Mart ayında Ah! Kosmos olarak Together We Collide isimli yeni EP’sini yayınlayan Başak Günak, daha önce Şimdi düşünüyorum da senin için yok olmak ne zor olurdu performansında birlikte çalıştığı dansçı ve koreograf Gizem Aksu’yla bahar aylarında da İstanbul ve yurtdışındaki yolcuğunu sürdürecek son işi YU üzerine konuştu. 


Image

Başak: Önceki işlerinden Şimdi düşünüyorum da senin için yok olmak ne zor olurdu‘da iç organlarla ilgili kurulan bağlantı YU’da da deneyimleniyor. İki işine de bakılınca bir bütünlük var. Fakat YU’da bu konsept bambaşka bir yerden dahil oluyor. Şimdi düşünüyorum da… iç organlara değen otobiyografik bir çalışma. YU‘daki kavramsal çerçeveden ve iç organ konseptinden bahsedebilir misin?

Gizem: Şimdi düşünüyorum da… çocukken geçirdiğim bir ameliyat, karın bölgemin açılması ve oradan büyük bir kitleyle yumurtalığımın da alınması üzerinden beden politikasının çeşitli sorunsallarına daldığım bir işti. Bu bağlamda, toplumsal cinsiyet ve cinsellik mevzuları ön plandaydı. 2013-2014’ten 2016’ya gelirken yaşadığım iki yıllık süreçte önemli dönüşümler oldu. Bir dansçı olarak bedenim hareketlerinin yanısıra ruhumun hareketleriyle daha fazla çalışmaya başladım. Bu süreçte ortaya çıkan YU‘da, organlara yaklaşırken üretiğim organik bilgelik konsepti üzerinde düşündüğümde Şimdi düşünüyorum da…’da ele aldığım ikiliklerin, organların kaygan yüzeyinden akıp gittiği düşünüyorum. Sosyo-politik ve kültürel olarak üretilmiş dilsel kategoriler ve referanslar organların yağlı, kaygan yüzeylerinden kayıyorsa kalan ne? Ruhum ve ruhumun hareketleri bu noktada önemli oldu. YU‘nun kavramsal çerçevesini oluşturan organik bilgelik, bilginin bilgeliğe dönüşmesiyle ilgili. İç organların her birinin bambaşka yapı, dinamik ve ritimde olmalarına rağmen durmaksızın ve birlikte, yaşamı seçmelerindeki bilgelik gibi…

Son dönemde bedenin ekolojik ve enerjitik açılımlarıyla daha haşır neşirim, öncesinde bedenin politik ve sosyolojik açılımlarına eğilen işler yapıyordum. İki işe bakıldığında dediğin gibi birbirini bütünleyen ama bir yandan da dönüşümümü gösteren bir farklılık var.

B: İş üretmek bir dönemde birikenleri dönüştürmek gibi hissettiriyor bana. Sanki bir yığın duygu bir alana dolup toplanıyor. Üretim süreci de oradan güzel bir kanal açıp bu duygulanımların dönüşümüne yardımcı oluyor ve belki iyileştirici bir süreç halini alıyor. YU sende nasıl bir dönemi dönüştürdü?

G: Birçok farklı parçanın dönüşerek kompoze olmasıyla çıktı diyebilirim, YU. İşi, üç farklı dönemde üç farklı şehirde çalıştım, Antwerp’te, Zagrep’te ve İstanbul’da. İlk defa böyle parçalı çalıştım ve hepsinin çalışma süreci ve bende bıraktığı etki farklı oldu. İlk rezidansta sakattım, ikinci rezidansta her şey daha yolundaydı, üçüncü rezidansı yapmak içinse 15 Temmuz’un ertesi günü harekete geçtim. Ama çalışma süreçlerinin hepsinde, YU içimdeki sessizliğe ve karanlığa temas etmemi sağladı. Bu, harika bir şey oldu benim için. Çünkü, zihin sessizleştiğinde kaslar gevşemeye başlıyor ve daha derin katmanlar açılıyor; organların sesi gelmeye başlıyor.

B: Karanlık ve sessizliğin getirdiği hafiflik var YU‘da…

G: YU‘da beni en etkileyen kısım, süreçte kendi aydınlıklarıma ve karanlıklarıma çok değdim, ruhuma çok dokundum. Bedenimin farklı katmanlarına temas ettiğim bir iş oldu. Yüzlerce kez zıpladığım, dakikalarca döndüğüm, dakikalarca durağanlığı deneyimlediğim; farklı yansımalarımı bir arada tutan ve bunları bütünselleyen bir iş oldu. Dille aktaramadığım şeyleri imaj üzerinden aktarmayı denedim. Görünenin ardındakine ulaşabilmek, beden algısını görünenden öte bir duyumsama düzeyine taşıyabilmek umuduyla görünenin en ince detaylarına kadar girdim. Bir parmağın baş kadar büyümesi, elin bedene ters eklemlenmesi ya da bir kıl kökünün kristal gibi parlaması gibi; bedeni farklı orantısallıklara ve pozisyonlara çekerek aslında bedenin içine-içine-içine girmeye çalıştım. Hem ruhumun derinlikleriyle hem bedenimin detaylarıyla mikroskobik çalıştım.

