“Yakın” deneyimler açısından büyük bir boşluk yaratan 2020 boyunca bu açığı doldurmaya en hevesli yaklaşan mecralardan biri, internet radyoları oldu. DJ’ler, programcılar ve dinleyicilerin etkileşimini yalnızca müzik üzerinden tanımlayıp sınırlamamak da lazım; hem kişisel hem ortak ruh hâllerinin, dayanışmaların türlü yansımaları farklı düzlem ve şekillerde bu platformlara düşmekte. Tabii yine de çok parlak bir tablo çizmek için henüz erken.
Konumuz; bir kısmı geride kalan bir yıl içerisinde hayata geçen (İstanbul’da merkezlenen) internet radyoları. Dosyada yer alan beş radyodan dördü (Noh Radio, Root Radio, Radyo Modyan, Year Zero), 2021’nin ilk haftalarında Ortak Kanal başlığıyla, bir arada oluşturdukları bir hareket planını hayata geçirdi. Çeşitli motivasyon ve taleplerin buluştuğu, tartışmaların başladığı, an itibariyle zeminini şekillendirmekte olan bir habitat söz konusu. Oops! Radio ise DJ Style-ist’in yakın dönemde hayata geçirdiği projesi.
Sorulara gelen yanıtlarla çeşitlenen yaklaşımlar ve bakış açıları üzerinden yeni sorulara açılırken; düşünülesi çok fazla nüans, çizilesi çok fazla rota olduğu da unutulmamalı.
Noh Radio yanıtlıyor
“Noh Stüdyo adı altında yeni bir oluşuma başlıyoruz. Noh Stüdyo daha çok canlı performans ve sanat etkinlikliklerine yoğunlaşacağımız bir proje olacak.”
Radyo’nun da mekânı olan Noh Radio Pub’ın pandemi nedeniyle kapalı olduğunu biliyoruz. Radyo yayınıyla etkinlik mekânının birlikte çalışan hâline (DJ’i setinin başında görmeye alışkın olduğunuzu düşünerek) son bir yılda oluşan şartların müzik üreticileri ve yayıncılar için nasıl evrildiğini gözlemlediniz ve deneyimlediniz? Noh Radio ve Noh Radio Pub için geçen bir yılın özeti nasıl olurdu?
Noh Pub, müzik üreticileri ve dinleyicilerine hem hizmet hem de masraflarını kendi çıkarabilmesi için radyonun içine konumlandırılmış bir bar. “Bu düzende nasıl var olabiliyorsunuz” derseniz tabii ki birçok işletme gibi zorluklar biz de pandemide yaşadık ama Noh’un hem kıyafet mağazası hem de mimarlık bölümü de olduğu için kendini finanse edip ayakta kalabildi.
Noh Radio YouTube hesabı üzerinden pandeminin başından beri hem geçmişten hem de yeni kayıtlardan, dinleyip izleyebileceğimiz birçok performans paylaştınız. Müzik üretiminin performatif olma hâliyle, sizlerin normal şartlarda bir etkinlik mekânı kullanıyor olmanızı; Noh Radio’nun pandemi koşullarında da varlığını sadece işitsel değil aynı zamanda performansa da dayandırdığı bir plandan sürdürdüğü şeklinde yorumlayabilir miyiz? Bu, yayınları yaparken dikkate aldığınız bir durum muydu?
Noh Radio olarak pandemi boyunca mümkün olduğu kadar müzisyenlerin evlerinden bize canlı bağlanabilmesini sağladık ve pandeminin ilk zamanlarında lokal müzisyenlerle birlikte live from bedroom projesini başlattık, çok sayıda müzik üreticisine ulaştık. Bağımsız radyolardan oluşan, belki de dünyada bir ilk olan dört radyo ile birliktelik kurarak Ortak Kanal’ı kurduk. Noh Radio; Gezi olayları, bombalar ve bir yılı aşkın süren yol çalısmasıyla sürekli yayınlarını zor şartlar altında yapmaya alışmış bir radyo olduğundan pandeminin şu an yaşattığı zorluklarla da olabildiğince sesini duyurmaya devam etmektedir.
Ufukta yeni bir projeniz var mı?
Noh Stüdyo adı altında yeni bir oluşuma başlıyoruz. Noh Stüdyo daha çok canlı performans ve sanat etkinlikliklerine yoğunlaşacağımız bir proje olacak. Dünyanın ve Türkiye’nin nabzını tutan yenilikçi sanatçılara yer vermek istediğimiz yeni bir alan yaratıyoruz, radyoda olduğu gibi oradan da çeşitli streamler yapmaya devam edeceğiz.
Root Radio yanıtlıyor
“Kurduğumuz platform en nihayetinde, yalnızca bir araç; iletişim aracı. Bugün radyo olur, yarın başka bir şey; bugün biz oluruz, yarın başkaları; yeter ki ses büyüsün, çoğalsın, yayılsın.”
Root, yayın hayatını üç dille devam ettirirken; pandemi döneminin getirdiklerini, bir yıldır evde olmayı ve belki de artık evrilen radyo kültürünü, kuruluş motivasyonuna dahil ettiği global krizlerle nasıl ilişkilendiriyor?
