“90’lı yıllarda huzur dolu oturma odalarında, bozulmakta olan ahlakın habercisi televizyonlara dönük koltuklar gösteriyordu ki buralar sistemin evlerdeki sınıfları, ‘haberler’ ise sistemin en disiplinli pasif eğitim programları… ‘Peki 20 yıldır ne değişti?’ diye de soruyoruz.”


İzmir’de ve çevre illerde LGBTİ hakları alanında çalışma yapan Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği uzun zamandır ürettikleri görsel çalışmalarla dikkat çekiyor. İzmir Onur Yürüyüşü için hazırladıkları Zeki Müren’in İzmir Fuarı’na gelişinde çekilen fotoğrafla oluşturulmuş İzmirli Lubunyalar pankartından, Baki Koşar Haftası için yapılan kartpostallara, afişlere, videolara kadar birçok iş memleketin LGBTİ görsel kültürü için öncü anlamlar teşkil ediyor. Öğrendim ki bu çalışmaların arkasında kuir sanat üzerine kafa yoran Kara Pembe Karşı Sanat Kolektifi varmış. Şu âna kadar İzmir içinde (aslında daha çok sosyal medyada) işlerini gördüğümüz Kolektif İstanbul’daki Onur Haftası kapsamında yapılmış “Nerdeen Nereye” sergisine Kutsal Olmayan Emanet isimli bir iş göndererek sınırlarının dışına da çıkmış oldu. Kolektiften Yavuz Cingöz ve Ozan Ünlükoç’la konuştuk.

Kara Pembe Karşı Sanat Kolektifi hangi amaçla, ne zaman kuruldu?
Sanatı bir “dönüştürme” aracı olarak kullanmayı hedefleyen bir grup aktivistiz aslında, ayrıca Siyah Pembe Üçgen İzmir’de gönüllüyüz. “Kuir”den yola çıkan “etkinlikler” yapmak, özellikle de kamusal alanda maruz bıraktığımız bir dizi performansla ezber bozmak istiyorduk. Birkaç küçük isimsiz denemeyle kendimizi sınadık. Derken bitimiz kanlandı ve 2013 yılında isimlendik ve cisimlendik.

Kolektifiniz kimlerden oluşuyor?
Kolektife ihtiyaç duyduğumuzda destek atan bir çevreye sahibiz ama temelde bizim dışımızda bir de Cüneyt Cansever ve Metin Akdemir var.

Image

Şu âna kadar nasıl çalışmalar yaptınız?  
Şimdiye kadar Siyah Pembe Üçgen İzmir’in düzenlediği Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası olan, 2015 yılından itibaren Baki Koşar Kültür ve Sanat Festivali’ne dönüşen haftanın yazılı, görsel ve görsel işitsel işlerini yaptık. İlk olarak 2009 yılındaki derneğin kapatılmasına karşı düzenlediğimiz “Sessiz Eylem” performanslarını planladık. İzmir’in farklı yerlerinde dernek aktivistleri olarak sessiz bir şekilde harfleri tutarak sloganları yazdık; dernek kapatılmasına karşı performans düzenledik ve bunun videosunu hazırladık. 2012 yılında “Dil” temasıyla gerçekleşen Baki Koşar Haftası için çalışmalar yapmaya başladık.

Sonrasında “Ana Akıma Kapılmamak” ve “Kontrol” temalı haftalarda çeşitli işler yaptık ve bu haftalar için tanıtımlar, afişler, kartpostallar hazırladık. “Ana Akıma Kapılmamak” haftasında “Ana Nefret Bülteni” adında bir enstalasyon yaptık. Kamusal alan olmasını istediğimiz için bir kafede enstalasyonu gerçekleştirdik. Translara yönelik şiddetin en yoğun olduğu 90’lardan bir oturma odası hazırladık, televizyonda da dönemin transfobik haberlerini arka arkaya gösterdik. Masanın üzerine de, “Türkiye Heteroseksüellerindir” mottolu, aynı şekilde sadece transfobik haberlerden oluşmuş bir “gaste” koyduk.

Ayrıca dernek olarak her yıl Baki Koşar adına LGBTİ alanında çalışma yapmış kişi ya da kurumlara ödül veriyoruz. Ödül heykelciğimizi de ilk üç sene kolektifimizle bağlantılı olan sanatçı arkadaşlarımız hazırladı. Sonrasında Cüneyt Cansever ödül heykelciklerini yapmaya başladı. Ödül heykelciklerinde haftanın kavramına referans veren çalışmaları göz önünde bulunduruyoruz. Ayrıca İsveçli fotoğrafçı Elisabeth Ohlson Wallin’in ve ABD’li fotoğrafçı Danielle Levitt’in hafta kapsamında yaptığımız sergilerinin küratörlüğünü de biz üstlendik.

