“Avustralya müzik sahnesi fazlasıyla ilgimi çekiyor. Orada yaşayan ve Sub-lation ismini kullanan Jamie Wdziekonski harika bir fotoğrafçı. Merak ettiklerimi ona sorabilirim.”

Ebru Yıldız


Basit, samimi ve provasız: Sub-lation

New York’ta yerleşik Türkiyeli fotoğrafçı Ebru Yıldız, uzun yıllardır çektiği konser fotoğrafları ve müzisyen portreleriyle birçok ilham verici yayında yer aldı. Yakın geçmişte Brooklyn’de kendi stüdyosunu kuran ve farklı fanzin ve kitaplar yayımlayan Yıldız, uzun yıllardır dergi ekibi olarak heyecanla takip ettiğimiz bir sanatçı. Kendisinden konu önerisi alırken dünyanın öbür ucundan bir başka etkileyici fotoğrafçıyla tanıştık: Jamie Wdziekonski. Melbourne’de yaşayan ve konser fotoğraflarının yanı sıra protesto ve eylemlerden çektiği karelere de hayran olduğumuz Jamie’yle çalışmaları ve ülkesinin müzik sahnesine dair soruları da bizzat Ebru Yıldız sordu.

“Eğer yazı yazmayı pek beceremiyorsan, görsel belgeleme tarihi kaydetmek için iyi bir yol. Bunun önemli olup olmadığına gelecek olursak, bence bu belgelenenleri gören kişiye bağlı…”

Fotoğrafçılıkla yolunun nasıl kesiştiğinden başlayalım, müzik mi önce geldi fotoğraf mı?

Müziği ve müzikal şeyler üretmeyi oldum olası sevmişimdir. Lise yıllarım boyunca okulun korosunda ve müzikallerinde görev aldım. Ailem, ben büyürken iyi müzikler dinlemezdi. Şimdi düşününce, The Beatles gibi iyi müzikleri dinleyerek büyüyen çocukları kıskanıyorum. Fotoğrafa başlamam ise 10’lu yaşlarımda oldu. Kendi siyah-beyaz fotoğraflarımızı çekme ve basma imkânımız vardı. Fotoğraf benim için kendimi ifade edebildiğim, iyi olduğum tek şey oldu. Bu nedenle de onunla devam ettim.

Sub-lation adı nereden geldi, bize anlatır mısın biraz?

2013’te moda endüstrisine dahil olmayı ciddi bir şekilde yeniden düşünürken müzik fotoğraflamaya başladım. Japonya seyahatimden dönmüştüm ve web sitem (yedeklenmemiş resimlerle birlikte) yayından kaldırılmış ve çoğu fotoğrafım sonsuza kadar kaybolmuştu. Yeni bir web sitesi adı ararken “sublation” kelimesini buldum. Almanca bir kelime olan “Aufheben” kelimesinin kabaca bir çevirisi. Nedeni, birbiri ile çelişen birçok anlamı bir arada tutması. “Ortadan kaldırmak/korumak” aynı zamanda “aşmak/üstün olmak”. O zaman yaşadıklarıma uygun bir tema gibi görünüyordu ve zamanla üstüme yapıştı.

Birçok protestoyu ve müzik gruplarını fotoğraflıyorsun. Bu iki başlıkla ilgili seni heyecanlandıranlar neler? Neden onları belgelemeye ihtiyaç duyduğunu düşünüyorsun? Sence aralarındaki bağlantı nedir?

Bence aralarındaki asıl bağlantı -özellikle genelde fotoğrafladığım gruplarla ilgili olarak- karşı kültürdür. Kikagaku Moyo, The Black Angles ve King Gizzard gibi gruplar beni kendilerine çekiyordu çünkü onlar, yaptıklarıyla kendilerini gerçekleştiriyordu. Sıfırdan başlayınca daha güçlü bir topluluk anlayışı doğuyor. Bunu, 2013’te üç gruba da onların müziklerini, süreçlerini, turnelerini vs. belgeleyebilir miyim diye yaklaştığımda fark ettim. Herkes çok açık olarak destekçi ve hoşgörülü davrandı. Böyle bir şeyi moda dünyasındayken hiç bu seviyede deneyimlememiştim. Ve bu güçlü topluluk anlayışı eylemlerle de elbette ilişkileniyor, bilirsin. Birlikteyken, ayrı olduğumuzdan daha güçlüyüz. İktidardaki insanlar, hepimizin bir diğerine karşı olduğu, minik güvercin deliklerine ayrılmamızı istiyorlar. Heteroseksüel – eşcinsel, siyah – beyaz, sol – sağ… Ama günün sonunda iktidarı ve varlığı elinde tutan o küçük yüzdedeki insanlara karşı savaşan azınlıklarız. Arkadaşlarım bunun hakkında şarkılar söyledi. Eylemlerde onları fotoğrafladım. Sana karşı olanların fikirlerini değiştirmekle ilgili değil bu; kenarda olan, olaylara uzak duranları dahil edebilmekle ilgili.

