Yakovos Bilek ismine ilk olarak 2015 yazında rastladım. Yalçın Granit’in yaşam öyküsünü kayda geçirmek üzere oğlu Ali Granit’in başlattığı kitap projesine yazar olarak dâhil olduğumda, her geçen gün basketbol topunun memleketteki öncü isimleri hakkında ne kadar az şey bildiğimi fark ediyordum. Bazı efsane oyuncuların hayatlarına dair tek tük bilgilerim vardı elbette ama kitap üzerine çalıştığım aylarda onlara yüzlerce yeni isim eklendi; bunlardan birkaç tanesinin hafızamda açtığı çentikler daha derinlere kadar ilerledi, içimde yer etti. Bu erken dönem basketbol ustalarının, 1940’ların, 1950’lerin yıldızlarının o günlerde rüyalarımı da sık sık şereflendirdiklerini hatırlıyorum. Çoğu zaman sadece bir gazete kupüründe rastladığım iki boyutlu hâlleriyle, rüyalarımda kendilerine yeni boyutlar aradılar durdular. İşte bu isimlerden biriydi, Yakovos Bilek.
O günlerde arama motorlarına bu ismi yazdığınızda, Türkçe kaynaklarda Bilek’e dair bulguların bir mektuptan ibaret olduğunu görürdünüz: 24 Eylül 1956 tarihli, “T.C. Başvekili” Adnan Menderes’e hitaben yazılmış bir mektup. Bilek’in hayatında bu mektuptan altı, 6-7 Eylül İstanbul Pogromu’ndan yedi yıl sonra açılan Almanya sayfasına dair pek fazla ize rastlamanız mümkün değildi. Bir süreliğine Yalçın Granit’in hayatını bir kenara bırakıp, yeni tanıştığım bu büyülü ismin peşine düştüğümde ise ikinci mektuba ulaştım. 1962 yılında, dönemin Almanya Basketbol Federasyonu Başkanı Hans-Joachim Höfig tarafından yazılan ve Yakovos Bilek’e Almanya milli takımı baş antrenörlüğü görevini teklif eden bir mektup.
I
1917’de İzmir’de doğan, aile kökleri Samsun’a kadar uzanan, “tütün eksperi Todori’nin oğlu” Yakovos, İstanbul Rumlarının takımı Kurtuluş’la -lig öncesi dönemde- iki İstanbul şampiyonluğu yaşadı. Pera, Esayan, Makabi ve Bar-Kohba gibileriyle beraber, şehrin 1920’li yıllardaki basketbol hafızasının vazgeçilmez kulüpleri arasındaydı Kurtuluş. Adı başlangıçta Herakles olan kulüp, “federe” olup İstanbul Ligi’nde mücadele edebilmek için önce isminden feragat edecekti. Tıpkı adı önce Bozkurt, sonra Galata Gençlik’e çevrilen, İstanbul Musevilerinin şampiyon takımı Bar-Kohba ve Kurtuluş’la beraber şehrin ilk büyük basketbol rekabetine can veren Pera (sonraları ve hâlen: Beyoğluspor) gibi.
1946’da -on yıllık bir kesintinin ardından- yeniden toplanan ve Güneysu Vapuru’yla Pire’ye giden Türkiye A millî basketbol takımının kafilesinde de yer alıyordu Yakovos. O gün ilkin şehir karmaları karşı karşıya gelmiş, sonrasında yapılan ve 34-30’luk Türkiye galibiyetiyle sonuçlanan maç ise Türkiye’nin tarihindeki dördüncü resmî maç olarak kayıtlara geçmişti. Spor sahalarında uluslararası temasların oldukça kısıtlı olduğu günlerdi. Dünya savaş sonrası yaralarını sarmaya çalışırken, spor müsabakaları bir süre bekleyebilirdi. 1947’de bu kez Yunanistan A millî basketbol takımı, bir tür iade-i ziyaret çerçevesinde İstanbul’a geldi ve Yakovos’un da formasını giydiği Türkiye’yi 35-25’lik skorla mağlup etti.