Baki Koşar Haftası dışında neler yaptınız?
Geçmişle kurulan bağa gey bir müdahalede bulunmak ilgimizi hep çekmiştir, lubunyalık biraz da bu demek belki de, geyleşme (şeyleşmeye ithafen) diye bir kavramla açıklayabiliriz. Scissor Sisters’ın “Comfortably Numb”a yaptığı, basit bir yorumlamadan öteydi aslında. Biz de hem başkalaştırmak ve kuirleştirmek, bu sayede yeni anlamlar üretmek, bir yandan da metinlerarasılıktan yararlanarak anlamlar arasında link kurarak Zeki Müren’li iki çalışma yaptık. Bunlardan biri 1 Mayıs için hazırladığımız, Zeki Müren’in İzmir Fuarı’na gelişinde çekilmiş olan fotoğrafından yola çıkarak tasarlanan pankarttı. Diğeri ise Zeki Müren’in televizyonda söylediği “Kekere Mekere” tekerlemesinden alınan örneklemeyle düzenlenmiş elektronik altyapılı bir müzikle 2014 boyunca Siyah Pembe Üçgen İzmir’in yaptığı etkinliklerden görsellerin sıralanmasıydı.

Kolektifiniz nasıl çalışıyor? Bir iş nasıl üretiliyor? İşbölümü nasıl yapıyorsunuz?
Genellikle Siyah Pembe Üçgen İzmir’in düzenlediği Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası’nda aktive olduğumuz için kolektifin işleri de haftanın temasına uygun oluyor. Elimizdeki imkânlar ya da malzeme son âna kadar gündemimizde olmuyor. Bu hafta yedi yılında, Baki Koşar Kültür ve Sanat Festivali’ne dönüştüğümüz için önceki yıllardan farklı olarak çok daha fazla iş ürettik ve kapsamımızı arttırmış olduk. Öncelikle toplantılar yapıyoruz, birbirini iyi tanıyan kişilerin iletişimi de rahat oluyor, bu nedenle ortak bir dil tutturabiliyoruz. İyi bir fikir bulduğumuzda bu fikri bir konsepte yerleştiriyoruz ve varyasyonlarını ilgili temayla buluşturup geliştiriyoruz. Elimizden geldiğince yaptıklarımızı çok sert eleştirdiğimiz için içimize sinmeyen bir durumun paylaşılması mümkün olmuyor, “olduğu kadar”ı kabul etmiyoruz.

Image
Image

Siyah Pembe Üçgen İzmir’in çalışmalarıyla nasıl ortaklık sağlıyorsunuz?
Siyah Pembe Üçgen İzmir sonuçta cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı özelinde hukuk, eğitim ve sağlık alanında çalışan bir dernek. Derneğin gönüllülerinin önemli bir kısmının GSF öğrencisi olması ya da yönetmenlik, tasarımcılık, müzisyenlik yapması, eylemliliklerimizin sıradanlıktan çıkmasını, yayınlarımızın özenli tasarımlarının olmasını ya da etkinliklerimizin ağırlıklı olarak sanatsal içerikli olmasını sağlıyor. Biz, Cüneyt dışında, Siyah Pembe Üçgen’de aktivist olduğumuz için zaten o ortaklık doğası gereği sağlanıyor.

Bu sene dernek olarak nefret suçlarıyla mücadele haftası yerine kültür ve sanat festivaline dönüştürdünüz. Buna özel olarak nasıl çalışmalar yaptınız?
Yedinci yılın teması olarak belirlenen “çokluk” kavramı, kuirden feyz alınan, kimlik siyasetinde yer bulduğu hâline birkaç müdahaleyle geniş bir perspektiften bakılarak her bireyin biricikliğine, “özel”liğine odaklanan ve bir arada değil beraber yaşamı buradan hareketle tahayyül eden bir yaklaşımı ifade ediyordu. Tekliğe karşı çokluğu, mutlaklığa karşı muğlaklığı, birliğe karşı beraberliği, iç içe geçmiş çeşitlilikleri ve hareket hâlindeliği kucaklamak diyerek özetlediğimiz duruşumuz, yer yer muhafazakârlaşan ve net ayrımları bünyesinde barındıran çok-kültürlülükten bu anlamıyla ayrılırken özgürleştirici bir söylemi de taçlandırıyor.

Temamıza uygun bir imge arayışına giriştiğimizde aklımızda farklı şeyler vardı ve içimize sinmeyen, üzerine üretmekte zorlandığımız bir dönemde hava İzmir için inanılmaz soğuktu. Hattâ kar yağıyordu. Biz de kar tanelerinin altı köşeli olsa da genellikle her birinin farklı olmasının bireye bakışımızı ve çokluğu besleyebilecek özellikte ve doğru bir imge olduğunu düşündük. Hem bu senenin farklı kristal kollarından oluşan “Çokluk” logosunu hem de posterimizi yaparken bunu gözettik. Yılbaşını çağrıştırmasını da lubunyavari bir yapıbozuma uğratmazsak ayıp olur diye düşündüğümüzden Noel Baba yerine bir drag-queen, kızağı çeken geyikler yerine de seksî(!) erkekler koyarak akla gelecek olanı kendi üslubumuzla göze sokalım dedik. Eski kartpostallardan esinlendiğimiz bu çalışmayı simleyerek absürt bir nostalji yaratarak şu bahsettiğim lubunya kültürünü de, yani bir nevi Gullüm’ü de görselleştirmek istedik. Tanıtım videolarımızı çekerken bu sene stop-motion tekniğini kullanarak kolajla hibrit bir estetik yaratmak istedik, müzik olarak da Ligeti’nin “Der Zauberlehring”ine cazımsı bir düzenleme yaptığımız ikinci videomuz dışındaki videolarda Klaus Nomi’nin “Total Eclipse”ini kullandık.

Image

Tema ile görsellik arasında nasıl bağ kuruyorsunuz?
Temayı oluştururken mutlaka cebimizde bu temayla ilişkili birtakım kavramlar oluyor, bu kavramlar da işin iskeletini oluşturuyor. Görsel bütünlük, görüntü, kavram ve üst başlık arasındaki bağı bu şekilde kuruyoruz. Örnek vermek gerekirse, “Ana Nefret Bülteni” işinde medya aygıtlarıyla kurduğumuz iletişimin yönüyle yaygın tahakküm mekanizmalarının aynılaştığı noktaları, Türkiye’deki transfobiyle görmenin mümkün olduğunu düşünüyoruz. 90’lı yıllarda medyada sıklıkla yer alan trans haberleri, masum, temiz ve ahlaklı ailelerle, yok edilmesi gereken pislikleri tanıştırıyordu. Bu cümlede tırnak içine alınacak kelimelerin pek çok kişi için muğlak oluşu da bu savı destekleyebilir. Travesti terörü olarak sunulan her “haber” gerçek dışı bir kurguyla servis ediliyor ve açıkça nefret söyleminde bulunuyordu. Böylece nefret suçlarının sorumlularına bir iktidar mekanizması daha eklenmiş oldu. Huzur dolu oturma odalarında, bozulmakta olan ahlakın habercisi televizyonlara dönük koltuklar gösteriyordu ki buralar sistemin evlerdeki sınıfları, “haberler” ise sistemin en disiplinli pasif eğitim programları… “Peki 20 yıldır ne değişti?” diye de soruyoruz.

Bir diğer haftanın teması olarak seçtiğimiz “Kontrol” sistemin sıralı, düzenli, birbirinin aynısı çiviler gibi bizi sıraya dizmesi düşüncesinden şekillendi. Afiş tamamen ağaç kütüğü üzerine çakılmış kontrol yazısından ibaret. Fakat dikkatli bakıldığında her çivi birbirinden farklı, ağacın üzerine çakılırken farklı şekillerde eğilip bükülmüş ve hepimiz gibi dirençli. Bu organik malzeme gün geçtikçe parçalanıp üzerindeki çivileri de tek tek atıyor.

Türkiye’de LGBTİ hareketinin görsel kültürüne ve üretimlerine dair düşünceleriniz neler? Siz bunun içinde kendinizi nasıl konumlandırırsınız?
Türkiye’de LGBTİ hareketinin seyrini ortak iş yaptığı ya da siyasal yakınlık kurduğu pek çok bileşen etkiledi. Mesela kendine has dili çok da yok olmuyor ama bu yaratıcılık siyaset dilindeki ve eylemlerindeki “lubunyalık”tan da öteye gitmiyor. Velhasıl rengârenk olmak, “cüretkâr” olmak, diğer hareketlerden devşirme sloganlar yeterli olmuyor. Aynılaştığında, yaratıcılığını yitirdiğinde sıradanlaşıyor ve klişeler dışında da hiçbir şey ifade etmiyor. Biz o dili kullanıyoruz, “lubunyalık” da yapıyoruz ama bunu yaparken kuirden, güncel sanattan da besleniyoruz.