Görsel belgelemenin neden önemli olduğunu düşünüyorsun?

Eğer yazı yazmayı pek beceremiyorsan, görsel belgeleme tarihi kaydetmek için iyi bir yol. Bunun önemli olup olmadığına gelecek olursak, bence bu belgelenenleri gören kişiye bağlı. Fakat bana soracak olursan, ben sadece günümüzde en çok öneme sahip olduğunu düşündüğüm eylemlerin ve müzik gruplarının fotoğraflarını çekiyorum.

Belli bir tarzın var. Çoğunlukla siyah-beyaz fotoğraflar çekmeyi tercih ediyorsun ve çekimlerinin neredeyse hepsi flaşlı. Renkli çekimlerdense siyah-beyaza yönelmenin sebebini düşündüğün oluyor mu hiç? Neden flaş tercih ediyorsun sence? Bunlar bilinçli seçimler mi? Başladığından beri böyle fotoğraflar mı çekiyorsun yoksa zamanla mı bu şekilde gelişti? Görsel ifadene nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsun?

Kesinlikle bilinçli bir seçim olduğunu söyleyebilirim. Hatırladığım kadarıyla özellikle King Gizzard’ın bazı fotoğraflarını gördüğümde flaşlı çekimin uygulamak istediğim bir stil olduğunu fark etmiştim. Bir yandan da flaş kullanılamayan zamanlar da oluyor, ama o tür durumlarda da çekim yapabilmek için bir yöntem buldum, daha sonra fotoğraflarımı düzenleyerek yine de canlı görünen sonuçlar elde edebiliyorum.

Ayrıca, bir konserde flaşlı çekim yapacak bir fotoğrafçının da kendini dizginleyebilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben o konuda dikkatliyim, asla abartmak istemem. Hani bazı fotoğrafçılar vardır ya, çakar lamba gibi çalışırlar? Oturup doğru ânı beklersen, grubu ve seyircileri rahatsız etmeden de harika bir fotoğraf çekebilirsin aslında.

2013’ten bu yana tarzımı kesinlikle geliştirdim. Şimdi çektiğim fotoğrafların o zamankilerden daha iyi olduğunu düşünüyorum. Tarzımın şu an bulunduğu noktadan memnunum.

Peki çekim sürecin ve fotoğrafçılığa yaklaşımın hakkında ne söylemek istersin? 2013’ten bu yana fotoğraf çekiyorsun, o zamandan beri değişen bir şey oldu mu?

2013’ten beri müzik fotoğrafçılığı yapıyorum ama öncesinde birkaç yıl moda çekimleri yaptım. Fotoğraflarım büyük oranda siyah-beyazdı, portfolyomun değişmezi bu. Kendimi profesyonel bir fotoğrafçı olarak görmüyorum. Bir stüdyoyu doğru düzgün nasıl ışıklandıracağımı bilmem mesela, ekipmanla ilgili de pek fikrim yok.

Vizöre bakıp önümde bulunan şekilleri kadrajdakiyle eşleştiriyorum, yaklaşımım bu. Çekimlerimin hazırlık aşaması çok kısa ve sanırım böylesini daha çok seviyorum. İşin basit, samimi ve provasız olması hoşuma gidiyor.

Fotoğraflarını çoğunlukla fanzinler şeklinde yayımlamaya başladın… Seni buna iten neydi? Çekim yaptığın sırada fanzin fikri aklında mıydı yoksa fotoğrafları çektikten sonra “Bundan iyi fanzin olur” diye mi düşündün? Fanzinleri oluştururken nasıl bir süreç izliyorsun; örneğin önce fotoğrafları seçip sonra sayfa düzenine ve kapağa ne koyacağına mı karar veriyorsun? Sence iyi bir kapak nasıl olur?