1949’da millî basketbolcular Kahire’deki Avrupa Şampiyonası’na katılmak için yeniden toplandıklarında artık yeni bir nesil yetişip bayrağı devralıyordu. Oyuncu-antrenör Samim Göreç’in seçtiği 12 kişilik kadroda Yakovos Bilek kendine yer bulamadı ve ertesi yıl da basketbolu bırakma kararı aldı. Ancak sadece iki yıl sonra, bugüne gelindiğinde Türkiye’nin erkek basketbolundaki ikinci ve son olimpik temsili olma özelliğini koruyan 1952 Helsinki Olimpiyatları’na gitmenin farklı bir yolunu buldu. Bilek, faal basketbolculuk hayatına nokta koyduktan sonra parkelerde bu kez farklı bir üniformayla boy göstermiş ve Türkiye’nin ilk üst düzey beynelmilel hakemlerinden biri olarak, olimpiyatlardaki basketbol maçlarında düdük çalmak üzere Helsinki’ye davet edilmişti. Ardından Kurtuluş ve Beşiktaş’taki başarılı antrenörlük dönemleriyle parkede iz bırakmaya devam etti. 1950’li yılların sonunda etki alanını gazete sayfalarına doğru genişletti, spor basınında düzenli olarak basketbol üzerine kalem oynatan ilk köşe yazarlarından biri oldu.
Yakovos Bilek’in hayatında 1962’deki mektupla açılan Almanya sayfasına geçmeden önce, 1956’daki o meşhur mektuba uğramaktan kaçamayız. Mesela yaşadıklarından sonra dönemin başbakanına yöneltilen şu soruya: “Niçin kendimi mağdur hissederek, kendi memleketime yabancı hissedeyim?”
Manzarasındaki tüm renkleri gri duvar boyalarıyla kapatmayı âdet edinmiş bir ülkeden bunalmış, ait hissettiği toplumdan uzaklaşıp yalnızlaşmış ve zorla bir yabancıya dönüştürülmüş Bilek’in, Höfig’den gelen teklifi kabul etmekte çok da güçlük çekmediğini varsayabiliriz.
II
Alman kültürüyle ülfeti lise sıralarına, Türkiye’de basketbolun “kurucu babalarından” biri olan Turgut Atakol’la tanıştığı Alman Lisesi günlerine dayanan Yakovos Bilek, 1962’de Almanya millî takım antrenörü olarak işbaşı yaptığında ilk olarak görev alanını yeniden tanımlamak mecburiyeti hissetmişti. 1961’de Belgrad’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası, Almanya’nın savaş sonrasında katılma hakkı elde ettiği ilk üst düzey uluslararası turnuvaydı: 18 ülkenin katıldığı şampiyonada ancak 15. sırayı alabildiler. O günlerde önde gelen basketbol kulüpleri USC Heidelberg ve Alemannia Aachen’ın kadroları büyük oranda bu şehirlerdeki üniversite (Universität Heidelberg ve Technische Hochschule Aachen) öğrencilerinden oluşmaktaydı. Almanya’da basketbol henüz liselere giriş yapmamıştı, basketbol topuyla tanışmak için üniversiteyi bekleyen yetenekli gençlerden kurulmuş kadrolarla dünyaya meydan okumak mümkün değildi. Dolayısıyla Bilek, millî takım antrenörü olarak bir fark yaratabileceğinden şüphe duyuyordu. Almanya basınına verdiği röportajlardan birinde, ülke basketboluna dair ilk izlenimlerini şöyle özetlemişti: “Almanya, ne büyük bir spor ülkesi! Ve aynı zamanda basketbolda ne kadar sefil durumda.”
Höfig’i ikna eden Bilek, salonda bekleyen millî takım oyuncularını bırakıp yollara döküldü. Almanya’da basketbol ateşini yakmak için köşe bucak gezmeye, köy köy dolaşıp çocukları basketbol topuyla tanıştırmaya başladı. 1972 Yaz Olimpiyatları’nın ev sahipliği Münih şehrine verildiğinde de Höfig’i daha geniş çaplı bir “basketbol reformu” başlatmaya teşvik etti. Der Spiegel dergisinin 8 Aralık 1964 tarihli sayısında yer verilen konular arasında basketbolun bulunması, başlı başına bir devrim sayılırdı aslında. “Boğaz’dan gelen yardım” (Hilfe vom Bosporus) başlığıyla sunulan makale şu cümlelerle açılıyordu: “Vestfalyalı bir Coca-Cola tüccarı ve Türkiye’den gelen bir misafir işçi, el birliğiyle Almanya’daki basketbolcuları gün ışığına çıkarmayı ve şimdiye kadar mahrum kaldıkları bir şeye kavuşturmayı amaçlıyor: dünya çapında itibar.”
Makalede Höfig’in hayata geçirdiği basketbol reformunun stratejik lideri olarak tanıtılan 47 yaşındaki Bilek’in birinci hedefi, 1972 Münih Olimpiyatları’nda bu yeni basketbol hareketinin mahsulü olacak yeni yüzleri dünya sahnesine çıkarıp en üst seviyede test etmekti. Alman basketbolunun “sıfır yılı” olarak 1968 belirlenmişti: Bilek o yıl A millî takım antrenörlüğünden çekilecek, strateji ekibine sportif sorumlu olarak dâhil edilen Polonya doğumlu, eski hukukçu ve basketbolcu Anton Kartak’la beraber, Münih 1972 perspektifiyle, yeni bir oyuncu havuzu oluşturmak için kolları sıvayacaktı. (Bilek ile Kartak’ın hayat hikâyelerinde birçok ortaklık göze çarpıyor. Bilek de Türkiye’de o dönem yıldızlaşmış birçok basketbolcu gibi saygın bir üniversitede öğrenim görmüş, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştu.) 1968’in ekim ayında açıklanan 50 kişilik oyuncu grubu, basketbol literatürüne Kartak-Liste olarak geçti. 60’lı yıllarda Alman basketboluna damga vuran ama 1972’de 30’lu yaşlarına girmiş olacak Klaus Weinand, Didi Kienast, Klaus Jungnickel gibi bazı şöhretli isimler bu listede yer almıyordu.
Bilek ve Kartak’ın Almanya genelindeki oyuncu taramaları sonucunda seçtiği istikbal vadeden gençler, Napoli’de yapılacak 1969 Avrupa Şampiyonası öncesi biletlerin dağıtıldığı Selanik’teki ön eleme turnuvasında başarısız olunca ülkedeki küçük basketbol kamuoyu tarafından yaylım ateşine tutuldular. Federasyon, Münih 1972 öncesi son bir provaya ihtiyaç duyulduğu düşüncesiyle harekete geçerek, 1971 Avrupa Şampiyonası’nın ev sahipliğini Almanya’ya almayı başarmıştı. Böblingen ve Essen şehirlerindeki turnuvada “devrimin çocuklarına” bir şans daha verildi ve 12 kişilik şampiyona kadrosu –sadece bir istisnayla– 50 kişilik orijinal Kartak-Liste’nin içinden seçildi. Bu kez beklentilerin hayli ötesine geçen ev sahibi ülke, grup maçlarında Fransa’yı farklı mağlup etti ve klasman mücadelesinde İsrail ve bir kez daha Fransa’yı yenerek şampiyonayı dokuzunculukla tamamladı. Türkiye ise 12 takımın katıldığı turnuvada son sırayı alacaktı.
Reform sadece A millî takımda kendini göstermiyordu. 1966 yılında Höfig ve Bilek, dört bölgesel ligi lağvedip Almanya’yı basketbolda ilk kez bir ulusal lige kavuşturdular. Üniversitelerden beslenen eski şampiyonlar, yerlerini Gießen ve Osnabrück gibi yeni güç merkezlerine bıraktı.
Gießen’ın 26 yaşındaki yıldız oyun kurucusu Holger Geschwindner, aynı zamanda Kartak, Bilek ve yeni A millî takım koçu Theodor Schober tarafından oy birliğiyle 1972’deki büyük sınavda takım kaptanlığına layık görülen o özel liderdi. Geschwindner, Almanya millî takım tarihinin ilk koçu Theo Clausen’ın emeklilik sonrası müdürlük yaptığı bir lisede öğrenim görmesi gibi tuhaf bir tesadüf sayesinde, basketbol topuyla ortalama bir Alman gencinden daha erken bir yaşta tanışmıştı. Ve bugün bile Münih’teki olimpik salonu dolduran seyircileri arkalarına alarak yarattıkları o rüzgârı; Filipinler, Polonya ve Senegal karşısındaki tarihî galibiyetleri ve Avustralya’ya son topta mağlup oldukları o klasman maçını unutamıyor.
Holger Geschwindner, namıdiğer “Hotsch”, bugün 78 yaşında ve Bamberg şehrinin dış çeperlerindeki evinde yaşıyor. Onunla basketbol konuşmak isteyen, tanıdığı ya da tanımadığı herkesi kent merkezindeki en sevdiği kafeye davet ediyor. 2019 yılında çalıştığım bir dergi adına kendisine ulaşıp söyleşi teklifimizi ilettiğimde, bir parça geç ama olağanüstü derecede nazik yanıtında gazeteci arkadaşımızla Bamberg’deki bu küçük kafede buluşmaktan memnuniyet duyacağını söylemişti. 2021 yazında, on gün boyunca kendisiyle bire bir antrenman yapmak için ısrarcı olan Fransızların yeni NBA fenomeni Victor Wembanyama’yla tanışmak için de bu kafeyi seçmişti. Henüz 16 yaşındayken keşfedip kanatları altına aldığı, uzun ve görkemli bir NBA kariyeri boyunca bir akıl hocası olarak hep en yakınında olduğu Dirk Nowitzki de bugün işi düştüğünde Hotsch’u nerede bulacağını çok iyi biliyor.
III
Adanmak’ın yayımlanmasından yedi yıl sonra, bir müddet, yine kendimi Yakovos Bilek isminin büyüsüne kapılmış hâlde buldum. Elbette bunun 1962’de –Bilek’in deyişiyle– “büyük bir spor ülkesi ama bir o kadar da sefil bir basketbol ülkesi” olan Almanya’nın, 2023 yazında bir Dünya Kupası şampiyonluğu kutlamasıyla ilgisi vardı. Bilek, Kartak, Geschwindner, Nowitzki gibi isimlerin mirasına sahip çıkan Almanya, böylelikle günden güne büyük bir basketbol ülkesine dönüştü. Kendi yetiştirdiği öncüleri sürgüne mecbur bırakanlar ise sefalete mahkûm görünüyor.
Ancak 2023’te Bilek’i yeniden hatırlamamda, koordinatörlüğünü üstlendiğim Basket İstanbul kitabı için Yakovos Bilek, Avram Barokas, Jak Habib, Rupen Semerciyan gibi ülke sporunun zorla yabancılaştırılmış öncülerinin hayat hikâyesine dalan değerli spor tarihçisi Sevecen Tunç’un katkısını da yadsıyamam. Özellikle de onun çalışmaları sayesinde karşıma çıkan üçüncü mektubun…
1949’da Kahire seyahatine hazırlanan kafiledeki eski takım arkadaşlarına iletilmek üzere, Turgut Atakol’a verdiği mektupta şöyle yazıyor Yakovos Bilek:
Sevgili arkadaşlarım,
Aylarca devam eden müşterek çalışmalardan sonra, beni sevgili vatanımızı temsil etmek için layık görmeyerek sizden ayırdılar! Karar benim için çok acıdır fakat doğru da olduğundan beni yalnız can acısıyla bırakmaktadır. Tercih edilen arkadaşların istikbali gayet cesaret vericidir. Halbuki ben dairemi çizerek, elimden geldiği kadar memleketime bütün kuvvetimi harcadıktan sonra batan bir seyyareyim.
Yalnız kalan arkadaşınız Bilek