Siyah Pembe Üçgen İzmir dışında da çalışma yapacak mısınız?
Evet planlarımız arasında var. Gelişim aşamasında işlerimiz ve projelerimiz mevcut. Eylül ayından itibaren seri çalışma planlarımız ve kolektifin hakkını verecek işlerimizle daha görünür olacağımızı umut ediyoruz. 

Image
  1. Toplumun eşiğinden: Masaru Tatsuki

    “Ben sanırım hep ‘toplum’ ile ilgili şüpheleri olan bir çocuk oldum.”

  2. Uzak diyarlar, başka yaşamlar, unutulan zamanlar: The Lost Tribes of Tierra del Fuego

    Bu fotoğraflanmış tanıklığı bu kadar özel yapan asıl şey, bu insanlar hakkında hiçbir şey bilmiyor oluşumuz.

  3. “Bu kitabı hakikaten polis yazdı”: Geleceğe kalacak bir Gezi direnişi hafızası

    Röp: 13melek, Neyir Özdemir - İllüstrasyon: Vardal Caniş Su

  4. Yeni bir kuir görsel kültüre doğru: Kara Pembe Karşı Sanat Kolektifi

    “90’lı yıllarda huzur dolu oturma odalarında, bozulmakta olan ahlakın habercisi televizyonlara dönük koltuklar gösteriyordu ki buralar sistemin evlerdeki sınıfları, ‘haberler’ ise sistemin en disiplinli pasif eğitim programları... ‘Peki 20 yıldır ne değişti?’ diye de soruyoruz.”

  5. 35 yıllık kariyeri ve tüm ihtişamıyla: Marc Almond

    “O her zaman kalbinde hissettiği şeyi yapmaya çabaladı ve diğerleri tarafından kontrol edilmeyi reddetti.”

  6. Sızlanmak yok, umut var: José González

    “Farklı seviyelerde de olsa, iyimserlik her zaman vardı.”

  7. Pek aşina olmadığı remiks dünyasına dalmadan hemen önce: Eric Copeland

    “Paris’te ve Fas’ta evlerde ve dünyanın çeşitli yerlerinde stüdyolarda kayıtlar yaptım. Ama ben küçük odamı hepsine tercih ederim.”

  8. Tüm duygular bir arada: Membranes’den 26 yıl sonra yeni albüm

    Zülal Kalkandelen, sevgili dostumuz, müzisyen ve müzik yazarı John Robb’la 2010 yılında İstanbul’da ağırladığımız efsanevi grubu Membranes’in yeni ve muazzam albümü şerefine koyu bir muhabbete daldı.

  9. Bir elin de sesi olduğunun kanıtı: Byzantion Records & Shows

    Bağımsız müzik sahnesinin en özel oluşumlarından biri Byzantion Records & Shows’la İstanbul sahnesinden hayal ürünü festivallere, zihin açıcı muhabbet.

  10. Teftiş: Ne dinlesek?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz isimler bu ay Tokyo’dan Nijer’e, sörften avangart elektroniklere kadar uzanıyor: Kikagaku Moyo, La Luz, Culprate, Mdou Moctar.

  11. Belirsiz ama merak uyandırıcı: Ziya Demirel’le Altın Palmiye adayı Salı üzerine

    Geçtiğimiz aylarda Cannes Film Festivali’nde en iyi kısa film ödülü için yarışan dokuz filmden biri olan Salı’nın yönetmeni Ziya Demirel’le Cannes tecrübesi, çelişkili karakterler, tiyatro ve endüstri mühendisliği üzerine akıp giden bir sohbet...

  12. Cannes Film Festivali’nin ardından: Tüm sezon konuşulacak 15 film

    Geçtiğimiz mayıs ayında tüm dünyanın gözünü çevirdiği ve en klişe tabirle sinemanın kalbinin attığı Cannes Film Festivali, her ne kadar son 20 yılın en heyecansız yarışmasına ev sahipliği yapsa da, geriye çok konuşulacak bir avuç film bıraktı.

  13. Yeni sezonda da sancılar içinde: Ergen karakterler

    Büyüme sancısı içindeki ergen yavruların kendini keşif öyküleri, karşılarına örülen engelleri aşıp geçme hikâyelerine özel bir ilgi duyanlar için yeni sinema sezonunda bolca örnek mevcut. Bu örneklerin kahramanlarını çeşitli kategoriler altında inceleyelim…

  14. Evde yedi başına: The Wolfpack

    Doğdukları günden beri Manhattan’daki apartman dairelerinden, babalarının yasağı nedeniyle yalnızca birkaç kez çıkmış olan ve hayatı izledikleri filmler kadarıyla bilen Angulo ailesinin altı erkek ve bir kız kardeşinin tüyler ürperten hikâyesine tanık olmaya hazır mısınız?

  15. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürü Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler