Piyanist Büşra Kayıkçı ilk albümü Eskizler’i üç yıl önce paylaştığından bu yana, ilgi çekici iş birlikleri, teklileri ve övgüler topladığı canlı performanslarıyla farklı ufukları keşfe çıkmayı alışkanlık edinmişe benziyor. Kendisi köklü plak şirketi Deutsche Grammophon kataloğuna adını yazdıran ilk Türkiyeli müzisyen oldu. “Bring The Light” adlı bestesi mayısta dinlemeye açıldı ve plak şirketinin 2021 sonunda tamamı yayımlanacak Project XII isimli toplama albümünde yerini alacak.
Büşra Kayıkçı için çalışma metotlarına, dinleme alışkanlıklarına, bale tutkusuna, mimarlık geçmişine ve yeni albüm hazırlıklarına dair kafamızda biriktirdiğimiz sorulardan yola çıkarak bir anket hazırladık. Yanıtlarıyla zihinsel ve fiziksel pek çok mekâna girip çıktık.
“Ben beste yaparken hep mekân hayal ederim. Ya da bir süre mekân değiştirdikten sonra üretkenliğim artar. Kompozisyonlarda da atmosferik bir etki yakalayıp zihinde bir mekân kurma fikrini seviyorum.”
Deutsche Grammophon’la isminin aynı cümlede geçiyor olması nasıl bir his?
Çok gurur verici. Büyük bir hayalim gerçekleşti. Daha da önemlisi ilk defa Türkiyeli bir besteci ile albüm çalışması yapmış oldular. Bu açıdan da çok kıymetli benim için.
Deutsche Grammophon külliyatından vazgeçilmezlerin var mı?
123 yıllık bir geçmişe sahipken elbette bir sürü var, seçmek zor. Şu sıralar en çok Herbert von Karajan’ın orkestra şefliğini yaptığı Madam Butterfly operası kaydını dinliyorum.
Sence müziğinde ve piyano çalışında yaşadığın yerden gelen ne(ler) var?
Yaşadığım yerdeki ve etnik kökenimdeki çeşitlilik hem müziğime hem genel anlamda tüm uğraşlarıma, sanata yaklaşımıma yansıyor diye düşünüyorum.
Müziğini tanımlayan üç duygu?
Yazarken de sonrasında da bir tanımlama yapmıyorum açıkçası ama dinleyenler hüzünle huzurun birlikte aktığını söyler hep, buna katılıyorum.
Tasarım ve mimarlık geçmişinin kompozisyonlarında nasıl etkileri olduğunu düşünüyorsun?
Tasarım ve mimarlık eğitimi almak benim kompozisyon dünyasına adım atmak istememin en büyük sebebi. Spesifik bir etkiden ziyade eylemin kendisini oluşturdu aslında. Ben beste yaparken hep mekân hayal ederim. Ya da bir süre mekân değiştirdikten sonra üretkenliğim artar. Kompozisyonlarda da atmosferik bir etki yakalayıp zihinde bir mekân kurma fikrini seviyorum.
Çocukluk yıllarında bale ve resimle de ilgilendiğini biliyoruz. “Doğum” isimli şarkı New York Theatre Ballet dans okulunun modern dans gösterisinde kullanıldığını öğrendiğinde neler hissettin?
“Doğum” sadece müzik olarak kullanılmadı aslında, koreografiyi de şekillendirdi. Gösteri, şarkının hikâyesi baz alınarak kurgulandı. Bale içinde olmayı çok özlediğim bir disiplin, o sebeple beni en çok heyecanlandıran iş birliği bu oldu sanırım.
Şarkıların hangi filmde çalsın?
Filmleri izledikten sonra müziğinden ayrı düşünemeyecek kadar özdeşleştirdiğim için kafamda hiçbirine oturtamadım açıkçası. Müzik bende bazen filmi bile geçiyor. Yayımlanmamış filmlerde çalsın…
Ah! Kosmos’la düetiniz “0502” ile farklı bir dehlizde yankılandı melodilerin. Şu sıralar merak duyduğun, ilgini çeken akımlar, yaklaşımlar ya da janrlar hangileri? Neden?
“0502” muadili işler ve janrlar her zaman kulağımdaydı zaten. Aslında şu sıralar Orta Doğu / Akdeniz müziğine çok ilgim var. Zor bir kıştan çıktığımız ve nihayet yaza geldiğimiz için galiba bir süre İskandinav soğukluğu ile arama mesafe koymak istiyorum. Daha farklı duygular deneyimlemeye ihtiyacım var.
Bir röportajında favorin olan modern klasikçiler arasında Agnes Obel’in de ismini anmışsın. Agnes Obel’in müziğiyle nasıl tanıştın? Seni hangi açılardan cezbediyor?
Agnes Obel ile ilk defa Dark dizisinde tanıştım. Onda en sevdiğim karakter ses rengi. Bunun dışında kullandığı armoni kalıpları, kendi sesine manipülatif yaklaşımı ve şarkılarında oluşturduğu o atmosferi aynı şekilde tüm görsellerine ve videolarına aktarabilmesi de bana çok ilham veriyor.
Müziğin hakkında şimdiye dek duyduğun / okuduğun en sıra dışı / en şaşırtan yorum?
Yorumların hepsi çok içten, çok samimi. Ben samimiyet konusunda oldukça hassasım, hatta belki de takıntılıyım ve aynı şekilde geri dönüş alabiliyor olmak en şaşırtıcısı aslında. Dinleyiciler en safiyane ve açık ifadelerini kullanıyor yorum yazarken ve bu beni çok mutlu ediyor. Demek ki konuşmadan da birbirimizin samimiyetini anlayıp ona göre karşılık verebiliyoruz.