B: Kullandığın materyalle –büyüteçli yansıtıcı diyebilir miyiz– nasıl bir çalışma süreci yaşadın?

G: Evet, büyüteçli yansıtıcı denebilir. Fresnel optiğin kâğıt inceliğine getirilmiş hali. Mesafe, hareket ve ışığa çok duyarlı. Tıpkı beden gibi… Sen ona neyi verirsen ver, kendi süzgecinden geçirerek onu alımlıyor ve yansıtıyor. Bu yüzden de çok detay çalışmak gerekiyor. Naif bir materyal, o yüzden bir insanın kalbine nasıl yaklaşmak gerekirse materyalime de öyle yaklaşmak durumunda kaldım. Performansa sinematik özelliği veren de materyalin kendine has naifliği ve sınırsızlığı… Her bir parçayı bir yönetmen gibi kurgulamam ve sonra bütünü bir koreograf olarak kompoze etmem gerekti. 

B: Materyal, beden ve mekânla ilgili algı farklılaşmaları yaşadım işi deneyimlerken. Işıkla bedendeki oranlar başkalaşıyor, karanlık-aydınlık, görünen-görünmeyen değişiyor. Bedende çok yoğun bir algı deneyimi yaşarken aynı zamanda mekân içerisinde de yeni yerler açıyorsun. Hem malzemeyle hem de içinde bulunduğun mekânla oynuyorsun.

G: Benim için eseri çalışma süreci çok öğretici oldu. Mesela, duvarda bir gölge görüyorsunuz; kapkara ve kocaman. Önde bir görüntü görüyorsunuz, bir kıl kökü acayip büyümüş ve biraz aşağıya bakınca da sadece duran iki bacak görüyorsunuz. Levhanın başka bir kısmına bakıyorsunuz; ters dönmüş bir baş… Bunların hepsinin aynı zamansallıkta ve aynı mekânsallıkta olabilmesi beni bilgelik kavramına ulaştırdı. Tüm bu katmanların eforsuzca bir arada olabilmesinden organik bilgelik kavramı çıktı. Ve benim için önemli olan hangisine bakacağını izleyenin seçiyor olması… İster ters dönmüş kola bakabilirsin ister o kıl köküne bakabilirsin; ister duvardaki koskoca kapkara gölgeye bakabilirsin, istersen sadece duran iki bacağa bakabilirsin. Deneyimsel bir izleme pratiği var, neye temas edersen o katman izleme deneyiminin parçası oluyor.

B: Benim için güzel olan bir kısım da hepsini aynı anda kavrayamamak. Bakışı kontrol edememenin yansıması da var sanki… İşte neyin izleyiciye geçtiğinin değişkenliğini kabul etmiş bir bilgelik var diyebilirim. Bize neyin geçtiği tamamen bizim deneyimizle ilgili.

G: İzlendiğinde organlarla direkt bir ilişkisi yokmuş gibi görünen bir işin kavramsal çerçevesini bu nokta oluşturuyor. Her bir izleyicinin oturduğu yerden bakmayı tercih ettiği katmanları, istediği şekilde kompoze ederek deneyimleyebileceği bir performans. Farklı yerlerden bakan iki insan materyalde aynı şeyi görmüyor. Buna ek olarak beden, gölge, levha katmanlarından hangisine bakacağı kendi tercihine kalıyor. Bu nedenle, her bir izleyenin kendisine özgü şekilde deneyimleyebileceği bir performans oluşuyor. Frontal, merkezî izleme algısının yerine sınırsız bir görsellikten seçtiğin, alımlamak istediğin ve aslında ihtiyacın olan şeyi alıyor, alımlıyor ve çıkıyorsun. Kimi bayağı gölgeyi izliyor, çünkü belki onun o büyüklüğü ve siyahlığı görmeye ihtiyacı var. Kimi levhadaki görselliğin dibine gidiyor, nefesini tutarak o görselliği izliyor. İzleyicilerin başlarını başka yönlere bakarken görmek benim için müthiş bir şey.

Image

B: Dansçı olarak yakın geçmişte birlikte çalıştığın koreograflara dair de bir soru sormak isterim. Marc Vanruxt, Aydın Teker, Ann van den Broek, Aakash Odedra gibi hepsi birbirinden farklı metotlarla iş üreten koreograflarla çalıştın. Bu farklılıkları deneyimlemek seni nasıl etkiledi?

