2000’lerin son düzlüğünde yoğun bas hatlarıyla tüm dünyayı titretmeye başlayan L.A. Beat Scene’in kalesi olarak tanımlayabiliriz Brainfeeder’ı. Bir plak şirketi ya da sesle birbirine yakın şekillerde oynayan bir dizi prodüktörü bir araya kesişim kümesi olmak gibi misyonlarından bahsedebiliriz elbet. Ama kapsama alanının çok çok daha ötesine geçip, gezegenin dört bir yanında elektronik müziğe meraklı zihinlerde irili ufaklı kıvılcımlar yaktıklarına şüphe yok.
En başta Flying Lotus ve dostlarının Dublab’deki dört saatlik programının ismi, ardından Flying Lotus’un 2008 tarihli Los Angeles albümünün ilk parçası olarak beliren Brainfeeder kelimesi, aynı yıl FlyLo’nun -tabii ki- Los Angeles’ta hayata geçirdiği plak şirketinin de adı oluyor. 2010’dan bu yana Ninja Tune’un ABD dışındaki dağıtımcılığını üstlendiği Brainfeeder, bir sampler derlemesi ve Samiyam’in Rap Beats Vol. 1 CD’si ile başlayan yolculuğunda kataloğunu Jameszoo, Ras G, Dorian Concept, Tokimonsta, Georgia Anne Muldrow, Mr. Oizo, Thundercat, Hiatus Kaiyote, Daedelus, Genevieve Artadi, Teebs, DJ Paypal, Ross From Friends gibi isimlerle genişletti. Bugünlerde de etiketin vizyonuyla bağlantılı olarak yeni işitsel ufuklara doğru yelken açıyorlar. Londra’da yerleşik Kit Martin – Merve Erdem ikilisinin psikedelik pop birliği Kit Sebastian, son transferlerinden biri örneğin. Grubun yeni albümü New Internationale, 27 Eylül’de yayında olacak.
Dünyanın dört bir yanından plak şirketlerinin kapısını çalıp, çalışma ortamlarını soluduğumuz SHUFFLE serisinin sıradaki durağı Los Angeles ve Brainfeeder. Ekipten Paul Preston ve Adam Stover, anketimizi doldurdu.
SHUFFLE: Brainfeeder
Ekibi tanıyalım, kim neyle ilgileniyor?
Etiketin kurucusu ve sahibi Flying Lotus. Aynı zamanda baş küratör ve başlangıçtan beri eklektik sanatçı listemizi belirleyen bir yol gösterici.
Plak şirketi yöneticisi / kreatif direktör Adam Stover da en baştan beri label’ın bir parçası.
Esas olarak şirketin günlük operasyonlarına odaklanıyordu ama şimdilerde etiketin gidişatına ve Brainfeeder’ın dâhil olduğu tüm yaratıcı alanlara öncelik veriyor.
Baş proje yöneticisi Paul Preston tüm yayınlar ve kampanyalar arasında çalışıyor. Sanatçılar, menajerler ve label’ın dağıtımcıları için temel iletişim noktası.
Flying Lotus ve Thundercat’i de idare eden Really Happening Management aynı zamanda ayrıca finans, hukuk ve iş geliştirme gibi idari yönlere de yardımcı oluyor.
Sizin (label’ın) müzik hikâyesinde rol oynamış, bağ kurduğunuz ilk plak şirketleri hangileriydi? Sizi nasıl etkilediler ya da nasıl yol gösterdiler?
Warp Records, Blue Note, Stones Throw. Bu üç label da yıllar içerisinde etiketimizde olan çeşitli müzisyenlere farklı şekillerde ilham vermiş harika sanatçılara sahip. Aynı zamanda iyi seçilmiş kadro ve kataloglar açısından da birer model oluşturuyorlar.
Çalışma ortamınızdan bir fotoğraf paylaşabilir misin?
Kataloğunuzdaki müzisyenlerin buluştuğu ortak paydalar olduğunu düşünüyor musun? Bu ortak paydaları nasıl tanımlıyorsun?
