AySay’ın şarkıları farklılıklardan zenginliklerin nasıl doğabildiğini ve nasıl bir elmanın iki yarısı değil de iki elma olunabileceğini hatırlatıyor. Nordik, Kürt ve Türk kültürlerine dokunan AySay, benzerine daha önce rastlamadığımız bir müzik üretiyor; damıtılmış bir özgüven ve bilgece bir esneklikle müzikal tınıları ve farklı dilleri eritip birbirine karıştırıyor. 2021 çıkışlı Su Akar albümünün ardından geçtiğimiz bahar ayının son günlerinde “Nerelisin” adlı parçasını yayımlayan grubun üçte ikisiyle; esas kişisi Luna Erşahin ve davulcu/prodüktör/elektroniklerden-sorumlu-kimse rollerini üstlenen Aske Døssing Bendixen ile sohbete oturduk.

Başlangıç noktası: Çocukluk deneyimleri

Grönland’da çevresi karlarla kaplı bir evin odasındaki AySay grubunun iki temel direği Luna Erşahin ve Aske Døssing Bendixen ile 21. yüzyılın bahşettiği video konferans ile bir araya geldik. “Katıl” butonuna bastığım anda karşımda güler yüzle el sallayan iki kişi vardı. Röportajdan bir hafta önce Grönland’ın Sisimiut şehrinde yapılan Arctic Sounds festivaline katılan ekibin, şimdi de uyaranlardan uzak bir yerde yeni bir tekli üzerine çalıştığını öğrendim. Fikrimce çok başarılı ilk stüdyo albümlerinden sonra ve yazın dolu festival takvimi tam hız başlamadan önce Grönland’da yeni şarkıları üzerine çalışan AySay, Danimarka’da büyüyen üç insanın buluşmasıyla hayat bulmuş. Aske, büyüdüğü çevreyi şöyle anlatıyor:

“70 kişinin kolektif bir şekilde yaşadığı bir toplulukta büyüdüm. Hafta sonları dışında hep beraber yemek yiyen, beraber müzik yapan ve beraber gezen bir gruptu. Annem ve babam beraber müzik yaptıkları bir projeden geçimlerini sağlıyordu. Geriye baktığımda aklıma direkt gelen hatıra bir yaz gününden sanırım. Uyandığımda odamdan babamın müzik yaptığını duyuyorum. Odamın aralık camından ise koşuşturan komşu çocuklarının gürültüsü geliyor.”

Hayatının benzer bir dönemini anlatırken Luna da babasının bağlamayla çaldığı Danimarka ninnilerine sözle eşlik ettiği günlerden bahsediyor. Müzikle çok erken yaşta tanışan Luna ve Aske, bu ilgilerinin nasıl ciddileştiğini sorduğumda ise müzik endüstrisinin dayatmalarını akıllara getiren hikâyeler anlatıyorlar.

“Müzikle ilişkim aslında birkaç kez ciddileşti. Ama ben son sefere kadar bunu tam olarak anlamadım.” diyen Aske, 12 yaşında abisiyle birlikte bir grubun parçası olarak konserler verdiklerini ama müzikle bağlarının lise yıllarında kuvvetlendiğini söylüyor. Müzik yapmanın eğlenceden ibaret olmadığının bilincine de genç yaşta varmış; bu durum da müzikle kurduğu bağların ciddileşmesi konusunda endişelendiren bir unsura dönüşmüş. Hâlâ bu endişeyi hissettiği durumlar oluyormuş. Luna’nın duyduklarıyla empati kurup kuramadığını merak ediyorum.

