yarattığı masalsı atmosferlerle içine dalması her daim büyük hazlar yaşatan elektronik dehlizler kurgulayan prodüktör ve besteci Tycho (Scott Hansen), yedinci stüdyo albümüyle aramızda. Prodüktör koltuğunda Scott Hansen ile birlikte Grizzly Bear basçısı Chris Taylor ve Tycho gitaristi Zac Brown var. Infinite Health parçalarının fitilini ritmik unsurlarla yaratmış Tycho. Bunun da bugüne dek alıştığı şarkı yazımından ayrışan bir detay olduğunu belirtiyor.

30 Ağustos: Wunderhorse – Midas
(Communion Group)

Wunderhorse bu seneye kadar arkasında yalnızca Jacob Slater’ın olduğu, Cub gibi iyi bir debut albüme imza atmış çarpıcı bir projeydi. Slater edindiği başarıyı tutmak ve üstüne katmak için ikinci albüm için işleri büyütmesi gerektiğine kadar verip, Midas yolculuğuna yanında bir ekiple çıkmış. Zaten yıllardır beraber çaldığı müzisyenler Harry Fowler, Jamie Staples ve Pete Woodin’in katılmasıyla oluşan “yeni” ekip bu sefer kendilerine bir önceki uzunçalardan biraz daha ham, biraz daha dağınık olma izni veriyor. Slater’ın kırılgan ve acısını geçirebilen vokalleri bu albümde de başrolde, yan koltuğunda da taptaze gitar yürüyüşleri oturuyor. Yer yer yavaşlamaktan ve sonra bıraktıkları yerden devam etmekten korkmayan koleksiyon depresyon, ölüm, kalp kırıklığı, yetersizlik gibi konuları sırtlanıyor. 

30 Ağustos: Jon Hopkins – RITUAL 
(Domino / GRGDN Müzik)

2013’te yayımladığı Immunity ile 21. yüzyılın elektronik başyapıtlarından birine imza atan İngiliz müzisyen Jon Hopkins bizi müziğinden mahrum bırakmayı seviyor. 2021’deki konsept-ambient Music for Psychedelic Therapy’yi saymazsak altı yıllık bir kuraklığın içindeydik. 7RAYS, Cherif Hashizume, Ishq ve Vylana gibi konukların da belirdiği sekiz bölüme ayrılan yeni işi RITUAL, özellikle dokusal işçiliğiye parlıyor. Ambient yaklaşımı yine ön planda ama dans pistleri de özlüyor Hopkins’i doğrusu.

  1. Anlamadan, anlaşılır kılmadan: 10 soruda Katliam Yasası

    Dayanışmayla #YerindeYaşatacağız

  2. Sönmemiş ateşi, her yanı sarmış: GÖKÇE AKÇELİK (1977-2024)

    Gökçe Akçelik anısına, arşivlerden 2012 tarihli bir Replikas - "Dadaruhi" röportajı.

  3. MySpace yıllarından GRANGULEZ hatırası: DENİZ BELENDİR’in ardından

    Deniz Belendir’in büyüsünü her zaman yanımızda taşımaya devam edeceğiz. 

  4. Bir buçuk yıl: Uzaktan ve yakından Antakya

    Tuğçe Tezer depremden bir buçuk yıl sonra Antakya’yı anlatıyor.

  5. Aklımdakiler: İLKER ÇATAK ve Öğretmenler Odası

    Farklı disiplinlerde üreten konukları soruyor, İlker Çatak yanıtlıyor.

  6. hmmm? -  MARTA BEVACQUA

    Biriktirmeyi en sevdiğin şey? Terapötik nedir? Şu an ışınlanmak istediğin yer? Hmmm? Marta Bevacqua arşivinden fotoğraflarla yanıtladı.

  7. SHUFFLE: BRAINFEEDER (Los Angeles)

    Dünyanın dört bir yanından plak şirketlerinin kapısını çalıp, çalışma ortamlarını soluduğumuz SHUFFLE serisinin sıradaki durağı Los Angeles ve Brainfeeder.

  8. STEVE WYNN: Geçmiş, şimdi ve gelecek

    Yeni ve şık solo albümü Make it Right'ı, otobiyografisi I Wouldn’t Say it If It Wasn’t True ile beraber yayımlayan Steve Wynn, hattın öbür ucunda.

  9. Yazamayan Yazarın Yazdığı Yazamayan Yazarlar Yazısı

    Buyurun sinemanın tıkanmış yazarlarının yaşadıklarına bir de birlikte göz atalım. Sonuçta "yazamadığımızı" bile yazabiliyoruz.

  10. Biz hepimiz, kurduğumuz bağlardan ibaretiz: BOJACK HORSEMAN ve unutulmayacak karakterleri

    Kendi yaralarımızla bağlarımızı kuvvetlendiren BoJack ve dostlarıyla tanışalı 10 yıl olmuş.

  11. KRAAK & SMAAK: Teenage Kicks

    Kraak & Smaak üyesi Wim Plug, büyürken dinlediği müzikleri ve bu müziklerin üzerlerinde bıraktığı tesiri anlatıyor.

  12. Hafıza süzgecinin üstünde kalan şarkılar: TENDERTWIN

    “Biraz korkunç bir şey kendini bu kadar hassas bir şekilde açmak ama başka bir yolu da yok sanırım.” 

  13. Dönüşüm kentsel, mücadele bireysel: Aslı Özge ile FARUK üzerine

    “İnsan, hayatta en korktuğu şeyleri ne kadar ertelerse, yüzleşme süreci de o kadar zor oluyor.”

  14. SUCUK & BRATWURST ile “Sand Carstle”, ilham ve dahasına dair

    Mercedes-Benz ve Pilevneli Gallery ortaklığı "Sand Carstle"dan hareketle, Berlinli sanat kolektifi Sucuk & Bratwurst ile sohbete koyulduk.

  15. Yatakta Sigara İçmenin Zararları, Rehin Alınmış Bir Batı ve bu ay başka ne okusak?

    Temmuz 2024’te yayımlanmış, merak uyandıran kitaplar.

  16. 70 Albüm: Temmuz - Ağustos 2024 best of

    “Ne dinlesek?” diye soranlara, temmuz -ağustos çıkışlı 70 albüm.

  17. Künye

    .