Bize çalışma ortamından bahsedebilir misin? Üretim sürecinde takip ettiğin rutinler var mı?
Benim üretirken iki yöntemim var. Biri standart işe giden bir bireyin sisteminde diğeri ise oldukça organik ve benim de favorim. Rutin olarak her gün doğaçlama çalıp kaydediyorum sonra onlara geri dönüp dinliyorum, içlerinde sevdiğim bir şey bulursam üzerine gitmeye çalışıyorum. Diğer organik dediğim yöntemde ise genelde başladığım bir çalışma maksimum bir günde biter. Çünkü çok derin bir duygusal dalga ile geliyor. Mesela bir filmin veya bir olayın üzerimde bıraktığı etkinin ardından.
En son üzerinde hangi film böyle bir etki bıraktı?
Üç Renk: Mavi, Krzysztof Kieślowski.
Piyano tuşlarına dokunan iki elin birer metafora, temsile döndüğü; tematik olarak oldukça detaylı şekilde işlediğin projen “Madde 42” nasıl ortaya çıktı?
“Madde 42”yi, 28 Şubat temalı bir çağdaş sanat sergisi için bestelemiştim. Sergilerin görsele de hitap ediyor olması sebebiyle birkaç boyutlu düşünmek istedim. Fikir bu noktadan doğdu diyebiliriz. Hem müzik hem video art çalışması hazırladım. Tam tepeden performansı çekip ellerin hareketini göstererek sergiledik mekânda. Amaç hikâyeyi müziksiz, sadece performansımı izleterek de aktarabilmekti.
Büşra Kayıkçı’nın küratörü olduğu bir festival hayal edelim, kimler çalıyor? Neredeyiz?
Fas veya Yunanistan’da bir sahil kıyısı geldi hemen aklıma. Çok çeşitli janrlardan müzisyenler, gruplar seçerdim. Nils Frahm, Anouar Brahem, Nicolas Jaar, Still Corners… Âdeta karışık kaset gibi.
“Tıkandığımı hissettiğim anda asla ısrar etmem hemen başka bir alana geçerim çünkü ben tamamlamaktan ziyade yeniden başlama enerjisiyle çalışan biriyim.”
Sürekli üretim hâlindesin. Peki Eskizler’i takip edecek bir albüm ufukta görünüyor mu?
Aslında 2. albüm pandemi sürecinde tamamlandı. Sadece bundan sonraki süreçte bağımsız yayımlama fikrinden uzaklaştım. Benim için çok daha kıymetli ve önemli bir albüm olacak, bu yüzden ona gönlüme göre bir ev bulana kadar beklemeyi tercih ediyorum.
İçinde müzik yapma tutkusunu canlandıran bir albüm ya da bir konser deneyimi var mı? Yani kişisel serüveninde bir dönüm noktasını işaret eden bir albüm ya da konser?
Konser izlerken, sahne işi yapmadığım zamanlarda bile içimde bir mıknatıs olduğunu hissederdim hep ve müthiş bir kuvvetle çekilirdim. Ludovico Einaudi konserlerinde sakinliğinden ve vakur icrasından çok etkilenmiştim. Nils Frahm’ın Screws albümü yıllar sonra hâlâ bana ilham verir. Onun dışında Astor Piazzolla ve Anouar Brahem’in geleneksel çalgılarını farklı kültürlerle birleştirme biçiminden oldukça etkileniyorum.
9 yaşında piyano çalmaya başlayan Büşra’ya bugün söyleyeceğin ilk şey ne olurdu?
Hislerine merakla bak.
Yaratıcı anlamda tıkandığını hissettiğin oluyor mu? Bu durumla nasıl başa çıkıyorsun?
Tıkandığımı hissettiğim anda asla ısrar etmem hemen başka bir alana geçerim çünkü ben tamamlamaktan ziyade yeniden başlama enerjisiyle çalışan biriyim. İşlerimi ancak aynı anda birkaç şeyle ilgilenerek bitirebilirim. Suluboya yaparım örneğin. Bu aralar en çok uğraştığım alternatifim resim.
Spotify’da hazırladığın çalma listelerin harika! Colleen, Boards of Canada, Yo La Tengo ya da Portico Quartet gibilerinden parçalar var. Bu tür güncellenen seçkiler, müzisyenin zihninden geçenlerin dönemlik yansımaları gibi. Sen en çok hangi müzisyenin playlistlerini karıştırmak isterdin?
Teşekkür ederim… Thom Yorke ve Nicolas Jaar’ın hazırladığı playlistler beni çok şaşırtmıştı. İnanılmaz geniş bir yelpazeleri var. Mesela birinde kürdili hicazkar makamında bir şarkıya denk gelmiştim ve bu müzisyenlerin başarısını da göz önünde bulundurursak anlıyoruz ki çeşitlilik gerçekten önemli bir öğe.
Kayıt süreçleri mi canlı performanslar mı sana daha çok keyif verir?
Bana göre ikisi de çok stresli. En çok keyif veren hiçbir şeyi düşünmeden doğaçlama çalmak. Özellikle sabahın erken saatlerinde.
“Her gün çalsın, her konserine giderim” dediğin bir müzisyen ya da grup var mı? Hiç izleme şansın oldu mu?
Kings of Convenience! Maalesef hiç izleme şansım olmadı.