Merve Öngen: Kurulduğumuz dönemle şu an arasında pek değişen bir şey olmadığı için, motivasyonumuzda da çok büyük farklılıklar olduğunu söyleyemeyiz, sanıyorum. Pandemiden önce ve global krizlerden ötede de alanlarımızın gitgide azaldığı gerçeğini ne zamandır konuşuyorduk. Bizi harekete geçiren bir ihtiyaç olduğunu düşünmemiz, bir ucundan tutma isteğimizdi; pandemi yalnızca daha hızlı davranmamızı sağladı. Pandemi öncesinde de sanatçılara, oluşumlara, söylemek istediklerini söyleyemeyenlere nasıl bir nebze vesile olabiliriz, alan açabiliriz, düşünüyorduk, pandemi sonrasında da düşünmeye devam edeceğiz. Varlığını binbir zorlukla sürdürebilen, üretim ve ilgiye kıyasla zaten sayısı çok az olan mekânların ne kadarı yaşamını sürdürebilecek, sürdürmek için nelere ihtiyaçları olacak, bu durumdan sanatçılar nasıl etkilenecek, biz bu konularda neler yapabiliriz; elimizden geldiğince kafa yormaya devam edeceğiz. Global ve yerel krizler, insanları kendini ifade etmeye ve üretmeye daha çok iterken, alanların tam tersine azalıyor olması başlı başına, kocaman, sürekliliği olan ve üzerinde bıkmadan, usanmadan düşünmemiz gereken bir sorun bence. Bu bağlamda radyo kültürü evrildi mi, bilemiyorum. Belki “radyo kültürü” evrilmemiştir de evde kalmakla kıymetini anımsamışızdır, ihtiyacını hissetmişizdir. Root, pandemiden önce Ahmed’in farklı mekânlarda, farklı coğrafyalardan sanatçıları buluşturduğu, disiplinlerarası bir etkinlik serisiydi; pandemi radyoyu getirdi. Sonrası neyi getirir, nasıl ihtiyaçlar doğar, bizler nasıl destek olabiliriz, yaşaya yaşaya, hep birlikte deneyimlemeye devam edeceğiz.
Ümit Üret: Yayın hayatını üç dilde sürdürmesiyle sorunun devamı arasında bir ilişki kuramadım açıkçası. Pandeminin “getirdiği” şey (evde) sıkışıp kalmak sanırım. Bu sıkışıklık arasında, bizim gibi sıkışık olan insanlarla bir tür etkileşime girebildiğimiz fiziki olmayan bir alan kuruldu. Pandeminin göz ardı edilemez bir rolü varsa da “Root Radio, yalnızca mekân ve kulüplerin kapandığı değil, aynı zamanda göçmenlerin Pazarkule’ye itildiği, Ortadoğu merkezli radyoların peşi sıra açıldığı, alanlarımızın pandemi öncesinde de hızla daralması nedeniyle hepimizin yerel ve global bir dayanışmaya ihtiyaç duyduğu bir dönemde kuruldu.” Global kriz diyoruz evet ama bundan önce bir kriz yok muydu? Evet sorduğun sorular pandemi koşulları ile alakalı, ancak bundan öncesi güllük gülistanlıkmış gibi bir izlenimle ve sanıyla bir yere varamayız. Kapana sıkışmışlığımız global krizden evvel de vardı ama dışarıda olabiliyorduk sadece, “özgürce”. Radyoyu değersizleştirmek istemiyorum ancak günden güne kuruluş amacımızı yerine getirip getiremediğimizi sorguluyor buluyorum kendimi. Her neyse ona güvenimi ve inancımı kaybettiğim noktaya gelebiliyorum, kendi hayatımda da benzer kayıplar var. Root, bir şekilde ayakta kalmama yardımcı oluyor sadece. Radyo mu evirildi yoksa biz mi evirildik emin olamıyorum.
Sanat üretimlerinin bağlamlarından kopuk değerlendirilemeyeceği gibi; DJ ve yayıncıların özgürce kendilerini ifade edebildikleri yayınlarının da; çatısı altında olduğu radyolardan ayrı değerlendirilemeyeceğini düşünüyorum. Bu çerçevede yayın akışınızı ve yayıncılarınızı, bir radyo olarak kimliğinizle birlikte nasıl yorumlarsınız?
Merve Öngen: Bir radyo kimliğimiz var mı? Emin değilim. Varsa bile biz değil programcılarımız oluşturmuştur herhâlde. Şöyle bir kimliğimiz olsun, hiç demedik. Ekip olarak bu konuya eğilmedik. Keşke bu soru dinleyicilere sorulsa; ne düşünülüyor, böyle bir kimlik yansıyor mu, ben de merak ettim. Soruya daha kaydadeğer bir cevap verme çabasında düşününce, ne olalım değil, belki de ne olmayalım diye epey düşündüğümüzü fark ediyorum. Bazıları herhâlde çok temel şeyler; hiçbir ayrımcılığa göz yummuyoruz. Bunun dışında kendini ya da var olanı tekerrür eden bir platform olmak istemedik; çeşitlilik, az duyulan sesleri iletmek, üzerine eğilemediğimiz konuları konuşmak, üzerine koymak, öğrenmek bizim için çok önemli. Tekdüze yayın akışı, sesler, tartışmalardan da, programcılarımızdan bir şey istemek veya yönlendirmekten de imtina ediyoruz. Nitekim kendi programı içerisinde dahi aynı konuyu birkaç yayında, farklı açılardan masaya yatıran, sürekli sorgulayan, dinleyicilerle chatbox aracılığıyla iletişimde olan, buna göre yayınını şekillendiren, hatta birbirlerini dinleyip, programlar arası konuk alan yayıncılarımız var. Belli bir fikri olan, o fikri tükettiğini düşündüğünde programına ara verip istediği zaman başka fikirlerle tekrar gelenler de var. Bu bana programcılarımızın da sürekli sorguladığını, üretimlerinin devinim içerisinde olduğunu, radyonun veya ürettiklerinin tanımından ziyade yolculuğun kendisine, dinleyicilere ve paylaşmaya önem verdiklerini düşündürüyor.
Ümit Üret: Sanat üretimlerinin bağlamlarından kopuk değerlendirilemeyeceğini düşünmüyorum, başka bir bakış/duyuş/algılama biçimi sağlayabiliyor bu kopukluk –her ne kadar sorunlu olduğu iddia edilebilirse de. Bu kopukluk “şimdi kopartıyorum bağlamından” diye olmuyor tabii ki. Üreten ile tüketen arasında çok bir tür yol var ve tüketen kaybolabiliyor o yolda ya da üretilen şeye giderken kendi yolunu seçebiliyor ve “yeniden üretiyor”. Üretim motivasyonundan, niyetinden haberdar olmayabilir onu tüketen. Yani o kadar da donuk ve kontrol edilebilir bir şey değil sanat üretimi dediğimiz şey. Radyo da buna benziyor. Burası kendince geniş bir mecra ve bu genişlikteki bir mecranın yekpare bir kimliğinden bahsedemeyiz ve belki de gücü tam olarak bu; sıkıştırılamayan, akışkan ve yeni gelenlerle tekrar kurulabilir kimliklere sahip. Elbette bazı dayanaklarımız var ya da zaten radyoda program yapmak isteyen insanlar da bilerek geliyor ama “kimliği bu” diyebileceğimizi düşünmüyorum.
Dayanışma, kolektif üretimle büyümeyi ve daha fazla üretmeyi hedeflerken oluşturduğunuz ve büyütmeye devam ettiğiniz ağın potansiyellerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu birliktelik ve kurulan bağlar, varlığını internetten sürdürmeye devam eden bağımsız radyolara dair nasıl yeni perspektifler sağlıyor?
Merve Öngen: Aslında ağın kendisinin potansiyelinden ziyade, doğrudan ağı oluşturanlardan bahsediyor oluyoruz, değil mi? Zira o potansiyeli radyo olarak biz değil, programcılar üretiyor ve oluşturuyor. Kurduğumuz platform en nihayetinde, yalnızca bir araç; iletişim aracı. Bugün radyo olur, yarın başka bir şey; bugün biz oluruz, yarın başkaları; yeter ki ses büyüsün, çoğalsın, yayılsın. Ağ büyüdükçe dayanışma zaten büyüyor. Burada yalnızca Root’un ağından bahsetmiyorum elbette; yerel ve global bir etkileşimden bahsediyorum. Seneler önce sevgili Serkan Alkan (buradan kendisine sevgilerimi gönderiyorum), Radiofil’de bir program yapar mıyım diye sorduğunda, bir gün programda çaldığım sanatçılarla aynı radyolarda çalabileceğım, hele ki o sanatçıların kurduğumuz yerel bir radyoya, dünyanın her yerinden destek vereceği aklımın ucundan geçmezdi. İşte bu gibi küçük hikâyelerde hayat bulanlar, belki birleşirsek o alanı biraz daha genişletiriz diye umut edenler, geçmişte kalanlar, yeni gelecekler, kısaca üretimin ve hareketin bir parçası olan herkes, o ağı büyütmeye, bağları güçlendirmeye devam ediyor. Sanıyorum hepimiz için en önemli şey de bu, büyüyerek devam etmek. Tam da yeri gelmişken -belki kaçıranlar olmuştur-, yeni doğan bir ortak projeden bahsetmek isterim: Modyan’daki arkadaşlarımızın fikri ve önayak olmasıyla, geçen ay dört yerel radyo (Radyo Modyan, Noh Radio, Year Zero Radio, Root Radio) birleşerek, Ortak Kanal adı altında periyodik yayınlar yapmaya başladık; bence kolektif üretimle varlığını sürdürmek adına çok değerli bir oluşum: Instagram ve YouTube sayfaları burada.