Evet, fanzinlerle başladım. Flightless: Retrospect fanzini vardı, sonra Murlocs: Retrospect ve Sniff/Bort. Bu sonuncu, Amyl and The Sniffers ve Surfbort grupları Los Angeles’ta beraber çaldıklarında çıkmıştı. Güzeldi ama çok basit şeylerdi. Sayfa sayısı en fazla 48 oluyordu, baskı kalitesi de çok iyi değildi. Yine de fotoğraflarımı ilk kez bir fanzinde görmek eğlenceliydi.

Sonradan fotoğraflarımı derleyip bir kitap olarak çıkarma fikriyle ilgilenmeye başladım. Baskı ücretini karşılayabilmek için düzenli olarak çalıştığım işimde uzun mesailer yapmam gerekti. 2016’da King Gizzard ve grubun plak şirketi Flightless Records’ın düzenlediği bir festivalin fotoğraflarından derlediğim Gizzfest Diary ile başladım, sonra 2017 ve 2018’de ikincisi ve üçüncüsünü de çıkardım. Baskı için bin dolardan fazla bir parayı gözden çıkarmak insanı korkutuyor ama birinin kitabını alması hoş bir his. O kitaplar fanzinlere kıyasla daha sağlam işlerdi, hepsinin sayfa sayısı 130 ile 150 arasında ve hepsi ciltli. İçlerinde renkli sayfalar da var.

Çekimler sırasında aklımda kitap yoktu. Baskı fikri bütün fotoğrafları çektikten sonra geldi. Fotoğrafları bir araya getirmek çok hoşuma giden bir iş. Mesela bazen iki farklı fotoğraf ya da sayfa birbirine uyuyor, tek bir fotoğrafmış gibi görünüyor, bayılıyorum. 2016’daki Gizzfest’te Tim Presley ve Zak Olsen’i çekmiştim, şimdi o aklıma geldi, bir sayfada Zak, Tim’e bakıyor, Tim de objektifime bakıyor. Bir başka sayfadaysa Zak objektifime bakıyor, bu sefer Tim, Zak’e bakıyor. O iki fotoğrafı bir araya getirdiğimde çok acayip bir görüntü oldu.

En son Anti-Fade Records kurucusu Billy Gardner’ın düzenlediği Jerkfest festivalinin 2018’deki dördüncü ve 2019’daki beşinci ayağının fotoğraflarını derlediğim çift kapaklı bir kitap çıkardım. Arka kapak yok, onun yerine iki ön kapak var. Hangi yılın fotoğraflarına bakmak istiyorsan kitabın o tarafını açıyorsun. Şimdiye kadarki en büyük işim buydu, sayfa sayısı 300’ün üzerinde.

Bir de kitap üzerinde çalışıyorsun. Ona nasıl yaklaştığından bahsetmek ister misin? Çıkardığın fanzinlerden ne kadar farklı?

Tüm fotoğrafları tarih sırasına göre derlemek en zor iş, henüz ona başlayamadım. Kitap kafamda, kitabın adı kafamda. İş oraya geldiğinde kapak tasarımı için beraber çalışmak istediğim, çok sevdiğim bir tasarımcı da var.

2013’ten 2020’ye tüm işlerimin derlemesi olacak. Bir de ilk defa bir yayıneviyle çalışacağım, yani başkası basıp yayımlayacak, bu da heyecan verici. Söyleyecek başka şey var mı bilmiyorum, henüz planlama aşamasının başlarındayız.

Seni motive eden, fotoğraf çekmeye devam ettiren şey nedir?

Bu benim içimde. Bir konsere ya da gösteriye fotoğraf makinem olmadan gitsem kendimi çok tuhaf hissederdim, garipserdim. Fotoğraf çekmek benim hayatımın amacı. Becerebildiğim başka pek bir şey de yok zaten.

Fotoğraflarının nesneleri ile ilgili konuşacak olursak, ilgi alanlarının çok çeşitli olduğu ortada fakat belli müzisyenlerle ve müzik gruplarıyla daha çok ilişkilendiriliyorsun. O ilişkiler nasıl başladı ve nasıl devam ediyorlar?

