Yazıp yönettiği Stiletto: Pembe Bir Aile Trajedisi ile kuir sinemamıza dikkat çekici bir ilk film kazandıran Can Merdan Doğan, benzer meselelere temas ettiğini söylediği yeni kısa metrajı En Uzun Gece ile arayı çok açmadan dönüş yaptı. Aile babası olan Hüseyin’in bir gece bacanağı Fırat’la aynı yatakta uyumak zorunda kalışıyla başlayan “en uzun gecesi”ni konu edinen yapım, söze dökülemeyen gerilimler ve bastırılmış arzuları iki karakter üzerinden gözler önüne seriyor.
Çeşitli festivalleri arşınlamaya devam eden, şu sıralar düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nin de seçkisinde yer edinen En Uzun Gece; kısa süre önce –Stiletto ile birlikte- MUBI kütüphanesine giriş yaptı. Bu bahaneyle Can Merdan Doğan ile bir sohbet gerçekleştirdik; nesneleri kuirleştirmek, mizahın üretim pratiklerindeki yeri, oyuncu yönetiminde benimsediği tavır ve daha fazlasına yakından baktık.
“Dikkatimi verdiğimde, sıradan olanın içinde görebildiklerim beni çok heyecanlandırıyor.”
Biraz klişe bir başlangıç: Seni heyecanlandıran, üretmeye iten, zaman zaman döndüğün şeyleri merak ediyorum. Jim Jarmusch’tan referansla; hayal gücünü besleyen her şeyi araklamak, bir nevi “otantik hırsızlık’’ sinema yapmanın pratiklerinden biri şüphesiz. Bu sokakta duyduğun bir konuşma, mimari bir yapı veya şiir de olabilir.
20’lerimde olsaydım, bu sorunun cevabı birçok yönetmen, yazar, şiir, ressam olabilirdi. Ancak 30’larımda beslenme kaynaklarım biraz değişti. Bana hiç benzemeyen bir insanın, kendi jargonundan bir duygusunu tarif etme biçimi, bir kelimenin söylenemeyişi, bir insanın yüzündeki bir yara, yatağın üstünde duran pullu payetli bir yatak örtüsü; özetle, dikkatimi verdiğimde sıradan olanın içinde görebildiklerim beni çok heyecanlandırıyor. Bir fikir, bir imge bir anda beliriveriyor. Ve bu her neyse ve hemen kendini anlattırma isteği uyandırıyorsa da peşinden koşuyorum. Bu dediğim, toplumla, hayatla bağ kurmaktan ziyade, gerçeğin içindeki o parçanın benimle, bedenimle, anılarımla, eksiklik ve fazlalıklarımla buluşması…
Ankara’da sinema eğitimi alan biri olarak biraz da kişisel olan bir soru sormak istiyorum: Senin eğitim ve üretme yolculuğunda Ankara deneyiminin nasıl bir yeri var? Tiyatro eğitiminden sinema alanına geçiş sürecini de biraz açabilir misin?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Tiyatro bölümündeki Dramatik Yazarlık dalının özel yetenek sınavlarını kazandığımda, neden orada okumak istediğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Bilkent’e gidiyordum, özel üniversite olduğu için babamla bir dönem daha bölüm parası ödemek istemiyordu. Bense sığınacak bir yer arıyordum. Çocukluğumdan beri sinemada bir şey yapmak hayalimdi ama o şey neydi bilmiyordum. Ailemde herkes memurdu. Asker çocuğuyum. Bizde en yüce meslekler; avukat, öğretmen ve doktor olmaktı. Bu sebeple yıllarca dershanelerde ve özel derslerle geçti lise dönemim. Ama ben okuduğum romanlar, izlediğim filmler arasında aidiyetimi sorgulayıp duruyordum. Ankara bu sebeple DTCF’ye kadar çok mutsuz olduğum bir şehirdi. Buraya başlayınca bir an bir yere ait olduğum yanılsaması yaşadım. Ama okulun yoğun eğitim programı ve okumalar, 19 yaşındaki bir çocuk için fazlaydı. İstanbul’a gelince ise şehrin hafifliği iyi geldi. Kadir Has Sinema ve Televizyon bölümünde master’a başladım. DTCF Tiyatro’nun sert öğretmenliği, yolumu bulmamı sağladı çünkü aslında temel olan her şeyi öğretmişti bana. Kadir Has ise yumuşaklığıyla bana “Senin yolun burada başlıyor.” demişti.
Seçtiğin konular, doktora çalışma alanın da olan kuir teori ve toplumsal cinsiyet temsilleri ile doğrudan ilişkili. Tüm tekdüzelikler ve renksizliklere karşı norm dışı olanları ele alıyorsun ve bunu çok taze, çok keyifli bir absürt mizahla yapıyorsun. Dramatik yapıyı kurarken mizahı böylesine işin içine katmak senin için neden önemli?
Çünkü mizahın olmadığı her şeyi çok sıkıcı buluyorum. Buna insanlar dâhil. Her şeyi çok ciddiye alan eserleri sevmiyorum. Hatta onları izlerken boğuluyorum. O yüzden mizah, yemeğin lezzeti gibi benim için. Mizah kattıkça işin ciddiyeti de çıkıyor. Hem de kimsenin kafasına vurmadan, bak dünyada böyle acılar var diyebiliyorsun ve üstelik bunu, seyirciyi ajitasyona sokmadan yapıyorsun.
Mizah alanında sana çok taze ve keyifli gelen işler, kişiler var mı? Misal stand-up dünyasını, reality şovları takip eder misin?
Hafif şeyler izlemeyi seviyorum. Bazen sadece durmak hiçbir şey izlememek, hiçbir ekrana bakmamak iyi geliyor. Tez döneminden yeni çıktığım için, sanırım bir süre mizahı kendi içimde arayacağım!
Pembe rengi, Stiletto: Pembe Bir Aile Trajedisi‘nin kalbinde yer alıp tezatlığını da derinleştiriyor. Renklerin ve nesnelerin senin hikâye anlatıcılığındaki konumu ne? 43 numara bir stilettoda yaptığın gibi, ilerde işlerinde kullanmak için bir kenara not ettiğin nesneler, fikirler var mı?
Nesnelerden ziyade, nesnelerin insanlarla kurdukları iletişimden heyecanlanıyorum. Modernist bir yerden nesnelere hayran değilim, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi. Nesnelerin, hiç olmayacak bedenlerde, hiç olmayacak salınışları beni gıcıklıyor. Bu sebeple, kuirleştirebileceğim daha çok nesne var!
En Uzun Gece ikinci kısa filmin. Üretim aşamasında neler değişti veya daha kolay oldu? İstediğin gibi bir iş çıktı mı ortaya?
Oyuncularıma ulaşmak ve istediğim oyuncularla çalışma konusunda kesinlikle daha kolay oldu. Finansal kısım ise hep zor. Ben En Uzun Gece’yi seviyorum. Kendimi daha riskli bir kısa film hikâyesinin içine attığım için de cesur buluyorum. Yönetmen olduğumu biraz daha fazla hissettim bu projede. Daha rahattım sette. Meselelerimin iki filmde de birbirinden uzak olmayışı ama Stiletto kadar “garanti” bir kısa film formundan gitmeyişi belki En Uzun Gece’yi daha renksiz kılıyor. Ama benim için çok özel bir yerde. Tek dileğim böylesi bir hikâyeyi üç gün değil de biraz daha geniş bir takvimde çekmek olurdu.
Atanmış cinsiyet rollerinin geleneksel ev mekânlarındaki keskin ayrışmaları, En Uzun Gece’nin odalarına nasıl sirayet etti? Filme ilham veren bu odaları ve atmosferlerini nasıl yorumlarsın?
Filmde kadınların ve erkeklerin dünyasını, hem renklerle hem mekân tasarımıyla hem de ışık tasarımıyla oluşturmaya çalıştık. Benim için baştan beri önemli olan ayrışmış ama birbirinin içine sızan bir yapım tasarımıydı. Biraz Romen sinemasının kitsch’liği biraz da Türk kitsch’ini ve orta alt sınıfın zevkini mekânda hissettirmek istedim. Burası bir gecekondu değil ama Moda’da bir apartman dairesi de değil. İşte o aradalık tam da kuir bir meseleyi tartışmak için keyifli bir alan benim için.
En Uzun Gece’ye adını veren Hüseyin’in gözünden izlediğimiz gece, ne hissedeceğimi bilemediğim bir gülünçlük ve gerginlik uyandırdı bende. Fikir ortaya çıkarken iki karakter arasındaki ilişkiye ve üzerlerindeki toplumsal erkeklik baskısına nasıl yaklaştın?
Mizahla! 🙂
Özellikle karakterler arasındaki şakalaşmaları izlemek çok keyifliydi; dikkat çekici bir dinamik, enerji, sahicilik vardı aralarında. Bu sahiciliği yakalamak adına oyuncu yönetimi pratiğinde doğaçlama, spontanlık ya da hata için nasıl bir alan/açıklık var?
Üç gün oyuncularla provalar yaptık. Provaların çok önemli olduğunu düşünürken, bazen bu tekrarların oyunculardaki doğaçlama isteğini azalttığını gördüm. Oyuncu yönetimi konusunda kalabalık bir kadro olduğu için biraz kaçak oynadım. Oyuncularımın belli duyguları benim istediğim gibi vermelerini istedim. Maalesef kısa filmde çok risk alamıyorsunuz. En azından kendi adıma bunu söyleyebilirim, çünkü zamanla yarışıyorsunuz. Daha çok doğaçlama an olabilirdi belki ama üstüne konuşarak, küçük yönlendirmelerle oyuncularım harika bir sonuç çıkardı.
Aşina olduğumuz birçok isimle Stiletto ile En Uzun Gece’de çalıştın ve ikisinde de kadronun organik bir birlik olduğunu hissettim. İki filmin yapım aşamasını ve setini düşündüğünde, ilk hangi anılar beliriyor zihninde?
Nihal’in rolü kabul ettiği anı hatırlıyorum. Çok mutlu olmuştum, çünkü neredeyse 20’lerimin başını bilen birisi. Hasibe, Ceren, Dilayda ve Ezgi’yle yaptığımız ve gülme krizine girip kilitlendiğim ilk prova geliyor sonra. Gördüğünüz gibi zihnimde hep kadınlar var! Şaka bir yana, Murat’ın stilettoları provada giydiği ilk an ve Mustafa’yla Deniz’in tanıştıklarındaki tuhaf hâlleri de beni çok eğlendirmişti.