The Dream Syndicate 1980’lerin başında Paisley Underground hareketinin önemli gruplarından biri olarak kendini gösterdiğinde belki o dönem beraber turnelere çıktıkları REM veya U2 kadar büyük bir popülariteye kavuşamadı. Ancak yaptıkları zamanında muadili olmayan müzikler, günümüzde hâlâ özellikle indie kulvarından grupları etkilemeye devam ediyor. 

2012’deki geri dönüşleri de tarihin en verimli yeniden bir araya gelme hikâyelerinden biri oldu. Grubun lideri Steve Wynn’in 1990’dan beri kalburüstü bir solo kariyeri var. Fire Records etiketli yeni ve şık solo albümü Make it Right da Wynn’in ilk otobiyografisi I Wouldn’t Say it If It Wasn’t True ile beraber 30 Ağustos’ta yayımlandı. Bu vesileyle buluştuğumuz Wynn ile kariyerinden, arkadaşlardan ve pişmanlıklardan bahsettik.  


“Kariyer anlamında pek bir şey değiştirmek isteyeceğimi sanmıyorum. Kitap da bana bunu hatırlattı. Ama en büyük pişmanlığım gençken etrafımdaki insanlarla nasıl konuşulacağını bilememekti.”

Steve Wynn’in kariyerinde solo işler ve The Dream Syndicate dışı ortak projeler de oldu hep. Bunların en dikkat çekicilerinden biri, 15 seneyi deviren The Baseball Project. REM’den Peter Buck ve Mike Millls’in de yer aldığı grup beyzbol üzerine şarkılar besteliyor ve temmuz ayında ufak bir turne yaptı. Turneyi ve projenin kökenini soruyorum hemen ve Wynn anlatıyor: 

“Eğlenceliydi. 10 günlük bir turne oldu; Minnesota’dan Texas’a. Her grubumun hayatımda farklı bir fonksiyonu var. The Dream Syndicate psikedelik, trippy grubum. Solo projelerimde seyirciyle daha fazla iletişim kuruyorum. The Baseball Project ise arkadaşlarımla bir parti. Neredeyse 17 sene olmuş olmalı. Veteran bir grup olduk! Çoğumuz zaten çok eskiden tanışıyoruz. Davulcu Linda da eşim malum. Peter Buck ve Mike Mills ile tanışalı ise neredeyse 40 yıl oldu. 1980’lerin başında beraber turne yapmıştık. Scott daha yenice bir arkadaşımız. Hatta bugün doğum günü. Seninle konuştuktan sonra onu aramalıyım. 2007’de REM, Rock’n’Roll Hall of Fame’e alındığında çok büyük bir parti yapmışlardı. Öyle böyle değil. O aralar REM’de çalan Scott ile beyzbolu ne kadar sevdiğimizden konuşurken neden beyzbol hakkında şarkı yazan bir grup kurmuyoruz diye düşündük. Hızlıca ve kendiliğinden gelişti olaylar.”

Lafı uzatmadan yeni albüme gelmeli. Wynn’in 16 sene aradan sonra yayımladığı Make it Right, pandeminin yarattığı boşluk ve 64 yaşındaki Wynn’in geçmişe bakma isteği bir araya gelince bir otobiyografiyle beraber çıktı. Wynn’e kitabın yazım sürecini ve albümdeki şarkıların bu süreçle bağını soruyorum: 

Kitap fikri hep aklımdaydı aslında. Uzun yıllar benleydi. Yapabileceğimi düşünüyordum ama sürekli kayıt, şarkı yazım ve turne sürecinde olduğum için vakit bulamıyordum. İnsanların listeleri vardır ya hani, ‘Bir gün Everest’e tırmanacağım’ gibi. Kitap da benim listemdeydi. Hiç zaman bulamıyorum derken pandemi geldi. Bir anda bolca boş zaman ve bolca kahve ile çıkıverdi ortaya. Hızlı da yazabiliyorum. Başta çok zorlanacağımı düşünüyordum ama başlayınca ne kadar kolay olduğuna şaşırdım. Kelimeler rahatça sayfalara aktı. Her zaman anlatmak istediğim hikâyelerdi zaten. Başladıktan sonra eğlenmeye başladım. Kaygı yaşamadım. Pandemi psikolojisiyle de ‘acaba okunur mu’ gibi düşünmedim. Kendimi eğlendirmek için yaptım ki bu da herhangi bir şeyi yapmak için gayet geçerli bir sebep.” 

Peki ya şarkılar? 

Kitabı yazarken kayıt yapmaya da devam ediyordum. Kitap 3-4 yıllık bir süreçti ve o süreçte zaten müzik yapacaktım. Kitap bittiğinde şarkıların da bir şekilde yazdıklarımdan ilham aldıklarını gördüm. Sonuçta hayatımı normalde hiç yapmayacağım kadar detaylıca ele alıyordum. Şarkıların da bundan etkilenmesi normal. Böylece albüm de kitaba eşlikçi oldu. Şarkılar farklı zamanlarda yazılıp kaydedilmelerine rağmen tek bir kafa yapısından çıktı yani.”  

Albümün istikrarlı bir türü takip ettiğini söyleyemeyiz. Americana, country soslu, lap steel’li folk’a yakın şarkıların yanı sıra “Roosevelt Avenue” gibi The Velvet Underground’u akla getiren hareketli işler de var. Buradan yola çıkıp Wynn’e bu geriye bakış esprisiyle, kariyerine başlarken etkilendikleri isimleri soruyorum.

Bu kitapta da çok yer ayırdığım bir konu. Kitabın çoğu The Dream Syndicate’tan bile öncesine dayanıyor. Nasıl müziği özümsediğimi ve nasıl bir müzisyen olduğumu anlatıyorum. The Dream Syndicate kurulduğunda yeni başlayan birçok grup gibi sevdiğimiz müzikleri yansıtıyorduk. Öncelikle ‘hayran’dık. The Velvet Underground, The Stooges, The Modern Lovers, Gun Club, The Fall ve Black Flag gibi punk gruplarını seviyorduk. Bütün bu sevdiğimiz müzikler de bir filtreden geçip müziğimizde yer buluyordu. O zamanlar için iyi bir müzik zevkimiz olduğunu düşünüyorum. Radara yakalanmamış müzikler dinliyorduk. The Velvet Underground bile o zamanlar çok az bilinen bir gruptu. Bugünkü gibi değildi.” 

Şimdi neredeyse The Beatles muadili gibiler!

“Neredeyse! Reklamlarda bile çalıyor artık. Sevdiğimiz grupları insanlara ulaştıran elçiler gibi görüyorduk kendimizi. Aynen Bob Dylan’ın ilk başladığında insanlara heyecanla Woody Guthrie’yi anlatması gibi. Blues’u ne kadar sevdiklerini göstermeye çalışan The Rolling Stones gibi. Bundan kitapta da bahsediyorum; The Dream Syndicate’tan önce radyo DJ’iydim ve plak dükkânlarında çalışıyordum. Bu işlere bir grupta çalmayı eklediğinizde hepsi zaten aynı: İnsanların ilgisini birtakım müziklere çekebilmek.” 

Wynn, 1980’leri The Dream Syndicate ile geçirdikten sonra 1990 yılında grubu dağıtıp solo kariyerine yöneldi. Acaba solo çalışmanın grup dinamiğine göre farkları, avantajları neydi? 

“Bu albümde de çok fazla ortaklık var ama normalde solo işlerime yaklaşırken nasıl sound edeceğini, kimlerin çalmasını istediğimi kendim seçiyorum. Bir gruplaykense önceden belirlenmiş bir ekip var ortada. Bunun getirdiği karışımlar, gerginlikler, sürprizler oluyor. Farklılıkların bir tarafı bu. Ama yeni albümümde birçok şarkı farklı müzisyenlerle kotarıldı. Mesela ‘Roosevelt Avenue’ Norveçli şarkı yazarı Emil Nikolaisen ile. Yarı yarıyayız o şarkıda. Solo çalıştığınızda ki 1990’da solo kariyerime başlamamın sebebi de budur, istediğiniz insanlarla istediğiniz zaman istediğiniz yerde çalabiliyorsunuz. Bu özgürlük çok güzel ve heyecan verici. Grupların güzel yanı ise etrafınızdaki insanlara adapte olmak zorunda olmanız. Etrafınızdaki insanları seviyorsanız çok iyi, sevmiyorsanız yeryüzündeki cehennem!”

The Dream Syndicate 2012’de tekrar bir araya geldi ve 2022’ye kadar dört adet üst düzey albüme imza attı. Hatta bu sebeple tarihin en iyi “geri dönüş” yapan gruplarından biri olduğunu düşündüm hep. Şimdi Wynn tekrar soloya dönüş yapınca; The Dream Syndicate’ın geleceğini de sormak şarttı. Wynn, The Dream Syndicate’ın geri dönüşüyle ilgili şunları söylüyor: 

“Böyle düşünmene sevindim. Tekrar bir araya geldiğimizde eski hâlimizin sönük bir kopyası olmak iztemezdik. Hatta grubun şu anki hâli orijinal vizyonumuza daha yakın diye düşünüyorum. En başta olmak istediğimiz grup hâline geldik ve devam da edeceğiz. Soundumuzu düşününce 90 yaşına kadar bu müziği yapabileceğimize inanıyorum. Ürkütücü. Belki punk olsan 90 yaşında zor olabilirdi. Ama bizim yaptığımız müzik ‘weirdo’ların müziği. Hem yaşlı hem garip olmak iyidir. Önümüzdeki altı ay yeni albümün turnesiyle geçecek ama sonrasında amaç yeni bir The Dream Syndicate albümü kaydetmek. 1980’lerde yeni albüm yaptığımızda, ‘Satacak mı? İnsanlara ulaşacak mı? Plak şirketi bizi tutacak mı?’ gibi düşünceler oluyordu ki normal. Gençken bu işin ne kadar süreceğine asla emin olamıyorsunuz. Fazlaca korku ve belirsizlik hissediyorsunuz. Şimdi ise istediğimizi yapabiliyoruz. Hayranların ne istediğini, basının ne diyeceğini düşünmüyoruz. ‘Cool olan nedir şimdi?’ diye düşünüyoruz. Bu sayede The Universe Inside gibi, neredeyse 70 dakika süren bir jam’den oluşan bir albüm yayımlayabiliyoruz. 1985’te böyle bir albüm yapabileceğimizi sanmıyorum. Kariyer intiharı olurdu!”

Wynn, 40 yılı geçkin müzik kariyeri süresince hem kayıt teknolojileri hem de müzik yayımlama ve dinleme kültürü anlamında birçok değişme tanıklık etti. Bunların onu nasıl etkilediği bir merak konusu ve sorumu şöyle yanıtlıyor:  

“Bu güzel bir soru. Evet, insanlar artık tek tek şarkı dinliyor. Shuffle kullanıyor, çalma listeleri kullanıyor. Öte yandan kayıt yapmak da çok daha kolay. Farklı yerlerde çalışabiliyorsun ve her şey çok daha ucuz. Ama ben bir albüm yaratma fikrinden uzaklaşamıyorum yine de. Çift taraflı. Hâlâ B yüzünün ilk şarkısı mantığıyla düşünmekten kendimi alamıyorum. Hâlâ bir bütün olarak düşünüyorum. Bundan da hiç uzaklaşmayacağım sanırım. 45-60 dakikalık bir dinleme tecrübesini düşünüyorum hâlâ. Albümü koyarsınız, bir yolculuğa çıkarsınız ve bittiğinde bu da neydi böyle dersiniz. Bir saatliğine düşünme yapınızı değiştirmiş olursunuz. İnsanlar istediğini yapabilir elbet ama benim mantalitem bu.” 

Son The Dream Syndicate albümü ve yeni Steve Wynn solosu Make it Right, yeni bir bünyeye geçti ve Fire Records etiketiyle basıldı. Yeni yuvada keyifler yerinde mi acaba? 

“Harika. Çok iyi bir tarihe sahip, harika bir şirket. Beni çok destekliyorlar ki bu gerçekten büyük bir artı! Çok cool bir sanatçı portfolyoları da var. Yayımladıkları şeyleri çok seviyorum. Benim gibi geniş kataloglu eski isimlerin yanında çok çeşitli türlerden genç sanatçılara da sahipler. Nisan sonunda Londra’da 40. yaş kutlamaları olmuştu. 12 saatlik bir şovdu. Diğer grupları dinlerken böyle bir plak şirketi bünyesinde olmaktan gurur duydum ki bu kolay hissedilebilecek bir şey değil.” 

O zaman okuyucularımız için Steve Wynn’den yeni müzik önerileri alabilir miyiz? 

“Yeni Jane Weaver albümünü seviyorum. Graham Reynolds konserinde beni çok etkilemişti, albümü de güzel. Los Angeles’tan Psychic Temple isimli bir grubu çok seviyorum. Yeni albümlerinin de en iyi albümleri olduğunu düşünüyorum. Grubun lideri Chris Schlarb da albümümdeki iki şarkıda (‘Cherry Avenue’, ‘Then Again’) yer aldı. Philadelphialı modern gitar kahramanı Chris Forsyth’ın Basic adında harika bir projesi var. Ayrıca Jackson Heights, Queens’te oturuyorum ve orası ülkede etnik çeşitliliğin en fazla olduğu yerlerden biri. 50 bin kişi yaşıyor ve 175 dil konuşuluyor! Kültürel paslaşmalar, harika yemekler… Başka yerde duyamayacağınız müzikler! Harika Cumbia müziği, Hint ve Pakistan müziği, Tayland ve Nepal müziği; hepsi burada atmosferde.” 

Biraz kendi özel zevklerime girip, Lou Reed albümlerinde çaldığı baslarla beni çok etkilemiş Fernando Saunders’ı sormak istiyorum. Çünkü Wynn’in ilk iki solosunda da çalışmıştı: 

“O inanılmaz biri. İlk albümümü kaydederken prodüktör Joe Chicarellia’ya Fernando Saunders-vari bir bas istediğimi söylemiştim. Joe da o zaman Fernando’yu arayalım dedi! ‘Bunu yapabiliyor muyuz ki?’ İlk iki albümümün çoğunda o çaldı. Çok tatlı biri ve harika bir müzisyen. Çok yakından dikkat ediyor çaldığı müziğe. İkinci albümdeki ‘Halo’ isimli şarkıyı kaydederken şarkı hakkında farklı fikirlerim vardı ve ikinci denemede birazcık melodiyi değiştirmiştim. Durdu ve, ‘Melodiyi değiştirdin, bunun üzerine biraz düşünmeliyim’ dedi. Çaldığı partisyonları benim vokalimle uyumlu hâle getirmek için uğraşıyordu. Doğaçlamaya çok yatkın olsa da olan bitene en uygun partisyonu çalmak önceliğiydi. Çok fazla düşünüyordu çaldıkları üzerine. Çok etkilenmiştim bundan. Benim müzikal olarak geldiğim yerden çok daha farklı bir mantalite. O indie ve punk tutumundan. Yani üç beş gürültü çıkarıp, denk gelmesini ummaktan!” 

Albümün ismi Make it Right olunca, kaçınılmaz bir soru var aklımda. Onu sormazsam olmazdı. Acaba geçmişe dönebilse, değiştireceği, onaracağı şey ne olurdu? Wynn yanıtlıyor: 

“Kariyer anlamında pek bir şey değiştirmek isteyeceğimi sanmıyorum. Kitap da bana bunu hatırlattı. Ama en büyük pişmanlığım gençken etrafımdaki insanlarla nasıl konuşulacağını bilememekti. Şimdi gruptakilerle veya arkadaşlarımla bir sorun olduğunda, ‘Haydi konuşalım, seni rahatsız eden ne, nasıl düzeltebiliriz?’ diyebiliyorum. Eskiden bir problem olduğunda, ‘Tamam bitti, seni tanımak güzeldi, yolumuza gidelim’ diyebiliyordum. Kitapta çokça giriyorum buralara. Kendra Smith’le, Karl Precoda’yla, bazı prodüktörlerle; bir engelle karşılaştığımda ‘Buna zamanım yok’ diye düşünüyordum. Şimdi ise daha anlayışlı ve sabırlı olabilirdim gibi geliyor. Hatta başka insanların yaşadıkları hakkında daha meraklı da olabilirdim. Genç olmanın klasik dertlerinden biri belki bu ama değiştirebilseydim, değiştirmek isterdim.” 

Röportajımızdan beş gün önce Wynn, Mark Linkous ile bir fotoğrafını paylaşmıştı. Bunu gündeme getirmemle beraber hemen geçen sene yayımlanan Sparklehorse albümüne girdik: 

“Daha dinlemedim albümü, çok kötü. Oysa ben de Sparklehorse hayranlarındanım. İyi bir albüm, değil mi?” 

Gayet güzel. 