Çekim yaptığım çoğu grupla organik yollardan tanıştık ve ilişkilerimiz de doğal gelişti. King Gizzard ya da Kikagaku Moyo’yla ilk bağlantı kurduğum zamanı düşünüyorum, hepimiz yeni başlıyor sayılırdık, hepimizin portfolyoları sınırlıydı. Bence bu biraz şans, biraz da iyi zamanlamaydı.

Ondi Timoner’in Dig! belgeselini izledim ve o da bana bir müzik grubunu uzun süre takip etmeye başlamak konusunda ilham verdi. Amyl and The Sniffers da aynı şekilde, onların fotoğraflarını ilk kez 2017’de The Murlocs’ın ön grubu olarak çıktıklarında çekmiştim. Bazen bir grubu izliyorsun ve büyülü bir şey olduğunu anlıyorsun. Nesnelerinle iş ilişkisinden öte bir şey inşa edebilirsen hiç tanımadığın insanların ilk kez fotoğrafını çekiyormuşsun gibi olmuyor, çok daha fazlasını yakalayabiliyorsun.

Avustralya’daki müzik camiasından bahset. Son 10 yılda Avustralya’dan çok fazla müzik grubu/müzisyen çıktı, sanırım tarih boyunca olandan çok. Sence bu doğru bir gözlem mi? Eğer öyleyse, Avustralya’da kültürel ya da siyasi olarak ne gibi bir değişikliğin bu durumu tetiklemiş olabileceğini düşünüyorsun? Farklı camialar birbirini destekliyor mu?

Bu corona virüsü saçmalığından önce müzik camiası inanılmaz başarılıydı. Özellikle Melbourne’de çok sayıda iyi grup var, hangi birini seçeceğimizi bilemiyoruz. Tarih boyunca olandan çok mu bilemem ama buradaki durum çok hoşuma gidiyor. Hep dünyanın başka bir yerinde yaşamak istediğimi düşünmüştüm ama yuvam Melbourne’e dönmeyi çok seviyorum.

Umarım sosyal mesafelenme adına koyulan kurallar ve kısıtlamalar buradaki düzeni mahvetmez. Hepsini olmasa da çoğu canlı müzik çalınan mekân ve barı bu yüzden kaybedebiliriz. Korkunç bir olasılık bu.

Akla Eddy Current Suppression Ring, King Gizzard and The Lizard Wizard, Amyl veThe Sniffers, Tropical Fuck Storm gibi isimler zaten geliyor. Takip etmemizi önereceğin başka bir grup var mı?

O kadar çok var ki çoğunu söylemeyi unuturum diye endişeleniyorum. Birkaç tane söyleyeyim!

Leah Senior Band ve Girlatones: Gerçekten Jesse ve Leah, Avustralya’nın hak ettiği değeri en az gören iki şarkı yazarı. Jesse yakın zamanda Horn If You’re Honky isminde bir Girlatones albümü çıkardı, albümde Leah da çalıyor. Leah’nın yeni bir albümü çıkacak, bence tam bir şaheser! Jesse de bu albümde çaldı.

Bananagun: İlk albümleri Avustralya’da Anti-Fade’den, yılın sonlarına doğru da Avrupa’da Fulltime Hobby Records’tan çıkacak. Cidden harika bir albüm!

Traffic Island’dan Zak de en sevdiğim şarkı yazarlarındandır.

Bir de eski ama eskimeyenlerden: Howard Eynon’ın 1974 yılında çıkan So What If I’m Standing In Apricot Jam’ı da harikadır. O da yakın zamanda 1974’ten beri ilk kez yeni müziklerini yayınlacak, çok heyecan verici!

Tam zamanlı bir serbest çalışan olmak üzeresin. Bu konuda nasıl hissediyorsun?

Eh, çok sevinmiştim. Bütün bu karantina/seyahat yasağı/konser iptalleri olmadan bir iki hafta önce işimi kaybettim. Önümdeki 3 ayın maddî planlamasını yapmıştım ama şimdi hepsi boka sardı. Yine de heyecanlıyım. 7 yıldır çalıştığım düzenli işimi bırakıp sadece fotoğrafçılığım ile rahatça geçinebileceğim bir noktaya gelmiş olmak iyi hissettiriyor. O noktadaydım. Şimdi neredeyim bilmiyorum. İşsizim ve fotoğraf işi de çıkmıyor. Ama umutluyum.