Biz çeşitlenen bir kadroya sahip eklektik bir etiketiz. Yıllar içerisinde müzisyenlerimiz bağımsız elektronik müzik, caz, R&B ve nice türde büyük bir etki gösterdiler; aynı zamanda Libera Awards’tan Grammy’lere pek çok adaylık kazandılar.
Yakın (ya da uzak) gelecek adına plak şirketinizin önünde nasıl heyecanlar / planlar görünüyor?
Sürekli olarak gelişiyor ve etiket için yeni yollar arıyoruz. Hakushi Hasegawa ile Japonya ve Kit Sebastian ile Türkiye gibi bizim için yeni olan bölgelerde etki alanımızı büyütmekteyiz.
SHUFFLE: Paul Preston & Adam Stover
Kendi paranla satın aldığın ilk müzik neydi?
Paul P: Ya Outkast’ten Stankonia ya da Linkin Park’tan Hybrid Theory olmalı. CD’de. Kesinlikle bu ikisinden biri. 11 yaşındaydım. Stankonia hâlâ tüm zamanların en iyi albümlerinden biri olarak sınıflandırılıyor. Hybrid Theory de benim için o “vay be” anlarından biriydi; Linkin Park aynı zamanda gittiğim ilk konserdi. Best Buy’da çalışanlarla bana Stankonia’yı o yaşta satın almama izin vermeleri için uzunca konuşmam gerekmişti, hahaha!
Bugün dinlediğin ilk şarkı neydi?
Paul P: Bugün ilk Ramin Djawadi’den “All Must Choose”u dinledim. House of the Dragon’ın sezon finalini geçen gece izledim ve bu şarkı da finalin kapanış şarkısıydı. Şarkının başlangıcı o kadar muhteşem ve rahatsız edici ki… Gerçekten büyüleyici. Bu şarkı da beni Sofi Paez’den “Por Que”yi dinlemeye yönlendirdi. Bu yılki favori albümlerinden biri olan Silent Stories’den. Harika bir müzisyen ve albüm sürekli tekrar tekrar çalıyor.
10 yaşından beri belli aralıklarla dinlediğin, dinlemekten sonsuza kadar asla vazgeçmeyeceğini düşündüğün bir albüm ya da şarkı var mı?
Paul P: Biraz çılgın olacak ama cevabım Korn’dan Issues. Albüm 1999’da çıktığında benim için her şeyi değiştirmişti; o yaşta dinlediğim en sert şeylerden biriydi. Gerçekten, o zamandan bu yana çıkan diğer şeyler kadar sert hâlâ. Çok fazla aşırı iyi parça var ve enerjisinin bir benzeri yok. Bu, olabilecek en iyi spor salonu müziği.
Müziğin fiziksel baskıları senin için ne ifade ediyor? Bugün gelinen koşulları düşündüğünde fiziksel müzik formatlarıyla ilişki seyrinde geçmişten şimdiye değişen şeyler oldu mu?
Adam S: Fiziksel baskılar esastır. İster plak, ister CD, ister kaset olsun; her birinin kendine özgü format ve sesi var. Baskıların paketlenmesi ve görsel sunumu da bir sanat biçimi; biz de tasarım ve materyal anlamında mümkün olduğunca sınırları zorlamanın yollarını arıyoruz. Holografik paketlerden çok katmanlı kitapçıklara, özelleştirilmiş plak renkleri / desenlerine, ve dahasına… Bu formatlar hayranlar için de bir değer ve sahiplik algısı uyandırıyor. Bir yandan da müzisyenler için dijital download ve streamlere ek olarak düzgünce bir gelir sağlıyor.
Bize seni çok etkilemiş bir kitap önermek ister misin?
Paul P: Sanırım Saul Williams’tan Said The Shotgun To The Head’i önereceğim. Çok güçlü. Okuduğumda daha lisedeydim ve o zamanlar bu denli engince şairane ve etkili bir şey okumamıştım. Şiirin çok daha derinlerine dalmak için ilham verdi ve format olarak da çok enteresandı. Gerçekten çok güzel bir edebi eser.