“Aslında kuramıyorum. Sanatçı bir ailede büyümedim ve sanırım bu bilinç erken yaşta ancak bu şekilde oluşabiliyor. Aslında annem gitar çalıp, şarkı söylüyordu. Babam da bağlama çalıyordu. Fakat etrafımızda pek müzisyen yoktu. Ya da sıklıkla konsere gitmiyorduk. Fakat ben CD dinlemeyi ve şarkı söylemeyi çok seviyordum. Müzikle ilişkim her adımda katlanarak arttı. Daha fazla öğrendikçe, müziğe daha fazla kapıldım. Ve sonrasında çok iyi bir okuldan kabul almak, dışarıdan verilen bir onay gibi hissettirdi. Aske’yle de bu müzik okulunda tanıştım. Kendi kimliğimi de yine okul yıllarında geliştirmeye başladım. Sadece iyi olduğum için yaptığım bir şeyden, bir misyonum olduğu için kullandığım bir araç hâline geldi müzik bu yıllarda. Bu da benim için büyük bir kırılma noktası oldu. O noktadan itibaren ne yaparsam yapayım bir amaç uğruna uğraştığım için iyi olacağım konusunda içim rahattı.”

Luna’nın misyonu AySay’la vücut bulmaya 2015 yılında bir okul projesi sayesinde başlamış. Röportajımı aslında yedi yıl önce, bir öğretmenin Luna’nın hikâyesinden esinlenerek bir araya getirdiği beş müzisyenin ikisiyle yaptığımı fark ettim. Bu beş kişilik ekip AySay’in ilk EP’sini ve ilk teklisini çıkarırken, 2018’e gelindiğinde AySay ekibi Luna ve Aske’nin yanına gitarist Carl’ın katılmasıyla bir trioya dönüşmüş. Bu üçlünün birbirlerine dair ilk izlenimlerini sorduğumda grubun iç dinamiklerindeki samimiyeti kanıtlayan cevaplar aldım. Aske, Luna’ya bakarak anlatıyor:

“Senden çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Hatta sana biraz âşıktım bile diyebilirim. Şimdiyse müzikal evliliğimizden dolayı çok mutluyum. Projeyle ilgili soru işaretlerim vardı. Öğretmenimiz bizden ‘roots’ ve elektronik elementlerin birleştiği bir müzik üretmemizi istiyordu. Kendi ailemin bundan yıllar önce tam olarak aynısını yaptığını bilen biri olarak bu bana çok sıradan bir hedef gibi geldi. Ama baktığında hâlâ bu grubun parçasıyım ve burada bulunmaktayım mutluyum. Ailemin yürüdüğü yoldan yürüyor olmak da kaderin cilvesi gibi bir şey olmuş oldu.”

Luna ise o dönem için “endişe verici” sıfatını kullanıyor ve şöyle devam ediyor:

“Kendi müziğimi paylaşmak benim için çok büyük bir adımdı. Bu dersin öncesinde piyano başında şarkılar söylerken, şimdi müziğimin üstüne davullar duyuyordum. Ama en kolay şekilde Aske’ye ısındığımı ve onun yanında güvende hissettiğimi hatırlıyorum. Carl ile tanışmam ise lise yıllarındaydı. Beraber Almanca dersi alıyorduk. Almanya’da öğrenci değişim programı yaptığım için benim Almancam bir hayli iyiyken, Carl’ınki bir o kadar kötüydü. Sonuç olarak onun ödevlerini ben yapar oldum ve yavaşça arkadaş olduk.”

2018’den bugüne gelelim. Yıllardır beraber müzik kaydedip, konserler verip, beraber büyüdükten sonra, şimdi bir arada olmanın aile gibi hissettirdiğini söylüyor Luna. Bugün oldukları noktaya gelme serüvenlerinin, çok derin bir aidiyet yarattığına vurgu yapıyor. Plansız çıktıkları yolculuklarının, önümüzdeki iki yılın takviminin belli olduğu bir noktaya gelmesinin verdiği hazzı “Ailenin aynı zamanda iş arkadaşlarına dönüşmesi harika bir şey.” cümlesiyle tanımlıyor.

Bu tanımı biraz açmakta fayda var. Nitekim Aske, birbirleriyle iyi arkadaş olmamalarına rağmen iyi müzik üreten grupların da olduğunu hatırlatıyor ama “bu bana göre değil” diyor. Onun için bir grubun parçası olmanın ilk kuralı, sosyal olarak güvende hissedebildiği bir ortam olmasıymış. Gruptaki herkesin farklı müzikal uğraşları olsa da AySay’in hepsinin esas projesi olduğunu ifade ediyor. Bu adanmışlık da kolektif bir itici güce evrilmiş zaman içinde: “Hangimiz düşerse, diğerleri onu kaldırıp devam etmek için doğru motivasyonu sağlıyor.”

Bir okul projesinden profesyonel bir gruba evrilen AySay için bu dönüşümün herhangi bir dramatik yansıması olmamış fakat endüstrinin bazı zorluklarıyla yüzleşmek durumunda kaldıklarını belirtiyor Aske.

“Müzik endüstrisi duygular ve sanat üzerine inşa edilmiş olsa da kapitalist bir düzene sahip. Bu kavramlar arasındaki gerilim tabii ki bu grubu da etkiliyor. Diğer insanlar gibi biz de aynı mekanizmanın içindeyiz. Ama saf fikirlerin ve iyi niyetli insanların bir arada olduğu bir proje olduğu sürece geri kalan şeyler bir şekilde çözülüyor. AySay böyle bir proje.”

Bu noktada röportajın başından beri yanlış telaffuz ettiğimi fark ettiğim grup ismini onlara sordum. Şaşırmadığım bir açıklıkla her telaffuzun uygun olduğunu ama ekibin okunuşu “ay sey” olarak grubun ismini seslendirdiğini belirttiler. Grup ismi, “ben söylerim” anlamındaki İngilizce sözcük öbeği “I say”’ ve Luna isminin Türkçe karşılığı olan “ay” kelimesinden ilhamla çıkmış ortaya.

AySay içi görev dağılımları

AySay dört kişilik bir kurulumla sahne alıyor. Gitarda birçok efekt pedalıyla Carl West Hosbond, hibrit bir akustik davul – elektronik bateri kurulumuyla Aske ile bağlama ve vokallerdeki Luna’ya bir de basçıları eşlik ediyor. Konserlerindeki duygu akışını Luna’dan dinleyelim.

“Karşıdan bakıldığında çokça gülümseme ve ekip içindeki pozitif enerjinin insanlar tarafından görülebildiğini düşünüyorum. Politik ve toplumsal konulardan dert yanan bir ekip olarak sahnede aslında hayat enerjimizin ve keyfimizin pek yerinde olması ilginç bir kontrast yaratıyor diyebilirim. Utanç verici rollere gelecek olursak, aramızda bir süredir dönen bir şakayı paylaşabilirim: Ekibi bir aile olarak düşünürsek, Carl’ı bir baba, beni bir anne, Aske’yi de ailenin ne idüği belirsiz dayısı olarak görüyoruz. Bazen kendimden üçüncü tekil şahıs olarak bahsederek ‘Anne çıkmaya hazır çocuklar’ dediğim oluyor. Tabii AySay hikâyesinin benim hikâyemden doğmuş olmasının da etkisi var. Bir yandan Aske olmasaydı bu hikâye müzikal olarak nasıl vücut bulurdu, bilmek güç. Bugün var olan sound onun sayesinde var. Dinleyicinin iki farklı müzik duymak yerine bir bütün duymasını sağlayan o. Bu da sanırım onu sihirbaz yapıyor olabilir.”

Aske sihirbaz rolünü üstlenmekten memnun bir şekilde grubun üçüncü üyesi Carl’dan bahsediyor:

“Giderek Carl’ın değerini de daha çok anlıyoruz. Onun savaşçılığı ekibin lojistik meselelerinden albüm anlaşmalarına kadar birçok yerde pozitif etki yaratıyor. Aynı zamanda müzikal ve estetik açısından da ekibin ihtiyacı olan yorumları Carl’ın sıklıkla sağladığını söyleyebilirim.”

Su Akar albümünün kapak tasarımını da Carl, kız arkadaşıyla beraber yapmış. Albüm güzel bir kapak tasarımının dışında, inanılmaz geniş bir kompozisyon paletine de sahip. Sağlam bir temelin ekseninde başarılı deneyler yapan AySay ekibinin parçalarındaki örüntüler üzerine kendi kendime düşünürken; üretim süreçlerini, işleyen bir reçeteleri olup olmadığını sorduğumda Luna’dan belli bir sistemleri olduğunu fakat bunun da sürekli devinim içinde olduğu yanıtını aldım. Sözlerini yazdığı, akorlarını ve formunu belirlediği bir şarkıyı, “her bir yanından çekiştirebildikleri bir alana” bırakıyormuş. Grubun henüz yayımlanmamış ve Türkiye’de kaydettiği ve şimdilik “Köy” başlığı altında klasörlenen şarkılarda ise tam tersi bir yol izlenmiş. Aske ve Carl, burada edindikleri izlenimlerle parçaların skeçlerini ortaya atmışlar.

2018’den sonraki tüm AySay albümlerinin prodüktörlüğünü de üstlenen Aske de her parçanın başka bir hikâyesi olduğunu ve en baştan nereye evrileceğini kestirmenin mümkün olmadığı görüşünde: “Aramızdaki sıkı paslaşma sonucu, parçada olmasına karar verdiğimiz elementleri kaydettikten sonra yeni bir süreç başlıyor ve prodüksiyon kısmı işin içine giriyor.”

aysay

AySay’in kayıtlarına bu bilinçle kulak verdiğimde, ilk EP’lerindeki düşsel ve kasıtlı olarak bozulmuş seslerin giderek daha taze ve dinamik bir tona dönüştüğünü duyuyorum. Bu değişimin temel sebeplerinin ekibin formasyonundaki, vizyonundaki ve prodüksiyon sürecindeki gelişmeler olduğunu Aske’nin şu sözleriyle anlıyorum:

“İlk EP için Barcelona’dan bir prodüktör ile çalışmıştık ve sadece yorumlarla katkı sağlayabilmiştik. İkinci EP’miz Kervane’nin üretimi sırasında hem prodüktörlüğünü hem miks ve mastering işlemlerini ben üstlendim. Bu tamamen ekip olarak bizim ürettiğimiz ilk projeydi. O noktada nasıl bir sound istediğimizi fark ettik. Hem tonumuzu biraz daha popa yaklaştırmak istiyorduk hem de 70’lerin funk tınılarından ilham alıyorduk. Altın Gün’ün Avrupa’daki çıkışı da bizi etkilemişti. Ama bir yandan ilham aldığımız müziklerin özgün bir kombinasyonunu ortaya çıkarmaya çalışıyorduk. Anne ve babamın müziklerinde yöneldikleri belli hi-fi alışkanlıkları vardı mesela. Bunu da Su Akar’ın miksajı sırasında kombinasyonumuza ekledik. Babam bu noktada projeye dâhil oldu ve miksleri onunla beraber yaptık. Müzikteki elektronik ve organik ögelerin dengesine gelecek olursak, orada da bir değişim söz konusu. Başta müziğimiz ağırlıklı olarak müzisyenlerin o gün o stüdyoda çaldıklarından oluşuyordu. Orada süreç kaydet, bilgisayara geçir, miksle şeklinde ilerlerken, ikinci EP ile stüdyo kayıtları ve bilgisayar ortak bir üretim döngüsü oluşturdu. Ortaya çıkan bütün katmanları bir araya getirerek şarkıları olgunlaştırdık.” 

Çeyrek-hayat krizi

AySay’i cazibeli kılan şey sadece olgunlaşmış tonu değil; şarkıların yansıttığı olgun fikirler de. Grubun şarkı sözlerinin ve enstrümanların/vokallerin farklı bağlamlarda kullanılışının müziklerine toplumsal ve politik anlamlar kattığını hissediyorum. Luna konuya birinci ağızdan açıklık getiriyor.

“Şarkı sözlerimizi ve müziğimizi iki seviyede görebilirsin. Birincisi müziğin benim hikâyemle, benim serzenişlerimle buluşması. Danimarka’da, Türkiye’den gelen Kürt bir babanın ve Danimarkalı bir annenin çocuğu olarak büyürken kimliğimi ‘o’ ya da ‘bu’ tercihini yapmadan tüm farklılıklarıyla kucaklayabilme sürecim aslında… Bu konunun önemi, Anadolu köklerimi bir kenara bırakıp Danimarka kültürüne tamamen asimile olmam gerektiğini bana hissettiren bir toplum nedeniyle bu kadar ön plana çıktı hayatımda. Ve bu konunun müziğime etkisi ilk olarak şarkı söyleyeceğim dilin seçiminde karşıma çıktı. Benliğimden fedakârlık etmeden dilleri birbirine entegre etmeyi seçtim. Bütünlüğümü korumak adına attığım her adım bana güç veriyor, her biri kişiliğim, bedenim ve gelişimimim için iyileştirici etkiye sahip. Sanırım bu da çifte ya da çoklu kültürlerin içinde büyüyen insanlara ilham olmasını umduğum bir hikâye. Kişisel seviyenin yanında toplumsal seviyede bir misyonumuz olduğuna da inanıyoruz. Basitçe anlatmam gerekirse, insanların birbirleriyle çatışmak yerine birbirini zenginleştirebileceği bir alternatifi göstermeye çalışıyoruz. Dilin, kültürün, her şeyin ötesine gidip insanlığımıza, ruhumuza, duygularımıza konuşabilecek derin bir sesi bulma misyonu…”

Sohbeti buradan iklim krizine, miselyumun faydalarına ve kimlik karmaşalarımı paylaşmaya kadar götürüyordum ki AySay lugatında benzer serzenişleri kapsayan “çeyrek-hayat krizi” (quarter-life crisis) diye bir söz olduğunu hatırladım. Ekibe dair araştırmalarımda karşıma çıkan bu sözün karşılığını onlara sordum.

Bu tanım, sorumluluk duygusu yüksek olan genç insanlardan bilinçli ve bilinçsiz biçimde birçok karar vermelerinin beklendiği bir yere geçişe karşılık geliyormuş. Belirsizliğin devam ettiği bir alan. Aske şu an tam olarak bu krizin içindeymiş. Bulunduğu noktayı kelimelere döküyor:

“Bir şeyler yapma içgüdüsünü güçlüce yaşayıp, ne yapacağımı hiç bilemediğim bir noktadayım. Hayallerin gerçek olmaya başladığı, ama sonucunda ortaya çıkan gerçekliğin tam da hayal ettiğin gibi olmadığı hissi sanırım bu krizi tarif edebilir. Madalyonun öbür tarafındaysa belirsizliğe ihtiyacın olduğunu da öğrendiğin bir dönem.”

Bu sözlerinin üstüne Luna sakince araya girerek Aske’ye “su akar” demeyi hatırlattı. AySay’in son albümünün isminin, aslında ekibin bu “çeyrek-hayat krizine” karşı huzur bulduğu “su akar yolunu bulur” sözünden geldiğini de belirtirsem yaşanan bu enstantane daha çok anlam kazanacaktır.

Luna’ya göre burası hayatında çokça şey deneyimlemiş olarak var olduğun bir nokta. “Bir şeyi deneyip başaramamanın tadına bakmışsın. Âşık olmayı ve aşkı kendi inisiyatifinle bırakmayı denemişsin.” gibi örnekler veriyor. Gençlikte heyecanla kurulan hayallerin, yıllar sonra gerçekleştiremediğin hayaller bohçasına dönüştüğünü ve sıfırdan hayal kurmanın artık çok da kolay olmadığının bilincindeler. Arafta gibi hissettiklerini söylüyor Luna ve ekliyor: “’Su’ya güvenmeyi öğreniyoruz.”

Bu açıdan çok ilginç bir deneyim seviyesinden bahsediyoruz. Yirmilerinin başlarında büyük bir heyecanla hayaller kuruyorsun. Sonrasındaki yıllarda uğraşıp gerçekleştiremediğin hayallerin oluyor. Kolayca sıfırdan hayaller kurabileceğimiz bilgisine sahip olduğumuz bir yerinde de tam değiliz hayatın. Araf… “Su”ya güvenmeyi öğreniyoruz.”

  1. Zezeah ve ölümün bitmeyen olasılıkları

    Big Baboli Printhouse’un kurucularından Zezeah ile bir ölüm sonrası ölüm tasviri sunan ilk solo sergisi All Will Fall / Hepsi Düşecek’i ve ardındakileri konuştuk.

  2. Süreğen kriz ortamında yayıncılık: Tespitler, hayaller, gerçekler, küçük ölçekler ve dirayet

    Bağımsız yayıncıları “kırıp döken” koşulların bugününe nasıl gelindiğine dair yerinde tespit ve tahliller toplamak, yayıncılığın farklı kollarına emek verenleri dinlemek için yola çıktık.

  3. Editors şimdi de yedi dakikalık kapkaranlık şarkılar yapmak istiyor

    Benjamin John Power takviyesiyle sahalara dönen Editors’ın geçirdiği son dönüşümü, gitarist Justin Lockey ile masaya yatırdık.

  4. A Yüzü B Yüzü: Euphoria & Heartstopper

    Birçok açıdan ortaklaşsalar da seyircilerine bambaşka dünyalardan seslenen, hatta birbirlerinin “antitezi” olarak nitelendirilen iki fenomen dizi.

  5. Sevgili mektuplar, mektuplaşmalar, mektuplarcalar

    Shirley Jackson'dan Allen Ginsberg’e, James Baldwin'den Italo Calvino'ya, mektuplaşma kitaplarının fısıldayan dünyasına dalıyoruz.

  6. Voltran üç kişiyle de oluşur: Lalalar

    Bi’ Cinnete Bakar, sonsuz güven, ortak hisler ve (belki) doom pop. Lalalar’la duygu seline hoş geldiniz.

  7. Bağımsız müzik sahnesinde yeni patikalar, yeni pratikler

    Sirän, Bağımsız Müzik Yapımcıları Derneği, Noirgazer, Sesseda ve Kültür Emeği’ne kulak verin.

  8. Lucasfilm’in imkânsızı mümkün kılan sihirbazları

    Star Wars filmlerinin senaristlerinden Lawrence Kasdan ile Dennis Muren, Phil Tippett ve Janet Lewin’e bağlandık. Serinin çığır açan görsel efektlerini ve Light & Magic belgeselini dinledik.

  9. Müstehcenlik üzerine bir deneme: Kaçık Porno

    Radu Jude ile “zamanın ruhunu provoke eden”, 71. Berlin Film Festivali'nden büyük ödülle dönen, oyunbaz ve hınzır son filmi Babardeala cu bucluc sau porno balamuc üzerine.

  10. Görmüş Geçirmiş Kaptan 88’in yapı taşları

    Boyutlar arası bir kesişim kümesi olan bilinci, zamansızlığı ve melankolisiyle Kaptan 88 ve açtığı kapılar.

  11. Arayüzdeki diri çizgiler: Ryoichi Kurokawa’nın ağırbaşlı medya sanatı

    Ryoichi Kurokawa, imgelerin farklı dinamiklerini konuşmayı mümkün kılan ağırbaşlı medya sanatının ardındakileri anlatıyor.

  12. Egemen kadrajın dışındakiler: Aşağıdakiler de yukarıyı gözetliyor

    Altyazı Fasikül ekibinden Senem Aytaç, Fırat Yücel ve Yetkin Nural’la Aşağıdan Yukarıya’nın yolculuğu, kapsamına aldığı meseleler ve ortaya çıkan üretimlerin zihnimizde canlandırdıkları üzerine bir sohbete koyulduk.

  13. Cem Kaya ile Aşk, Mark ve Ölüm üzerine

    “Gurbetteki insan hasret duyduğu şeyin bir versiyonunu yaratıyor ama bir değişim de var. Benim ilgimi çeken şey de tam olarak bu.” 72. Berlinale’den seyirci ödülüyle ayrılan belgeselini Cem Kaya anlatıyor.

  14. Tahribat zamanları ve normalleştirilenler: Ali Kemal Çınar’dan Geceden Önce

    Söz, Beriya Şevê / Geceden Önce’nin yönetmeni Ali Kemal Çınar’da: “Birtakım dertleri mizahla yumuşatacak hâlim kalmamıştı."

  15. Kolektivizme inanın: Kulağımız sinema topluluklarında

    Standart - ticari dağıtım ağına alternatif bir sinema kültürü geliştirmeyi hedeflemiş, farklı şehirlerde konumlanan toplulukların deneyimleri, görüşleri, çözüm önerileri…

  16. Belirsizliğin gerilimi, mutluluğun çelişkisi: Anadol ve Felicita

    Son Anadol güzelliği Felicita’nın his haritasını çıkardık. Şarkıların perde arkasını da bizzat Gözen Atila anlatıyor.

  17. Aklımdakiler: Mode XL

    Yeni bir Mode XL çağının başladığına işaret eden teklilerin ardından VEYasin ve Besta’ya yeni nesil hip hop sahnesinden sorular var.

  18. Ergenlik yılları: Belle and Sebastian'dan Dave McGowan'a sorduk

    Belle and Sebastian’ın nostalji dalgasına kendimizi kaptırdık. Zaman makinemizi 80’lere gönderiyoruz, 3-2-1…

  19. Bu dünyaya sıfır verenler: Klondike

    Berlin, Sundance ve İstanbul Film Festivalleri’nden ödüllü Klondike’ın Ukraynalı yönetmeni Maryna Er Gorbach ile bir soru - cevap seansı.

  20. Bağımsızda bir umut aramaya devam: Armağan Lale ve Ceylan Özgün Özçelik sohbeti

    Yeni belgeselleri 15+, güncel çalışmaları, Türkiye’deki dijital platformların sürdürülebilir olmayan proje seçim pratikleri ve çok daha fazlasına uzanan bir sohbet!

  21. Bir nevi helalleşme: Nazlı Elif Durlu ve Ziya Demirel sohbeti

    Ela ile Hilmi ve Ali’nin yönetmeni Ziya Demirel’le Zuhal’in yönetmeni Nazlı Elif Durlu, “Kişiyi çektiği filmden tanımak mümkün mü?” sorusuna ve çok daha fazlasına cevap arıyor.

  22. Melis Danişmend’in dört mevsimi: Büyüyemeyenler

    Yıkımların neşeyle buluştuğu kavuşmalara yol alan bu ilk kitap üzerine içten bir sohbet etme ihtiyacı hasıl oldu.

  23. Kendin olamamanın adaletsizliği: Çilingir Sofrası

    “Çilingir Sofrası”nın yönetmeni Ali Kemal Güven ile toksik maskülenliğin bıraktığı izler, başka kuşakların kuiri olmak, rakının dürüstlüğe iten doğası ve daha fazlasını kapsayan bir muhabbet.

  24. Jeyan Kader Gülşen ve Zekiye Kaçak ile Bu Ben Değilim'in yapım süreci

    Cinsel yönelimini gizlemek durumunda kalmış, muhafazakâr aile çevrelerinde heteroseksüel erkek sanılan, hatta aile babası olan gizli gaylerin hikâyesi…

  25. AySay ve su gibi akan sesler

    Nordik, Kürt ve Türk kültürlerine dokunan AySay şarkılarının ardında neler yatıyor?

  26. Hassas bir zamandan Spoon şarkıları

    Yılın ilk yarısının dikkat çeken albümlerinden Lucifer on the Sofa’yı konuşmak üzere, Spoon gitaristi Alex Fischel’a bağlandık.

  27. Zerre olma hissiyatı: Yaratıcıları Koudelka belgeselini anlatıyor

    Magnum Photos üyesi fotoğrafçı Josef Koudelka’ya odaklanan Koudelka - Aynı Nehirden Geçmek belgeselini, yönetmeni Coşkun Aşar ile senarist ve kurgucusu Ayhan Hacıfazlıoğlu’ndan dinledik.

  28. Künye

    ...