Ümit Üret: İnternetten yayın yapmak, bundan önceki alternatif/bağımsız/muhalif radyo frekanslarının bir başka türü denebilir. Yani döneminin alternatifini sunan ve bir tür “başkaldırı” potansiyelini de barındıran. Ama bu böyle olmak zorunda değil. Sadece zaman öldürmek için dinleyen birileri de var bu radyoyu ve herkes hakkında konuşabilmek güçleşiyor. Yani evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Bazen söylediğimiz şeylerle gerçeklik arasında bir uçurum olabiliyor, söylemi yaratmak kolay. Şimdi baskının bu kadar arttığı ve mekanizmaların sadece kurumlarla değil, insanlarla da şekillendiği bu zamanlarda bir bildiri okuyabilecek yegâne yeriniz radyo kalabiliyor derim. Dayanışmak derken sadece radyoyu yapmak değil, dinleyicinin de bundan bir tür yarar sağlaması olarak düşünmek gerekiyor, yani failliğin tanımı değişiyor da derim. Üretim de ha keza aynı şekilde, dinleyici de bir tür üretici konumu alabiliyor da derim. Üretmek illa bir mixtape ya da fikir üretip bunu radyoda yayımlamak değil demeye getiriyorum da derim. Dinlerken rahatlayan ve bir “duygu üreten” dinleyici, ya da yapmaya teşvik olan dinleyici, ya da varsa fikirsel olarak kendini “özgür” hisseden dinleyici demek de mümkün. Yani radyoyu yapan kadro, radyoda program yapan kadro ve dinleyici “kadrosu” olarak üç katmandan söz açabiliriz. Ama söylediklerim bu soruya cevap verirken düşündüklerim, belki hiç böyle bir şey yoktur. Bu söylenenleri yani olasılıkları daha kapsamlı bir şekilde araştırmak gerekiyor. Bunun için de daha geniş alan araştırmalarına ihtiyaç var. Ben sadece bir kısmı hakkında konuşabilirim.
Radyo Modyan yanıtlıyor
“Sesini duyuramayanın bir şekilde sesi olmak.”
El altında erişimi kolay platformlarda birbirine benzeyen, tektipleşen listelere karşı radyolar çok daha geniş bir yelpazade keşif imkânı sunuyor. Özellikle ne dinleyeceğimizi bilemediğimiz, bulamadığımız bu zamanlarda radyolar potansiyellerini en iyi şekilde değerlendiriyor. Beş yılı aşkın süredir devam ettirdiğiniz yayın hayatınızda, radyo dinleyicisin beklentilerinde, yayıncı ve DJ’lerin üretimlerinde nasıl değişimler gözlemlediniz?
“Bu” zamanlardan kastınız pandemi ise, “bu” zamanın müzik içeriğimizin çeşitliliği açısından çok farklı bir etkisi olmadığını düşünüyoruz; çünkü devam eden programlar kendi yayın anlayışları, müzik spektrumları çerçevesinde yayınlarını yapmaya devam ettiler ki bu konuda programcılarımız ve DJ’lerimiz istediklerini yapmakta özgürler. Bizim anlayışımıza göre bu özgürlük internet radyosunun hem özünde olan hem de yarattığı şey. İçerik olarak gerek söz gerekse müzikal açıdan pandemi konusunun göz önünde bulundurulduğu programlar yapıldı, bu durum çok doğal olarak mevzu bahis edildi, “apokalips” listeleri hazırlandı. Bu listeler sorunuzdaki şekilde tektipleşen listelere “doğrudan” bir karşı tepki olarak değil; radyonun doğal akışında gerçekleşti. Sonuç olarak hepimiz yaşadığımız toplumun içinde olduğu şartlardan ve durumlardan etkileniyoruz; bazı programcıların içeriklerini ya da DJ’lerin setlerini hazırlarken belli başlı günlük olaylardan ve durumlardan etkilenerek yayınlarını yapması da kaçınılmaz oluyor bu noktada.
Onun dışında değindiğiniz “bu” zamanlar daha genel olan duruma atıf yapıyorsa; evet bu listeler -ilk başta öyle olmasalar da- bugün şirket ve şirketlerin pazarlama stratejileri çerçevesinde, bu şirketlerin iş birliğinde olduğu platformlarla koordine bir şekilde hazırlanıyor ve işliyor. Bu durum bu gibi platformlar ortaya çıkmadan önce de böyle yürüyordu; ilaç firmalarının “besledikleri” doktorlar gibi büyük plak şirketleri de radyo programcılarını besliyorlardı. Bu “sektör”leşme her yerde gözlenebilecek bir şey. Metin Kurt diyor ya “futbol borsada değil arsada güzeldir”; müzik de borsada değil, bağımsız, özgür platformlarda güzeldir ve “özgür bir radyo” olan Radyo Modyan’da da bunu gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu doğrultuda da gerek Modyan’ı gerekse aynı çizgideki diğer radyoları dinleyenler de zaten bundan dolayı dinliyorlar. En nihayetinde bu programları/setleri hazırlayanlar ne yemek istiyorlarsa ya da ne yiyorlarsa dinleyenlerine de onu sunuyorlar. Katkı maddesiz, “renklendirici” maddeler olmadan.
Podcast kültürü süreklilik göstererek gelişmeye devam ettikçe, radyonun da farklı bir yere çekilmeye başlayabileceğini düşünüyorum. Bir dönem Podcast yayınını radyodan ayrı bir yerde, Soundcloud’da devam ettiren bir ekip olarak, bugünün koşullarında bu iki dinamiğin beraber ya da birbirinden ayrı çalışmasına dair nasıl fikirleriniz var?
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki çoğu insan şu meseleyi karıştırıyor; podcast ile müzikli söz yayını, müzik yayını arasında fark vardır. Podcast sadece söz içeriğinin olduğu ya da ön planda olduğu, önceden kaydedilip bir platforma koyulan programdır. Modyan’da da böyle içerikler oldu ve olmaya devam ediyor. Modyan çatısı altında olan çoğu insanı birleştiren temel şey müzik; yani söz, müziğe eklenen bir şey. Fakat yine belirtmek isteriz; Modyan’da başlayan ve bugün çok daha farklı boyutlara ulaşan podcast tipi programlar da oldu. Modyan’ın özelliği ise bu programları canlı yayından verebilmesi. Sanıyoruz ki Modyan’ın alametifarikası da bu canlı yayın meselesidir; çünkü bir dönem canlı yayınların 45-50 saate vardığı yayın dönemlerimiz oldu. Bu, kendini alternatif radyo, alternatif müziklerin çalındığı radyo olarak “pazarlayan” sektör radyolarının bile yapmadığı, yapamadığı bir şey. Sonuç olarak podcast kaydedilir ve bir platforma koyulur. Canlı yayın yapmanın halet-i ruhiyesi hem yayıncı hem de dinleyici için çok daha farklı bir deneyimdir. Modyan konvansiyonel bir radyo olmasa da ilkesel açıdan konvansiyonel radyo prensiplerine uygun bir yayın anlayışına sahip. Yapılan bazı yayınlar önceden kaydedilmiş programlar olsalar da akış içerisine gireceği bilinciyle yapılıyor. Ha, sonra biz bu programların (ister canlı olsun ister önceden kaydedilmiş, ister sözel ister müzikal olsun) kaydını Soundcloud gibi mecralara koyuyoruz. Bizim için canlı yayınların ya da akış mantığındaki yayınların yanı sıra periyodiklik de önemli bir konu. Aylık yayın yapan birkaç programcımız haricinde yayınlarımızın büyük bir çoğunluğu haftalık veya iki haftalık olarak gerçekleşiyor. Belki de “despot” olduğumuz yegâne konu bu.
Pandemi döneminin henüz başlarında yayın akışınıza dâhil etmek için dinleyici ve müzik üreticilerinden çalışmalar beklediğiniz açık çağrınız, bize kendimizi özgürce ifade edebileceğimiz, hâlâ bize kalmış alanlar olabileceğini hatırlatmıştı. İnternet radyolarının, özgür yayın ve üretimlerin paylaşılması için çok potansiyelli bir araç olmasına; topluma, kültüre ve sanata, birlikte olmaya ve üretmeye dair, Radyo Modyan takipçilerine neler söylemek ister?
Bu konuyu ilk sorunuzda verdiğimiz cevaba yönlendirmek isteriz ve bu meseleyi de şöyle bir notla açmak isteriz: “özgür radyo” denen olgu Fransa’da, Türkçe’de aynı anlama gelen,“radio libre” olgusuna göndermedir. Görsel-işitsel medyaların “kamu yayıncılığı” anlayışında, (özellikle Avrupa ülkelerinde) devlet tekelinde olduğu ve bundan dolayı da ifade özgürlüğünün devlet çıkarları ya da devletin öngördüğü kamu yararı vs. gibi belirlediği çerçevelerde ifade özgürlüğü olduğu (ki buna da özgürlük denir mi?) bir çağda bu fenomen patlak veriyor. Bizim tarihimizde de denmiş ya “matbuat (biz bunu günümüze uyarlayarak basın diyelim) kanun dairesinde serbesttir”, bu durumun hâlen devam ettiği 70’ler ve 80’lerde buna tepki olarak ortaya çıkmış bir şey özgür radyo. Fransa’da halkın artık bezdiği, liberal-muhafazakarların dominant olduğu ve doğal olarak basını da domine ettiği bir dönemde sosyalist aday Mitterand’ı destekleyen tek medya bu özgür radyolardı ve Mitterand propagandasını bu radyolar aracılığıyla yapabilmiş, sesini seçmenine duyurarak seçimi kazanmış bir başkandır. Burada Mitterand’ı ya da savunucusu olduğu siyasi görüşü desteklemekten bahsetmiyoruz; ama özgür radyo fenomeni budur. Sesini duyuramayanın bir şekilde sesi olmak. Bugün de benzer bir durum söz konusu; ister şirket ve özel kurumlar mantığının dışında bir müzik ve kültür anlayışı olsun, ister yönetimimizin otoriter mantığının dışında bir siyasi anlayış olsun; Modyan’da gerçekleştirmeye çalıştığımız bu özgür ortamı yaratabilmek.
Bir internet radyosu bir yayın aracı olarak ana akım şekillendirmelere ve sansüre en uzak şekilde konumlanabiliyor. En azından şimdilik. Öyle olduğu için de amatörlük, deneysellik ve ifade özgürlüğü için alan açabiliyor. Bu da fikir, ifade ve üretimin devinebilmesini, farklı ve yeni olanın kendine yer bulabilmesini sağlıyor. Toplum, kültür ve sanata dair çıkmazlarda olduğumuz bu dönemde var olmak, ifade etmek, üretmek, denemek ve birlikte kalmak gibi pratiklerin sağaltıcılığından mahrum olmamamızı sağlıyor. Birçoğumuz için radyonun, sistemin içerisindeki sıkışmışlığımıza dair bir nefes alanı olduğunu gözlemliyoruz. Bağımsız internet radyosu bir yerde özgürlüğümüzü pratik ettiğimiz yer ve sanırım geri kalan her şey için en çok ihtiyacımız olan şey de bu.