G: Marc Vanruxt, Belçika’daki Flemen Dalga’dan eşcinsel olması sebebiyle ayrı bırakılmış bir sanatçı olarak yaşamış uzun yıllar. Buna rağmen üretmiş olması bende saygı uyandırıyor. Onunla da konuştuğumuzda buna punk ruhu diyoruz. Bunun yanısıra salt koreografi yapmasını; hareketi entellektüelize etmeden ya da anlam arayışı olmadan, hareketin kendisini önemsemesini seviyorum.

Ann van den Broek, bambaşka… Marc, Ann’a birçok eserinde dış göz çalışması yapmış ama Ann’ın çizgisi çok farklıdır. Bedenin fizikselliğiyle hareketin matematikselliğini kullanarak anlamlar, bağlamlar ve çerçeveler yaratmayı başarıyor. Hangi hareketi kaç kere, nasıl yapacağın belli ve anlamı oluşturan ana unsurlar bunlar. Dolayısıyla binlerce sayı saymanız gerekiyor.

Aydın Teker’in son dönem işinde çalışmak harika bir deneyimdi. İşin kendisi de sürecin kendisi de dönüşüm teması etrafında geçti. Hem bireysel olarak hem birlikte çok dönüştük. Bedenin fiziksel sınırlarının zorlanmasıyla ya da işgaliyle açığa çıkanları, diğer işlerinden farklı olarak, bu sefer toplumsal bir bağlama taşıdığını düşünüyorum. Hislerin hareketiyle fizikselliğin getirdiği hisler arasında minimal ve vurucu bir iş oldu.

Aakash Odedra önemli bir solo dansçı; koreograf olarak neler yapacağı konusunda meraklıyım. Ben de onun topluluğunun ilk dansçıları arasındayım. Dolayısıyla, fiziksel olarak çok zorluyor; fazlaca deneyip yanılıyoruz. Bir yandan, market tarafından epey destekleniyor. Onun hiper-fiziksel dünyasında çalışırken, bir yandan da kendi isteklerini gerçekleştirmekle marketin istediklerine cevap vermek arasında nasıl bir denge kuracağına tanık olacağım. Birçok katmanda pek çok şey öğrendiğim bir süreç oluyor.

B: YU’nun önümüzdeki gösterimlerini ve yurtdışı yolcuğundan bahseder misin?

İstanbul’da mümkün olduğunca oynamaya devam ediyorum. Moda Sahnesi’nde düzenli olarak performe ediyorum. Baharda eserin üretim sürecinde de destek olan Çıplak Ayaklar Stüdyosu’nda oynama durumu söz konusu. Belçika’yla ilgili güzel bir gelişme oldu. Orada bütçeler ve programlamalar beş senelik yapılıyor ama sisteme aradan girdim. Başta 0090 desteğiyle YU, 2017-2018 sezonu için Belçika’da programlanmaya başladı ve Marc Vanruxt da sanatsal tavsiyeleriyle YU‘nun sürece katılacak.

Image
  1. Seks turizmi ve kupa eşler peşinde: Ekaterina

    Romain Mader’den, kadınların iyi bir eş olmak ve güzel fiziklerini korumak için eğitim aldıkları ve sadece evlenerek terk edebildikleri Дреамтовн isimli bir kasabada geçen, hiciv dozu yüksek kurgu bir öykü...

  2. Regl öncesi sendromu üzerine bir artırılmış gerçeklik sergisi: PMS

    14 Nisan’da sanatçı ve illüstratör Meltem Şahin küratörlüğünde Bant Mag. Havuz’da açılan PMS, Türkiye ve farklı ülkelerden kadın sanatçıların regl öncesi sendromundan yola çıkarak hazırladığı GIF’leri bir “artırılmış gerçeklik” sergisinde bir araya getiriyor.

  3. Gezegenin “öteki” suratları: “İnsan Dışı”

    Barselona’da sanatın çocuk eğitimindeki rolü alanında yaptığı doktora çalışması ve hem yurt içinde hem de dışındaki çeşitli karma sergilerinden sonra 3 Haziran’da Bant Mag. Havuz’da açılacak ilk solo sergisi İnsan Dışı için hazırlanan Heval Tonger Yazıcı ile sohbet ettik.

  4. Air Max Günü şerefine: Paris Running Club & Nike Air Quarters buluşması

    Nike Air Max Günü, İstanbul’da başta Paris Running Club üyeleri olmak üzere birçok yaratıcı ismin yer aldığı ve Bünyamin Aydın’ın küratörlüğünde gerçekleşen etkinlikle kutlandı.

  5. A’dan Z’ye: Can

    Bu ay kuruluşunun 50. yılını kutlayan efsanevi gruba dair A’dan Z’ye bilinmesi gerekenler...

  6. Aklımdakiler: Pentagram

    Türkiye’de metal müzik denince akla gelen ilk grup Pentagram, otuz yıllık yolculuğuna çeşitli şekillerde tanıklık etmiş yazar, müzisyen ve organizatörlerin sorularını yanıtlıyor.

  7. Eski kafalı ve fütürist: Allred & Broderick

    Cappadox’tan hemen önce, Peter Broderick’le Erased Tapes etiketiyle yayınlanan taptaze işbirliği üzerine...

  8. Köklere dönüş: Trans Am

    Trans Am üyesi Phil Manley, yeni albüm California Hotel’in hazırlık aşamalarını anlatıyor.

  9. Onuncu yılında: Record Store Day

    Müzik sektörünün en çok tartışılan kutlamalarından biri olan Record Store Day, bu yıl onuncu kez düzenleniyor.

  10. “Müzik kolay kısmıydı”: ESG albümü “Step-Off” 15 yaşında

    ESG üyesi Renee Scroggins’le on beşinci yılı şerefine yeniden yayınlanacak Step-Off üzerine.

  11. “Kolektif olmayan bir yapı düşünmek insanlığa aykırı”: Tampon

    1 Nisan’da İstanbullu efsanevi punk grubu Tampon’un tarihi değer taşıyan ilk albümü Planet Tampon çok özel duyulan ve çok özel hissedilen bir plak baskısı olarak bizlerle buluşuyorken grupla arayı kapatıyoruz!

  12. “Severim iğneyle kuyu kazmayı!”: Prof Sny Records

    Bizleri Planet Tampon plağına kavuşturan Prof Sny Records bugüne kadar yaptığı tüm yayınlarının detaylarını; neyi, nasıl ve neden yaptığını anlatıyor.

  13. Karşılıklı bir teslimiyet: Anadol

    Anadol’un tahrik edici bir pop içliliğine sahip yeni albümü Hatıralar müptelalarını bekliyor.

  14. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  15. Juliette Binoche ve kafamıza sıkan 10 unutulmaz performansı

    Dünyanın en özel birkaç oyuncusundan biri olan Juliette Binoche, Nisan ayı itibariyle Ghost in the Shell’de karşımıza çıkacak. Kendisinin muazzam kariyerinden on şahane performansa aşk mektubu yazmak için bulduğumuz en iyi bahane, şimdilik bu.

  16. Müdanasız bir oyuncu: Nur Sürer

    Türkiye sinemasının nev-i şahsına münhasır kimliklerinden Nur Sürer’le şöhreti kulaktan kulağa yayılan online dizi Masum’daki harika performansından başlayan sohbetimiz koyulaşarak akıp kendi yolunu buldu. Buyrun, kendisinin hayata baktığı o harika yerde tüm hayranlığımızla beraberce eriyip bitelim.

  17. Ölümsüzlüğü hedeflemeyen bir efsane: Ian McKellen

    “Homofobiyle mücadele sürecinde küçücük bir rol oynayabilmek bile ayrıcalıktır.”

  18. İyisiyle kötüsüyle: Favori animasyonların canlı aksiyon uyarlamaları

    Nisan ayında vizyonda izleyeceğimiz anime uyarlaması Ghost in the Shell’den de hareketle, favori animasyonların canlı aksiyon uyarlamalarını, iyisiyle kötüsüyle masaya yatırmakta karar kıldık.

  19. “Unutmanın sınırı ne olabilir?” sorusunun peşinden: Kaygı

    Ceylan Özgün Özçelik’le Nisan ayında İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma Bölümü’nde Türkiye izleyicisiyle buluşacak ilk filmi Kaygı’yı konuştuk.

  20. Mekân içinde mekân, beden içinde organ: “YU”

    Mart ayında Ah! Kosmos olarak Together We Collide isimli yeni EP’sini yayınlayan Başak Günak, daha önce Şimdi düşünüyorum da senin için yok olmak ne zor olurdu performansında birlikte çalıştığı dansçı ve koreograf Gizem Aksu’yla bahar aylarında da İstanbul ve yurtdışındaki yolcuğunu sürdürecek son işi YU üzerine konuştu.

  21. Yaşamı neden hep “üreyebilme” üzerinden tanımlayalım ki?: Svalbard Küresel Tohum Deposu

    Norveç'e bağlı Svalbard takım adalarında yer alan Küresel Tohum Deposu’nda saha araştırması yapan Sophia Roosth’la, evrimsel biyolojiye, queer kuramına, biyolojide ve siyasette hızlı-yavaş ritim tasavvurlarına ve zamanı derinlemesine düşünen mimari yapılara uzanan, kafa açıcı bir sohbet.

  22. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler