Bilgisayarın başına oturmuş, gözlerimizle ekrana lazer ışını fırlatır gibi bakıyoruz. Yazmamız gereken o metin, zihnimizde bir türlü belirmeyen sözcüklerle bizi çileden çıkarmaya başlıyor. Tam da bu noktada insanın bir başka “muhteşem” özelliği olan, aynı boktan durumu yaşayanların hâlinden keyif al—-yani ders çıkarmak devreye giriyor.
Buyurun sinemanın tıkanmış yazarlarının yaşadıklarına bir de birlikte göz atalım. Belki onların sefil durumları, bizim kendi yaratıcı tıkanıklıklarımızı biraz daha katlanılabilir kılar. Sonuçta “yazamadığımızı” bile yazabiliyoruz.
Adaptation. (2002)
Yazar: Susan Orlean, Charlie Kaufman
Eğer kendi tıkanıklığınızın bir kâbus olduğunu düşünüyorsanız, Orlean ve Kaufman’ın zihinlerinde bir tur atmak isteyebilirsiniz. Kahramanımız Kaufman (Nicholas Cage) yazar tıkanıklığını öyle bir seviyeye taşıyor ki senaryo yazamamanın getirdiği bunalımda kendini, kendisinin başrol olduğu bir senaryo yazarken buluyor. Kafanız karıştı mı? Süper. Çünkü Kaufman’ın durumu da bu! Bir yazarın zihnindeki kaosun her zerresini iliklerinizde hissettirip, ne kadar derinlere inebileceğini gösterebilecek bir anlatıyla karşı karşıyasınız. “Yazamadığınızı bile yazabiliyorsanız, hiç fena bir yerde değilsiniz” dedirtiyor.
Roter Himmel / Afire (2023)
Yazar: Christian Petzold
Petzold’un incelikler dolu dünyasında bir o kadar incelikten uzak baş karakterimiz, doğaya kaçınca huzur bulacağını sanıp da kelimeleri kâğıda dökmeye çalışan ancak kelimeler gelmek bilmeyince sadece yan gelip yatan bir yazar. Etrafındaki herkes keyfine bakarken o bir türlü yazamamanın verdiği sıkıntıyla kavruluyor. Hele de yanık olduğu kadın, yazabilen bir yazar çıkınca; Leon yazmak için kaçtığı doğanın ortasında, bir yandan yangınların diğer yandan da kendi içindeki ateşin ortasında buluyor kendini. Baş karakterimizin bütün bunların üstüne nasıl başka bir felaket daha ekleyebileceğini görmek için sinek vızıltıları ile sabrınızı sınayan bu deneyime misafir olabilirsiniz.
People Places Things (2015)
Yazar: Jim Strouse
Bir yazar olarak yazmaktan kaçmak için ne yazarsınız? Pardon. Ne yaparsınız? İkiz çocuklarınıza bakmak, eski partnerinizi özlemek ve öğrencilerinizden kaçmak… Will Henry’nin hayatı da işte böyle geçiyor. Bir çizgi roman yaratıcısı olarak Will, hikâyelerini basitçe anlatmak istese de bir türlü kalemi kâğıda değdiremiyor. Ebeveyn olmanın getirdiği karmaşık hisler ve bir tutam romantizm ile birlikte bakıyoruz bu kez tıkanıklığa.
The Hours (2002)
Yazar: Michael Cunningham, David Hare
Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’i yazarken yaşadığı zihinsel çalkantılar ve bunun üç kadının hayatındaki etkisi. Yazar tıkanıklığının sadece yazmayı değil; tüm yaşamı nasıl sarstığını gözler önüne seriyor film. Woolf kelimelerle dans etmeye çalışırken, tıpkı karakterleri gibi kendi karanlık düşünceleriyle savaşıyor. Yazmak için gereken cesaret, bazen hayatın kendisiyle yüzleşmek kadar zorlu olabiliyor gördüğümüz üzere.
Barton Fink (1991)
Yazar: Joel Coen, Ethan Coen
Barton Fink, Hollywood’un parlak ışıkları altında kaybolmuş. Büyük bir dram yazmak isterken, stüdyolar ondan sıradan bir B-film senaryosu istiyor. Talihsiz Fink, Hollywood’a adım atar atmaz ilham perilerini kaybetmek yetmezmiş gibi bir de seri katil komşu çıkıyor başına. Tıkanıklık meselesi ise tam bir kabus! Belki de odayı bir an evvel terk etmeliydi, değil mi? Ne var ki bazı kâbuslar ne kadar kaçarsanız kaçın, peşinizi bırakmaz.
Shirley (2020)
Yazar: Sarah Gubbins, Susan Scarf Merrell
Shirley Jackson yazmak için ev hayatının kaosundan ilham almaya çalışırken, genç bir çifti evinde misafir ediyor. Ancak bu misafirlik, hem yazar tıkanıklığını aşmak için bir araç hâline geliyor hem de yazarın kendi zihnindeki karanlıklarla yüzleşmesine neden oluyor. Shirley’nin yazarlık sürecindeki zorluklar, misafirleri üzerinde bıraktığı tuhaf etkiyle birleşiyor ve ortaya oldukça rahatsız edici bir hikâye çıkıyor. “Yaratıcılık” dediğimiz şey, bazen beklenmedik misafirlerle gelir malumunuz!
The Shining (1980)
Yazar: Stanley Kubrick, Stephen King, Diane Johnson
Jack Torrance’in koca bir otelin sessizliğinde zihnini kaybedişi, yazar tıkanıklığının en korkunç tezahürlerinden biri şüphesiz. Bir otelde kış boyunca yalnız kalıp yazmak, ilk başta müthiş bir fikir gibi görünebilir. Ancak yazar tıkanıklığı sizi baltayı elinize alacak noktaya getirdiyse, işlerin biraz sarpa sardığını fark edebilirsiniz. Jack’in daktilosunun başında geçirdiği her saat, kelimeler yerine korkunç bir takıntının sayfalara dökülmesine neden oluyor. Yazmanın büyüsü bir anda paranoyaya dönüşüyor ve otelin labirent gibi koridorlarında gezinirken, sadece kendi yarattığı dehşetle değil; aynı zamanda kendi zihninin derinliklerinde kayboluyor.
Swimming Pool (2003)
Yazar: François Ozon, Emmanuèle Bernheim, Sionann O’Neill
İngiliz suç romanı yazarı Sarah Morton, yeni kitabı üzerinde çalışmak için Fransa’da bir evde inzivaya çekilir. Ancak burada yaşadığı olaylar, yazarlık tıkanıklığını aşmasına yardımcı olurken, aynı zamanda onu gerilimli bir keşif sürecine de sokar. Yazmanın ilhamı bazen en beklenmedik yerlerden gelebilir, değil mi? Hele bir de bu ilham, gizemli bir şekilde ortalıkta dönüp duran sırlarla ilintili ise.
Sideways (2004)
Yazar: Rex Pickett, Alexander Payne, Jim Taylor
Miles Raymond’ın hayatının odağında şarap tatmak ve yazmak var. Gelin görün ki ikisinde de çuvallamakta bir dünya markası. California’nın üzüm bağlarında dolaşıp şarabın inceliklerini keşfetmeye çalışırken, yazma krizine de bir çözüm arıyor. Ancak ne kadar şarap içerse içsin, kelimeler bir türlü gelmiyor. Hatta öyle ki belki de tek başına bir şişe Pinot Noir’a içini dökmek yazmaktan daha cazip geliyor kendisine. Şarabın buruk tadı ve yazarlığın acı gerçeklerini harmanlayarak Miles’ın sefaletine eşlik etmenin de damakta bıraktığı ayrı bir tat var, orası kesin.
Cross Creek (1983)
Yazar: Marjorie Kinnan Rawlings, Dalene Young
Yazarlık bazen bir kalemden daha fazlasını gerektirir; belki de sadece bir doğa yürüyüşü! The Yearling’in yazarı Marjorie Kinnan Rawlings’in hayatını mercek altına alan film, yazar tıkanıklığı ile mücadele eden bir kadının, kırsal bir bölgeye taşınıp hayatını yeniden keşfetmesini konu alıyor. Yaratıcılığı doğayla iç içe yeniden bulan Rawlings, bu süreçte yazmanın, yaşamanın bir yansıması olduğunu keşfediyor.
Stranger Than Fiction (2006)
Yazar: Zach Helm
Sabah sabah kapınıza dayanan bir karakteriniz var ve size yalvarıyor: “Beni öldürme lütfen!” Karen Eiffel’in dünyasında işler tam da böyle bir noktaya geliyor. Tıkanıklığa girmişken bir de yazdığınız karakterin gelip hayatınıza müdahale etmeye çalıştığını hayal edin. Karen için bu, yazar tıkanıklığının doruk noktası çünkü ne yazacağını bilemezken bir de yazdığı karakterlerden akıl alması icap ediyor. Üstelik karakterinizin kaderini belirlerken bir yandan da kendi akıl sağlığınızı korumaya çalışıyorsanız, işler iyice çığrından çıkabilir. Yani, “Hayatımı yazarken biraz fazla ciddiye almış olabilirim” dedirten türden bir kargaşa.
Kill Your Darlings (2013)
Yazar: Austin Bunn, John Krokidas
Beat Kuşağı’nın çılgın dünyasına hoş geldik. Genç Allen Ginsberg’in, Lucien Carr ile olan karmaşık ilişkisi ile yazarlık dünyasına balıklama atlıyor. Yaratıcılığı özgürlüğe uçurmak mı yoksa karanlık köşelere sürüklemek mi? İşte bu ikilemde, yazar tıkanıklığının en “sevimli” hâlleri bile patlama noktasına gelebiliyor. İşin özü, edebi devrimler yapmak isterken hayatın sillesini yiyen Ginsberg, yazarlığın bazen yalnızca sözcüklerinizi değil; tüm hayatınızı altüst edebileceğini acı tatlı bir şekilde deneyimliyor. Bu anlatıda yazmak bir sanattan çok bir meydan okuma, dostluk ise bazen gerçekten “ölümcül” olabiliyor.
La Grande Bellezza / The Great Beauty (2013)
Yazar: Paolo Sorrentino, Umberto Contarello
İtalyan yazar Jep Gambardella, Roma’nın sosyetik hayatına dalıp gitmiş. Bir türlü yeni bir şeyler yazamıyor. Yazar tıkanıklığına Roma’nın büyüleyici ve bir o kadar da boğucu atmosferinde çözümler arayan bir hikâye var karşımızda. Jep’in kaybettiği ilhamını ararken bulduğu şeyler, onu hem hayatı hem de yazmayı yeniden sorgulamaya itiyor. Roma’nın muhteşem manzaraları eşliğinde bir yazarın içsel yolculuğu, bazen güzelliğin de ilhamı geri getiremeyeceğini kanıtlar nitelikte.
The End of the Tour (2015)
Yazar: Donald Margulies, David Lipsky
David Foster Wallace’ı hayal edin; bir röportaj esnasında sürekli sorgulanan, kırılgan ve müthiş zeki -ve evet, biraz da sosyal olarak garip. The End of the Tour, Wallace’ın yazarlık tıkanıklığına nasıl yaklaştığını değil de bu süreçte nasıl bir insan olduğunu mercek altına alıyor. Röportaj dediğin bazen sıkıcı ve rutin olabilir ama burada işler öyle değil. Çünkü Wallace’ın zihni, röportaj masasını âdeta bir ringe çeviriyor. Bir yanda ego, bir yanda derin düşünceler, tam ortada ise kırılgan bir dâhi var. Wallace’ın kendisiyle mücadelesi o kadar etkileyici ki siz de izlerken bir an “Acaba kendi hayatımı da böyle sorgulasam mı?” diye düşünebilirsiniz. Aman dikkat, çünkü Wallace’ın entelektüel yumrukları ağır olabilir!
Limitless (2011)
Yazar: Leslie Dixon, Alan Glynn
Eddie Morra, yazar tıkanıklığından kurtulmak için her metodu deniyor ama bu kez farklı bir yola başvuruyor: NZT-48. Bir hap, sadece bir hap! NZT-48, yazarlık krizinden kurtulmak için denediği onlarca başarısız yöntemin ardından Eddie’nin eline geçen altın bilet gibi. Ancak her şeyin bir bedeli var, değil mi? Eddie’nin süper insan zekâsıyla birlikte gelen delilik, paranoya ve tehlike dolu bir dünyanın kapıları da ardına kadar açılıyor.