Açık Çağrı da bunun bir aracı; hatta araçtan öte neticesidir. Bizim açık çağrıyı yapmaktaki amacımız var olma ve üretme şekillerimizin dönüştüğü pandemi sürecinde bir internet radyosunun imkânlarını kullanarak ve tecrübe ederek var olma, iş üretme ve birlikte olmaya dair alan açmaktı. Bu arada merak edenler Radyo Modyan’ın Soundcloud hesabından gelen işlere erişebilirler.
Sonuç olarak biz bu açtığımız alanlarla (çok klişe olacak ama) sesi duyulmayan müziklerin, müziğini veya sesini duyuramayan DJ’lerin/programcıların radyosu olma ilkesini ve anlayışını benimsedik. Bu doğrultuda da herkese açığız. Onun için kapımız herkese, her azınlıkta olan, madun olan görüş ve düşünceye “açık”.
Oops! Radio yanıtlıyor
“Senelerin birikimini bu şekilde sonlardırmak istedim, artık gittiği yere kadar devam tabii.”
Oops! Radio, kesintisiz keyif müziği sunmaya başlayalı sekiz ay oldu. Radyoyu kurma kararını nasıl aldınız, kuruluşunuzun arkasında nasıl motivasyonlar vardı?
DJ Style-ist: İlk önce beni bu işe teşvik eden, buralara kadar getiren Açık Radyo ailesine çok teşekkür ederim. Her tür müziği tanımama ve bilgi sahibi olmama çok büyük katkısı oldu. Benim için müzik okulu gibiydi. Birbirinden değerli müzik âşığı değerli insanla tanışıp müzikle ilgili harika bilgiler öğrendim.
Sonra sırasıyla FG, Radio Oxigen, Dinamo FM, Lounge FM ve Radyo Babylon’da senelerce program yaptım. Bir gün oturup düşündüm, madem bu kadar çok seviyorum neden bir radyom olmasın diye. Açılışından 2 sene önce kafayı takıp gece gündüz çalışmaya başladım. Bazı zamanlar yapamayacağımı düşünsem de pes etmek istemedim. Tek başına gerçekten çok zor bir iş.
Başladığım işi bitirmek istedim; şekillendikçe daha da keyif almaya başladım. Tamamen amatör bir ruhla; kendi sevdiğim, dinlediğim müzikleri çalan bir radyo olmasını istedim. Bu gerçekten egosal bir durum değil; yanlış anlaşılmasın. Sadece müzik zevkime güvenerek biraz da dinleneceğini düşünerek açmaktı niyetim. Bir de senelerin birikimini bu şekilde sonlardırmak istedim, artık gittiği yere kadar devam tabii.
Tek başına yirmi dört saat kesintisiz müzik yayını yapmak epey özverili çalışmalar gerektiriyor olsa gerek. Oops!’un arkasında kimler var, neler oluyor, biraz anlatır mısınız?
Gerçekten öyle, tek başına çok zor bir iş dediğim gibi. En başta bu kadar zahmetli olacağını tahmin etmiyordum tabii. Haftada bir saatlik program yapmaya hiç benzemiyor. Tek bir tarz çalmayacaksa o zaman işiniz çok daha zor; ben de zoru seçtim. DJ’liğimde de her tür müzik çalabilen biri olduğum için, madem öyle bildiğim ilgilendiğim her tür müzik türüne yer vereyim, dedim.
Müzik kısmında her gün sabahtan gecenin bir vaktine kadar, ne kadar yeni-eski çalabileceğim plaklar varsa tek tek dinleyip, bulup, editleyip, temizleyip; adını ve sanatçısını doğru yazıp arşivledim kuşaklar arasında. İşlemi gerçekten çok zaman alan bir iş. Özellikle tek başınaysanız. Bir de en son tabii bunları, çalacak radyo yayın programına atıp kodlamanız gerekiyor. Tek bir parça bile iki dakikadan fazla tutuyor. İlk açtığımda 6 bin parça vardı. Şimdi 10 bin parça oldu. Ne kadar çok parça olursa, o kadar az sıra geliyor aynı parçaya ve radyoyu daha dinlenir yapıyor bu durum.
Teknik kısmında Radyo Babylon’dan da arkadaşım Berke Yavuz sağolsun çok yardımcı oluyor, sabırla. Kullandığım yayın programını çok iyi kullandığı için teknik desteği o veriyor. Benim gibi müzik insanı için gerçekten çok komplike bir şey. Tabii mecburen öğrendim bir kısmını. Jinglelar için yine çok sevdiğim DJ arkadaşım Cihan Discolog (özellikle Türkçe editleri ve çılgın DJ’liği ile tanırsınız) ile düşündüğüm fikirleri kullanacağım malzemeleri toparlayıp şekillendirdik beraber.
Ayrıca radyonun sesi Yağız Kahraman. Kendisini de Power FM ve şu an Virgin Radio’daki Kafana Göre ve Shazam Stars programlarından tanırsınız. Bi de sevgili dostum, oyuncu Yiğit Özşener’in sesini kullanacağım yakın bir zamanda, henüz yayına sokmadım.
İnternet sitemin kontrolü ve tüm işleri Murat Özden; player ve yayın konusu da Sercan Günver isimli arkadaşlarımda. Sayfa ve sosyal medya tasarım konularında Simge Ergüler ve Ömer Faruk Pesen sağolsunlar, destek veriyorlar. Şimdi yeni bir tasarımcı arakadaşım da ekibe katıldı, Orkun Yüce ismi. Bundan sonra tüm sosyal medya ve kurumsal işleri o yapacak.
Chartlarınızdan da anlaşılacağı üzere; new wave jazz’dan hip hop’a, chill wave’den afrohouse’a geniş bir janr havuzundan seçmelerle dolu. Gün içinde programlar arası koordinasyonu nasıl sağlıyorsunuz?
Aslında DJ radyosu olmadığı için, gün içinde bir devir söz konusu değil. Zaten dediğim gibi tüm müzikleri seçip, editleyip, yayına saatlerine ben atıyorum. Onun haricinde cuma, cumartesi ve pazar günleri birer saatlik konuk DJ’lerin çaldığı farklı üç program var. Her hafta değişiyor onlar. Setlerini gönderiyorlar; ben editleyip yüklüyorum yayın için sadece. Ama tabii ileride gelip çalabilecekleri daha aktif bir stüdyo kurma hayalim var.
Mesela sevgili dostum, hepimizin tanıdığı müthiş müzik insanı Barış K geçmiş dönemden tüm miks kayıtlarını verdi. Ona özel Timeless diye bir program yapıyorum. Gerçekten inanların, yeni jenerasyonun ve yeni ilgili DJ’lerin Barış’ın eski setlerini dinlemeleri çok önemli bir şey.
Yani yeni bir radyo olduğu için ben de görüp anlamaya çalışıyorum. Pandemiden dolayı, evet, birçok insan evde. Ulaşabildiğim kadar kişiye ulaşmaya çalışıyorum. Profesyonel bir çalışma olmasa da birçok iyi müzik dinleyicisnin dikkatini çekti ve dinlenme sayısı günden güne artıyor. Çalan parçaların çoğunun daha önce hiçbir radyoda çalınmamış müzikler olduğunu düşünüyorum. Oops! Radio’nun açıkçası en önemli özelliği bu. O yüzden de insanlar sıkılmadan keyifle farklı janrlardan iyi seçilmiş müzikleri keyifle dinliyor, diye düşünüyorum. Böyle bi zamanda radyodan müzik dinleyen, seven kişiler için iyi bir durum yarattığını da düşünüyorum. Gelen mesajlarda müzikler ve akışla ilgili güzel yorumlar var.
Önemli olan da bu zaten. Doğru yolda olduğumu düşünüyorum. Tabii çizgiyi ve kaliteyi her zaman yükseltme peşindeyim; yorucu ama bir o kadar da zevkli bi iş.
Oops! Radio’nun konuk programcılarla kurduğu ilişkiden biraz bahsedebilir misiniz? Yola yenice çıkmış olsa da bugüne kadarki geri dönüşler ve önümüzdeki sürece dair neler söyleyebilirsiniz?
Dediğim gibi tüm müzikleri seçip, editleyip, yayına saatlerine ben atıyorum. Onun haricinde cuma, cumartesi ve pazar günleri birer saatlik konuk DJ’lerin çaldığı farklı üç program var. Her hafta değişiyor onlar. Setlerini gönderiyorlar; ben editleyip yüklüyorum yayın için sadece. Ama tabii ileride gelip çalabilecekleri daha aktif bir stüdyo kurma hayalim var.
Mesela sevgili dostum, hepimizin tanıdığı müthiş müzik insanı Barış K geçmiş dönemden tüm miks kayıtlarını verdi. Ona özel Timeless diye bir program yapıyorum. Gerçekten insanların, yeni jenerasyonun ve yeni ilgili DJ’lerin Barış’ın eski setlerini dinlemeleri çok önemli bir şey.
Yani yeni bir radyo olduğu için ben de görüp anlamaya çalışıyorum. Ulaşabildiğim kadar kişiye ulaşmaya çalışıyorum. Profesyonel bir çalışma olmasa da birçok iyi müzik dinleyicisinin dikkatini çekti ve dinlenme sayısı günden güne artıyor. Çalan parçaların çoğunun daha önce hiçbir radyoda çalınmamış müzikler olduğunu düşünüyorum. Oops! Radio’nun açıkçası en önemli özelliği bu. O yüzden de insanlar sıkılmadan keyifle farklı janrlardan iyi seçilmiş müzikleri keyifle dinliyor, diye düşünüyorum. Böyle bir zamanda radyodan müzik dinleyen, seven kişiler için iyi bir durum yarattığını da düşünüyorum. Gelen mesajlarda müzikler ve akışla ilgili güzel yorumlar var.
Önemli olan da bu zaten. Doğru yolda olduğumu düşünüyorum. Tabii çizgiyi ve kaliteyi her zaman yükseltme peşindeyim; yorucu ama bir o kadar da zevkli bir iş.
Year Zero Radio yanıtlıyor
“Umuyoruz ki kapılar açıldığı zaman önemli ilişkiler kurulmuş, ve müzik seçicileriyle prodüktörler paslanmamış olacak.”
Year Zero Radio temellerini, aslında varlığını 2009’da başlatmış bir sanat, kültür, müzik, paylaşım ortamı It’s İstanbul’a dayandırıyor diye biliyorum. İsimler, logolar değişti; Year Zero dergi 2018’de satışa, Year Zero Radio geçtiğimiz mayısta yayın hayatına başladı. Geçen bu süreçte ülkedeki kültür sanat yayın ortamlarında sizce neler değişti, neler evrildi ve gelecekte neler olabilir?
Barış Birensel: Year Zero Radio’nun temelleri başta 2009 yılında kurulan Zero İstanbul dergisine, sonrasında bazılarını birkaç sayı çıkartabildiğimiz, bazılarını ülkedeki ekonomik ve politik dengesizlikler yüzünden hiç yayımlayamadığımız Dokuz, O Dergi, Jungle gibi farklı kültür/sanat yayınlarına dayanıyor. Uzun yıllar ücretsiz yayın çıkartmış bir ekip olarak Türkiye’de politika ve mizah dışında dergi satmanın ne kadar zor olduğunu yakından biliyoruz. Bunun üzerine ekonominin giderek kötüye gitmesi, yayıncılığın temeli olan haber alma özgürlüğünün kısıtlanması ve kültür-sanata gelmeden önce ülkenin çok daha hayati olan sorunlarının birikmesi durumu daha da zorlaştırıyor tabii.
Year Zero’nun son sayısında radikal bir karar alarak dergiyi uluslararası yapmaya karar verdik ve dünyanın farklı yerlerinden sanatçılar, editörler, yazarlar ve fotoğrafçılarla çalışarak içeriği de bu doğrultuda hazırladık. Burdaki temel motivasyonumuz Year Zero’daki çıkış noktamız olan devamlı değişen istikrarsız bir coğrafyada yaşayan, üreten ve sürekli olarak kendini yeniden başlatan bir sisteme ayak uydurmak zorunda kalan neslin hissiyatının pandemi sebebiyle artık her yerde olmasıydı.
Dünyada genel olarak bağımsız dergiciliğe giderek artan büyük bir ilgi var. İstanbul’a odaklanan önceki sayılarımızda ağırlıklı yurt dışından sipariş alarak bunun sinyallerini almaya başlamıştık. Türkiye henüz bu ekosisteme dâhil olmuş durumda değil. Mesela dünyada yayımlanan bağımsız dergileri bulabileceğiniz bir mekân yok henüz. Bu sisteme dâhil olmadan, bölgesel düşünerek hareket etmek artık sadece Türkiye değil hiçbir ülke için verimli değil.
Ece Özel: Bu süreçte benim gördüğüm olumlu olarak değişen şey insanların ürettiklerini daha hızlı sunmaları oldu. Kaybedecek vaktimiz kalmadı sanırım. Bu bence bireysel olarak güzel bir şey. İnsanlar kendi kendine yaptıkları işlerin önemini anlıyorlar diye düşünüyorum. İşlerini bu şekilde yapan insanlar bir arada olduğu zaman işlerin daha kılçıksız ilerleyeceğine dair bir inancım var.
Yeni neslin kendini ifade etme, eğlenme, düşünme şekillerine eşlikçi olma motivasyonunuz; olağanüstü bir dönemde yayın hayatına başlamış sizlere, yeni nesle erişmeye yönelik nasıl imkanları sağlıyor, biraz bahseder misiniz?
Barış Birensel: Pandemi sonrasında hepimiz komşu olduk ve özellikle kültür sanat üretimi ve yayınlarında birlikte hareket etmek çok önemli. Bölgesel olaylar ve kararlar hiç olmadığı kadar bütün dünyayı etkiliyor ve iletişim şu andaki en büyük gücümüz. Mesela son sayımızda internette tanıştığımız Berlinli bir editörle çalıştık. Katılımcıların bir kısmı arkadaşımız ama hiç tanımadan Instagram’dan yazışarak dergiye dâhil ettiğimiz birçok isim oldu. Özellikle yeni nesil bu konuda çok daha açık. Bu da yayıncı olarak işimizi kolaylaştırıyor.
Ece Özel: Benim için erişmekten ziyade tanışmak oluyor. Belki programı yapmıyor olsaydım bu kişilerle bu dönemde tanışamayabilirdim.
Tam da dijital müzik ortamlarının yeni anlamlar kazandığı bir dönemde yayın hayatına başlamanızın, platformun kuruluşu ve yayın akışının düzenlenmesi gibi faktörlere nasıl etkileri oldu?
Online radyolar bu noktada doğuştan bir adım öndeler. Dijital ortamda yaşadıkları için her an her yerden ulaşılabilir durumdalar. Dünyanın farklı yerlerinden müzisyenler, prodüktörler, DJ’ler farklı radyolarda düzenli yayın yaparak ya da misafir olarak katılarak bu ekosistemin oluşmasına katkıda bulunuyorlar. İstanbul’da da Year Zero Radio ve Root Radio bu noktada önemli bir boşluğu doldurmaya başladı. Hem bu coğrafyada yaşayan müzik üreticilerini dünyayla buluşturuyorlar, hem de yurt dışından farklı üreticilere ev sahipliği yapıyorlar. Umuyoruz ki kapılar açıldığı zaman önemli ilişkiler kurulmuş, ve müzik seçicileriyle prodüktörler paslanmamış olacak.