  1. Bant Mag. 15. Yıl Özel Sayısı #2

    İlk sayısını 2004 Eylül’ünde yayımladığımız Bant, çoğumuz (siz, biz, çoğumuz) için bir hayli dönüştürücü olduğu aşikâr 15 yılı geride bıraktı. Muhakkak

  2. Ebru Yıldız sordu: Avustralyalı müzik fotoğrafçısı Jamie Wdziekonski cevapladı

    Ebru Yıldız sayesinde tanıştığımız, Melbourne’de yaşayan ve konser fotoğraflarının yanı sıra protesto ve eylemlerden çektiği karelere de hayran olduğumuz Jamie Wdziekonski'ye çalışmaları ve ülkesinin müzik sahnesine dair soruları da bizzat Ebru Yıldız sordu.

  3. Asad Faulwell seçti: Jaime Muñoz ile kimlik ve hatıra üzerine bir röportaj

    “Şu anda da sanat dünyası bize kendimizi ifade etmemiz için bir platform verdiğinden dolayı oldukça özgün bir pozisyonu tutmaktayız. Tek umudum bu platformun yalnızca geçici bir evre değil, sanat dünyasında beyaz olmayan sesler için sürdürülebilir bir alan olması.”

  4. John Stanier (Battles, Helmet) seçti: New Yorklu sanatçı Guy Richards Smit ile röportaj

    New York’ta yaşayan ressam, video ve performans sanatçısı Guy Richards Smit’in memonto mori sembolizmi ile çağdaş konuları bir araya getirdiği, kafatası imgesini merkeze alan A Mountain of Skulls adlı monografisi geçtiğimiz sonbahar yayımlandı. Smit’in daha önce farklı sergilerde izleyiciyle bir araya getirdiği ve uzun yıllar üzerine çalıştığı, her biri farklı bir kişiliğe sahip kafatasları, sanatçının Çekya’da bulunan Sedlec Kemik Kilisesi’ne yaptığı ziyaret esnasında hissettiği yoğun duygulanım sonucu hayat bulmuş.

  5. Aklımdakiler: Murat Meriç ve “Hayat Dudaklarda Mey” kitabı

    Murat Meriç'in nesiller ilerledikçe unutulma riskiyle karşı karşıya olan pek çok ismi, şarkıyı ve öykülerini söze dökerek değerli bir kültürel arkeolojiyi de ortaya koyan "Hayat Dudaklarda Mey" kitabı, yayınlanmasının ardından geçen birkaç ay içerisinde şimdiden uzun ömürlü bir yayın olacağının ve zamanla pek çok kişisel kütüphanede hak ettiği yeri alacağının sinyallerini veriyor. Bu vesileyle Aklımdakiler serisine hayatında mutlaka Murat Meriç’le bir çilingir sofrasına oturmuş eş, dost ve ahbabından gelen sorularla devam ediyoruz.

  6. Casper Clausen (Efterklang) seçti: 15 yılın ardından “Crossing The Bridge”e bir bakış

    Fatih Akın’ın yönettiği, ikonik endüstriyel rock grubu Einstürzende Neubauten basçısı Alex Hacke’nin anlatıcısı olduğu "Crossing The Bridge: The Sound of İstanbul" belgeseli, çekildiği 2004 yılında İstanbul’daki müzik sahnesine dair kapsamlı bir anlatı sunuyor. Dönemin ruhunu ve filmin neler ifade ettiğini bir kez daha hatırlamak adına belgeselde karşımıza çıkan müzisyenlerden Murat Ertel, Gökçe Akçelik ve Ayben’den hislerini ve düşüncelerini bizlerle paylaşmalarını istedik; geride kalan 15 yıla müzik yazarları Barış Akpolat, Sinem Vural ve uzun yıllardır sektörde çalışan Işıl Kılkış’la beraber baktık.

  7. Moon Duo seçti: Elektronik müziğin kadın kahramanları dosyası

    Elektronik müzik genelde ‘erkeklere özel gizli bir kulüp’ gibi görülse de ortaya çıktığı tarihten bu yana kadınların icat ettiği müzik aletleri, yazılımlar ve tekniklerle şekil alarak günümüze geldi...

  8. Mabbas (Zorlu PSM) sordu: Elektronik müzik kimin içindir?

    Türkiye’de elektronik müzik adına büyük çaplı birçok festivalin ardında duran ve bir yandan da teknoya yoğunlaşan DJ setleriyle uzun yıllardır bu festivallerin merak uyandıran isimlerinden biri olan Mabbas, 15. yıl özel sayımız için konu önerisi almak üzerine kapısını çaldığımızda sade görünen ama cevaplaması bir hayli zor olan bir soruyla karşıladı bizi: “Elektronik müzik yalnızlar için midir yoksa kalabalıkların müziği midir?” Yerli sahneden bazı DJ, prodüktör ve müzisyenlerden bu soruya yanıtlar aldık.

  9. Can Bonomo yazdı: The Shins

    Bant’ın 15 yıllık tarihi boyunca James Mercer liderliğindeki Amerikalı grup The Shins’in adımlarını takipteydik. Rock sound’unu ön plana taşıyan son albümü Ruhum Bela’yı Nisan 2019’da paylaşan Can Bonomo özel sayımızda The Shins’e dair bir içerik hazırlamamızı önerince biz de ondan gruba dair kendi hikâyesini bizimle paylaşmasını rica ettik.

  10. Steve Gullick seçti, Gaye Su Akyol yazdı: Karen Dalton

    Nirvana’dan Björk’e, Jeff Buckley’den The Cure’a, bilhassa 90’lar müziklerine ait sayısız büyülü karenin arkasındaki isim olan fotoğrafçı Steve Gullick’in Karen Dalton sevgisini müzikal devrimini hız kesmeden sürdüren Gaye Su Akyol da paylaşmakta... Gaye Su Akyol bizle Karen Dalton’ın hikâyesini, onunla nasıl tanıştığını ve kendisinde nasıl hisler uyandırdığını paylaştı.

  11. Kalben seçti: Kadın ozanları bir araya getiren bir çizgi hikâye

    Kalben'in moleküller birbirinden hızla uzaklaşır ve evren kararırken tek istediği, onu çağıran sesleri bulmaktı...

  12. Murat Ertel başlattı: Kolektif çizilmiş bir resimli roman

    Murat Ertel'in başlattığı ve çizgileriyle farklı isimlerin devamını getirdiği bir resimli roman...

  13. Marissa Nadler seçti: Müzik ve sanatta kıyamet yansımaları

    Birçoğumuzun aklını kurcalayan bir konu: ekolojik ve toplumsal faktörlerle peşi sıra ortaya çıkan krizler ışığında sanatsal ifadelerin ne yönde değişiklik gösteriyor? Konuya Gökçen Kaynatan'ın 1958-1978 tarihlerinde yaptığı apokaliptik resim çalışmalarından girdik ve kıyameti işleyen, bugüne ait 10 albümlük seçkimize bağlandık.

  14. Meriç Öner (SALT) seçti: Büyükşehirde dondurmanın hâli

    Araştırmacı yazar Gökhan Akçura bizi, SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Meriç Öner'in sözleriyle “80'lerde pastaneden, 90'larda ambalajlı olarak bakkaldan, 2000'lerde her köşedeki Maraş'tan yenen, son on yılda dükkânlarca İtalyanlığa terfi eden" dondurmanın İstanbul’daki tarihinde bir gezintiye çıkardı.

  15. Barış Bıçakçı seçti: Şair Didem Gülçin Erdem ile röportaj

    Didem Gülçin Erdem ile son kitabı "Boşluklara Doğru İlerleyelim"i, kelimelerle arasında kurduğu ilişkinin katmanlarını, “genç şair” olarak anılmakla ilgili hissiyatını ve ilhamlarını kurcaladık.

  16. Pelin Esmer seçti: Amerikalı düşünür Emerson üzerine bir yazı

    Evet, Nietzsche'nin benimsediği, hatta “Kendimi Emerson'a o denli yakın buluyorum ki onu övmekten çekiniyorum, çünkü kendimi övmüş gibi olmaktan korkuyorum” sözleriyle hayranlığını ifade ettiği Emerson'dan bahsediyoruz...

  17. Jonathan LeVine seçti: Dünyanın dört bir yanından tuhaf yol kenarı atraksiyonları

    Tuhaf otoban kenarı atraksiyonları, sanat, kitsch ve ticaretin buluştuğu, yolcuları ıssız yerlerde durmaya ve ceplerinden biraz para çıkartmaya cezbeden turistik noktalar... 1920’li yıllardan bu yana dünyanın her yerinde türemeye, uzaklardan yolcu çekmeye devam etseler de bir kısmı da yol kenarında çürümeye terk edilmiş durumda.

  18. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler