Kariyerinin başından itibaren dark wave, new wave, synth pop, shoegaze gibi türlerden öğeleri müziğine katarak dans müziğinden yavaş adımlarla uzaklaşan Anders Trentemøller, son albümünde de bu rutini devam ettiriyor. In My Room etiketiyle 13 Eylül’de yayımlanan Dreamweaver, son dönem trentemøller albümleriyle benzer “karanlık” tonlarda, yine gayet güzel kaydedilmiş, sonbahara yakışacak bir albüm.
Geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiğimiz röportajda konu 80’lere geldiğinde, gençlik yıllarında dinlediklerine dair şöyle ipuçları bırakmıştı trentemøller:
“Ben 80’lerde büyüdüm, lisedeyken çıkan Ride, Slowdive gibi grupların müzikleri DNA’ma işledi sonuçta. Ama bu sound’u başka yerlere de götürüp kendime ait hâle getirmeye çalışıyorum. The Cure veya Joy Division kopyası olmamaları için!”
2-3 Kasım’da Zorlu PSM’de düzenlenecek MIX Festival’a konuk olacak trentemøller, bu kez müzisyenlerin büyürken dinlediği müzikleri ve bu müziklerin üzerlerinde bıraktığı tesiri kurcaladığımız Teenage Kicks serimize konuk oldu.
YAŞ 13-15
O zamanlar en sevdiğin iki albüm neydi?
Bu dönemde benim için öne çıkan iki albüm Bowie’nin Low‘u ve Prince’in Lovesexy‘si oldu!
Bu müziklerle nasıl tanışmıştın?
Bowie’nin Low albümüyle, deneysel seslerine bayılan bir arkadaşım sayesinde tanıştım. Prince’in Lovesexy albümü ise geniş bir müzik zevkine sahip olan ve sürekli plaklar çalan abim sayesinde hayatıma girdi. O albümdeki seksi havayı, müthiş melodileri ve groove’u çok sevdim!
Üzerinde nasıl bir etki bıraktıklarını düşünüyorsun?
Her iki albüm de müzikteki yaratıcı potansiyeli anlama biçimimi genişletti. Low albümü, minimalist ve atmosferik yapısıyla bana müzikte duyguların ne kadar güçlü bir şekilde ifade edilebileceğini gösterdi. Şarkıların sadece kelimeleri değil; tüm duygusal manzaraları aktarmak için de kullanılabileceğini öğretti. Lovesexy ise bana müzikteki inanılmaz çeşitliliği, ritim ve şarkı yazımındaki ustalığı, sanatsal ifadede korkusuz olmanın ne kadar önemli olduğunu öğretti.
Şu an dönüp baktığında hayatınının nasıl bir dönemini temsil ediyorlar?
Bu albümler, ergenlik dönemindeki kendimi keşfetme sürecimi hatırlatıyor. Hayatın ve duyguların karmaşıklığını anlamaya başlıyordum ve hem Low hem de Lovesexy bu içsel yolculuğumun müziği oldu.
Hayatının bu döneminde senin için önemli olan diğer şeyler nelerdi?
Bu dönemde daha sürreel ve varoluşsal filmler keşfetmeye başladım. Blade Runner ve Betty Blue gibi filmler; kimlik, zaman ve insanlık durumu üzerine düşünme biçimimi etkiledi.
YAŞ 16-18
O zamanlar en sevdiğin iki albüm neydi?
Bu dönemde The Cure’un Disintegration albümü ve The Velvet Underground’un muzlu albümü (The Velvet Undergound & Nico) benim için çok önemliydi.
Bu müziklerle nasıl tanışmıştın?
Disintegration, içsel ve duygusal müziğe olan ilgimi bilen bir arkadaşım sayesinde hayatıma girdi. Onun odasında birlikte albümü defalarca dinlediğimizi hatırlıyorum! Muzlu albümü ise alternatif rock üzerindeki etkisinden bahseden bir müzik öğretmeni sayesinde keşfettim. Özellikle “Venus In Furs” şarkısından çok etkilenmiştim.
Üzerinde nasıl bir etki bıraktıklarını düşünüyorsun?
The Cure’un Disintegration’daki melankolik, şiirsel sözleri, kırılganlık ve hüznün güçlü bir müziğe dönüştürülebileceğini bana gösterdi. Kendi şarkı yazımımda daha karanlık temaları keşfetmem için bana cesaret verdi. The Velvet Underground’un albümü ise Lou Reed’in vokal performansı ve minimalist enstrümantasyonu sayesinde sadeliğin saf duygularla nasıl birleştirilebileceğini gösterdi.
Şu an dönüp baktığında hayatınının nasıl bir dönemini temsil ediyorlar?
Bu albümler bana geç ergenlik yıllarını hatırlatıyor; her şeyin hem geçici hem de derin olduğu bir dönem. Disintegration dinleyerek geçirdiğim geceleri ve müzikte hem kaybolup hem de yeniden kendimi bulduğumu hatırlıyorum. Muzlu albüm ise bana müziğin normlara karşı gelebileceğini keşfettiğim dönemi ve sanatın bir isyan olabileceğini fark etmemi hatırlatıyor.
Hayatının bu döneminde senin için önemli olan diğer şeyler nelerdi?
Bu dönemde Albert Camus ve Jean-Paul Sartre gibi varoluşçu yazarların eserlerine daha fazla daldım. A Clockwork Orange ve Taxi Driver gibi filmler de dünya görüşümü şekillendirmede önemli bir rol oynadı.
YAŞ 19-20
O zamanlar en sevdiğin iki albüm neydi?
Bu yaşlarda Suicide’ın ilk albümü (Suicide) ve Broadcast’in Tender Buttons albümü beni kendine çekti.
Bu müziklerle nasıl tanışmıştın?
Suicide’ı “minimalist punk’ın öncüleri” olarak tanıtan bir arkadaşım sayesinde keşfettim. Broadcast’in albümü ise daha deneysel pop müziğe meraklı bir arkadaşım aracılığıyla hayatıma girdi.
Üzerinde nasıl bir etki bıraktıklarını düşünüyorsun?
Suicide’ın ham enerjisi ve sade sesleri, sadeliğin de karmaşık düzenlemeler kadar güçlü olabileceğini bana gösterdi. Bu albüm, müzikteki yapı konusundaki önyargılarımı sorgulattı. Ve gitar kullanmadan punk yapmalarına bayılmıştım! Broadcast ise hayaletimsi, rüya gibi soundlarıyla bana vintage estetik ile modern duyarlılıkların birleşimindeki güzelliği gösterdi. Kendi müziğimde dokular ve atmosferlerle daha fazla deneme yapmamı sağladı ve hâlâ müziklerinden büyük ölçüde ilham alıyorum. Trish Keenan’ın aramızda olmaması çok üzücü.
Şu an dönüp baktığında hayatınının nasıl bir dönemini temsil ediyorlar?
Bu albümler bana yetişkinliğin ilk yıllarını, dünyada yerimi bulmaya çalıştığım o dönemi hatırlatıyor. Hem belirsizlik hissi hem de yeni bakış açıları keşfetmemin heyecanı, bu albümlerde saklı.
Hayatının bu döneminde senin için önemli olan diğer şeyler nelerdi?
Bu yaşlarda daha avangart sinemaya ve deneysel sanat formlarına ilgi duymaya başladım, ama aynı zamanda B-filmleri ve slacker/korku filmleriyle de ilgileniyordum. Ayrıca felsefeye, özellikle de varoluşçuluğa daha fazla ilgi duymaya başladım. Sanırım bu, yaratıcı sürecimi biraz etkiledi. En azından hayat, aşk, kayıp ve ölümle ilgili birçok soruya cevap arıyordum.