“Dinleyeceğim. 1980’lerden beri tanırım onu. Dancing Hoods isimli bir gruptaydı. O zamanlar şarkı söylemiyor, gitar çalıyordu. İyi bir gruptu ve menajerimiz aynıydı. Beraber konserler verdik. Richmond Virginia’da Gutterball isimli bir grupla çalarken o da oralarda takılıyordu ama pek bir şey yapmıyordu. Birkaç şarkısı vardı sadece. Gutterball’daki müzisyenlerle o şarkılarını kaydetti ve o albüm Vivadixiesubmarinetransmissionplot oldu. Kaydettikleri kasedi duyduğumda çok şaşırmıştım. ‘Vay be, Mark’a bak, bizle bira içen bu adam ne güzel müzik yapıyor’ demiştim. Ölümünün arkadaşlarımı ve oralardaki tüm insanları nasıl perişan ettiğini anlatamam. Çok trajik. Çok yaralayıcı, çok acı vericiydi onu kaybetmek.”

  1. Anlamadan, anlaşılır kılmadan: 10 soruda Katliam Yasası

    Dayanışmayla #YerindeYaşatacağız

  2. Sönmemiş ateşi, her yanı sarmış: GÖKÇE AKÇELİK (1977-2024)

    Gökçe Akçelik anısına, arşivlerden 2012 tarihli bir Replikas - "Dadaruhi" röportajı.

  3. MySpace yıllarından GRANGULEZ hatırası: DENİZ BELENDİR’in ardından

    Deniz Belendir’in büyüsünü her zaman yanımızda taşımaya devam edeceğiz. 

  4. Bir buçuk yıl: Uzaktan ve yakından Antakya

    Tuğçe Tezer depremden bir buçuk yıl sonra Antakya’yı anlatıyor.

  5. Aklımdakiler: İLKER ÇATAK ve Öğretmenler Odası

    Farklı disiplinlerde üreten konukları soruyor, İlker Çatak yanıtlıyor.

  6. hmmm? -  MARTA BEVACQUA

    Biriktirmeyi en sevdiğin şey? Terapötik nedir? Şu an ışınlanmak istediğin yer? Hmmm? Marta Bevacqua arşivinden fotoğraflarla yanıtladı.

  7. SHUFFLE: BRAINFEEDER (Los Angeles)

    Dünyanın dört bir yanından plak şirketlerinin kapısını çalıp, çalışma ortamlarını soluduğumuz SHUFFLE serisinin sıradaki durağı Los Angeles ve Brainfeeder.

  8. STEVE WYNN: Geçmiş, şimdi ve gelecek

    Yeni ve şık solo albümü Make it Right'ı, otobiyografisi I Wouldn’t Say it If It Wasn’t True ile beraber yayımlayan Steve Wynn, hattın öbür ucunda.

  9. Yazamayan Yazarın Yazdığı Yazamayan Yazarlar Yazısı

    Buyurun sinemanın tıkanmış yazarlarının yaşadıklarına bir de birlikte göz atalım. Sonuçta "yazamadığımızı" bile yazabiliyoruz.

  10. Biz hepimiz, kurduğumuz bağlardan ibaretiz: BOJACK HORSEMAN ve unutulmayacak karakterleri

    Kendi yaralarımızla bağlarımızı kuvvetlendiren BoJack ve dostlarıyla tanışalı 10 yıl olmuş.

  11. KRAAK & SMAAK: Teenage Kicks

    Kraak & Smaak üyesi Wim Plug, büyürken dinlediği müzikleri ve bu müziklerin üzerlerinde bıraktığı tesiri anlatıyor.

  12. Hafıza süzgecinin üstünde kalan şarkılar: TENDERTWIN

    “Biraz korkunç bir şey kendini bu kadar hassas bir şekilde açmak ama başka bir yolu da yok sanırım.” 

  13. Dönüşüm kentsel, mücadele bireysel: Aslı Özge ile FARUK üzerine

    “İnsan, hayatta en korktuğu şeyleri ne kadar ertelerse, yüzleşme süreci de o kadar zor oluyor.”

  14. SUCUK & BRATWURST ile “Sand Carstle”, ilham ve dahasına dair

    Mercedes-Benz ve Pilevneli Gallery ortaklığı "Sand Carstle"dan hareketle, Berlinli sanat kolektifi Sucuk & Bratwurst ile sohbete koyulduk.

  15. Yatakta Sigara İçmenin Zararları, Rehin Alınmış Bir Batı ve bu ay başka ne okusak?

    Temmuz 2024’te yayımlanmış, merak uyandıran kitaplar.

  16. 70 Albüm: Temmuz - Ağustos 2024 best of

    “Ne dinlesek?” diye soranlara, temmuz -ağustos çıkışlı 70 albüm.

  17. Künye

    .