James Baldwin’in 100. doğum gününde, yazar ve aktivistin yaşamına, dünyasına, eserlerine ve muazzam etki alanına A’da Z’ye bir bakış.
Aktivizm
James Baldwin 20’li yaşlarının başından itibaren yazarlığı kadar aktivistliğiyle de öne çıkan bir isim. Sivil Haklar Hareketi’nin 1963 Washington ve 1965 Selma yürüyüşlerine en önde katılması; Siyahların uğradığı haksızlıkları her yerde dile getirmesi ve sözünü sakınmamasıyla biliniyor. Daha sonraki yıllarda aktivizmini LGBTİ+ haklarına ve savaş karşıtlığına da yönelten Baldwin, aktivizmin toplumda bir yüzleşmeye yol açacağına inanıyor. “Yüzleştiğiniz her şeyi değiştiremezsiniz belki ama yüzleşmeden de hiçbir şeyi değiştiremezsiniz” sözü onun bakışının güzel bir özeti.
Bir Başka Ülkede
Yazması 14 yıl süren ve İstanbul’da tamamlanan üçüncü James Baldwin romanı. Biseksüelliği, farklı ırklardan gelen karakterler üzerinden evlilik dışı ilişkileri ve detaylı cinsellik tasvirleriyle, yayımlandığı gibi tepki çeken Bir Başka Ülkede, başta New Orleans olmak üzere bazı eyaletlerde “sakıncalı” bulunarak yasaklanıyor. Buna rağmen başta Siyah topluluk içinde daha sonra New York entelektüelleri arasında kulakta kulağa yayılarak gizli bir çok satana dönüşüyor.
Chez Baldwin
James Baldwin, 1971 yılında maddi sorunlarını çözmüş bir yazar olarak yaşayacak bir yer arayışına giriyor. Huzur istediği için çok sevdiği Paris yerine Güney Fransa’da yer alan St.-Paul-De-Vence’e taşınıyor. Bu eski Ortaçağ kasabası taş evleriyle meşhur. Baldwin de kasabalılar tarafından “Chez Baldwin” olarak adlandırılan bir taş ev satın alıyor. Bu evin konukları arasında Nina Simone, Miles Davis, Ray Charles, Toni Morrison, Maya Angelou, Beauford Delaney, Harry Belafonte, Sidney Poitier, Marguerite Yourcenar gibi yakın dostları var. 1987 yılında bu evde vefat ediyor.
Çocukluk
James Baldwin hiçbir zaman öz babasının kim olduğunu bilmiyor. Anlatıldığı kadarıyla sadece eski bir bağımlı olduğunu düşünüyor. Hayatı boyunca çok düşkün olduğu annesinin evlendiği ve beyaz düşmanı bir vaiz olan David Baldwin yüzünden çocukluğu zor geçiyor. David Baldwin, son derece katı ve beyazlara dair hiçbir şeye tahammül olmayan bir adam. James Baldwin beyaz arkadaşları olduğu için bolca dayak yiyor. Yaşı büyüdükçe karşılık da vermeye başlayan Baldwin buna rağmen hiçbir zaman onlarla görüşmekten de vazgeçmiyor. Sonraları üvey baba David Baldwin’in paranoya şizofreni teşhisiyle akıl hastanesine kaldırılıyor.
Deneme
Yazar olarak birbirinden farklı türde eserler veren Baldwin’in ustalığını konuşturduğu türlerden birisi de deneme. Irkçılığı ele aldığı Bir Vatan Evladının Notları ve Bundan Sonrası Ateş yayımladıkları tarihten itibaren çok ses getiren, Sivil Haklar Hareketi’nin kılavuz kitaplarına dönüşen denemeler oluyorlar. Bundan Sonrası Ateş, Hristiyanlığın beyazlar tarafından yozlaştırdığı fikrini öne sürmesiyle özellikle Martin Luther King’i çok etkiliyor.
Engin Cezzar
James Baldwin’le Engin Cezzar, 1957’de New York’ta, Actor’s Studio’da tanışıyorlar. Romanı oyunlaştırma çabaları başarısız olsa da bu vesileyle arkadaş oluyorlar. Bu arkadaşlığı Engin Cezzar, ikilinin mektuplarından oluşan Dost Mektupları kitabının önsözünde şöyle anlatıyor: “Jimmy itilip kakılmış, bir beyazla gerçekten dost olunabileceğine dair inancı kalmamış, karşısındakine güvensiz yaklaşan biriydi. Dostluğu tanımlayamıyordu. Bir gün içimden geldi ve şöyle dedim: ‘Yeni dost edinmek zor iş. Tam oldu zannedersin, olmayıverir. Sana bir teklifim var. Arkadaş nedir bilmiyor olabilirsin belki ama kardeş nedir biliyorsun. Bir sürü kardeşin var. Gel, biz de kan kardeşi olalım. Kardeş olalım da bugün nasıl birlikte hareket ediyorsak, hayat boyu birbirimize destek olalım…’ ‘Peki,’ dedi. Kestim kollarımızı, sürttük birbirimize. Kardeş oluverdik.” James Baldwin ve Engin Cezzar dostluğu 1979’da araları açılana dek devam ediyor.
FBI
Önce eserleri sonra da aktivizmi yüzünden dikkat çeken James Baldwin, FBI tarafından yıllar boyu gözetim altında tutuluyor ve acil durumda tutuklanacaklar listesinde yer alıyor. Hakkında tutulan rapor tamı tamına 1884 sayfa. James Baldwin’in eşcinselliğini de keşfeden FBI, onun Sivil Haklar Hareketi’nden dışlanması için bu bilginin yayılmasını sağlıyor ve kısmen başarıya da ulaşıyor. Aynı şekilde kitapların özellikle Güney eyaletlerde yasaklanmasının da arkasında FBI var.
Giovanni’nin Odası
Beyazları anlatmasıyla şaşırtan, eşcinselliği anlatmasıyla önce Siyah topluluk içinde sonra da beyazlar arasında hoş karşılanmayan James Baldwin’in ikinci romanı. Siyah bir yazarın beyaz eşcinsel karakteri merkeze koyması o güne dek yapılmış bir şey olmadığı için, daktilo edilmiş metni okuyan yayıncısı romanı olduğu gibi yakmayı öneriyor. Buna şiddetle karşı çıkan ve tüm riski göze aldığını söyleyen Baldwin, beklendiği gibi hemen her kesimin tepkisini çekiyor ancak yazarlığıyla övgülere boğuluyor. Zamanla değeri daha da anlaşılan Giovanni’nin Odası kuir edebiyatın köşe taşlarından biri olarak görülüyor.
Harlem
Harlem, Baldwin’in doğduğu 1924 yılında farklı ırkların bir arada yaşadığı ve Harlem Renaissance olarak adlandırılan Afro-Amerikan kültürünün canlandığı dönemin dolu dolu hissedildiği bir bölge. Bu yüzden Baldwin’in çocukluğu farklı ırktan arkadaşları ile başta caz olmak üzere bolca müzik dinleyerek geçiyor. 1929’da yaşanan “Büyük Depresyon” ile Harlem’de bir şeyler ters gitmeye başlıyor ve şehirde ilk ırk çatışmaları baş gösteriyor. Baldwin’in henüz 11 yaşında bir çocukken korku dolu gözlerle izlediği “1935 Harlem İsyanı” sadece Harlem Renaissance sürecini bitirmekle kalmıyor; aynı zamanda ırkçılığın da önünü açıp, Harlem’in sadece Siyahların yaşadığı bir gettoya dönüşmesine de neden oluyor.
Irkçılık
James Baldwin hayatı boyunca ırkçılıkla mücadele ediyor. Yazdığı her şeyde de bu mücadeleyi görmek mümkün. Yarım kalan Remember This House isimli eserinden, 2016 yılında Raoul Peck tarafından uyarlanan ve en iyi belgesel film dalında Oscar adayı olan Ben Senin Zencin Değilim belgeseli, Amerika’da ırkçılığın izini sürerken; suikaste kurban giden üç Sivil Haklar Hareketi lideri Malcolm X, Medgar Evers ve Martin Luther King’in de hayatlarına bakış atıyor. Filmin orijinal adı I Am Not Your Negro, James Baldwin’in ırkçılığa dair bakışının da özetleyen bir cümle aslında.
İstanbul
Paris’te geçen uzun yılların ardından üçüncü romanıBir Başka Ülkedeile uğraşan James Baldwin için işler iyi gitmiyor. Arkadaşı Engin Cezzar’ın sık yinelediği daveti hatırlayan Baldwin, ani bir kararla İstanbul’a geliyor. Engin Cezzar – Gülriz Sururi çiftinin Gümüşsuyu’ndaki dairesinin boş bir odasına yerleşen Baldwin, karşılaştığı özgürlük ortamından etkileniyor. Erkeklerin sokakta el ele yürümesinden ve bunun her zaman eşcinsellik olarak görülmemesinden bahsediyor mektuplarında. Gerçekten nefes aldığını yazıyor arkadaşlarına. Yaşar Kemal, Cevat Çapan, Ara Güler gibi isimlerle ahbaplık kuran Baldwin, Asmalımescit’te takılmayı, Kapalıçarşı’yı gezmeyi seviyor. Bir süre sonra kendi evine çıkmaya karar verince, Rumelihisarı’nda yer alan ve konuta dönüştürülmüş olan Ahmet Vefik Paşa Kütüphanesi’ne yerleşiyor. Burada hem çalışıyor hem de yemekleri bizzat kendisinin yaptığı partiler düzenliyor. Bu partilerin konukları arasında Marlon Brando, Don Cherry, Linda & Sonny Sharrock gibi ünlü isimler de var. 1971 yılında, aralıklarla on yıl boyunca yaşadığı ve en üretken dönemini geçirdiği İstanbul’a veda ediyor. Her lafı geçtiğinde İstanbul’un kendisini iyileştirdiğini söylüyor.
Jimmy
Tam adı James Arthur Baldwin olmasına rağmen yakın arkadaşları kendisini Jimmy diye çağırıyor. İstanbul’da geçirdiği süre boyunca da kendisinden Arap Jimmy olarak bahsediliyor. Hayatı boyunca yazdığı tüm şiirleri topladığı kitabının ismi de Jimmy’s Blues.
Kölelik
James Baldwin’in dedesi Louisanalı bir köle. Köleliğin aslında hiçbir zaman kaldırılmadığını söyleyen Baldwin, köle kadınların tecavüze uğramasından, köle çocukların alınıp satılmasına dek tabu olan konulardan yüksek sesle bahseden ilk yazarlardan. Irkçılığın sadece Siyahlar için değil herkes için bir sorun olduğunun altını çiziyor. Hatta bu yüzden ölüm tehditleri bile alıyor. Sonunda bu fikirleri yüzünden gönüllü sürgüne gitmek zorunda kalıyor. Başka bir deyişle Afrika’dan Amerika’ya zorla getirilen “kölenin” torunu, bu defa da gerçekleri söylediği için Amerika dışına yollanıyor.
Lucien Happersberger
James Baldwin’in Paris’te tanışıp âşık olduğu, Giovanni’nin Odası romanını ithaf ettiği ve kendi sözleriyle “hayatındaki tek gerçek aşkı” olan İsviçreli ressam. İlişkileri aralıklı olarak devam etse de hayatının son 15 yılını kesintisiz, beraber geçiriyorlar. James Baldwin son nefesini Lucien’in elini tutarak veriyor.
Martin Luther King
Sivil Haklar Hareketi’nin öncülerinden olan Martin Luther King, James Baldwin’in ırkçılığa dair denemelerini okuyup onunla ilk iletişime geçenlerden birisi. 60’lı yıllarla birlikteyse temel prensipler konusunda farklılıklar baş gösteriyor ve fikren ayrı düşüyorlar. Buna rağmen birbirlerine asla saygıda kusur etmiyorlar. “Ağlamaya başlarsam duramamaktan korkuyorum,” diyerek King’in cenazesinde hiç ağlamayan James Baldwin, bu suikast yüzünden büyük bir bunalıma giriyor. Daha sonraki yıllarda yazdığı denemelerden birinde, “beyazların bu cinayetin ne anlama geldiğini asla anlamayacaklarını” söylüyor.
Ne Zaman Gitti Tren
James Baldwin’in 1968 yılında yayınlanan ve genelde olumsuz eleştiriler alan dördüncü romanı. Özellikle Mario Puzo tarafından fazla politik bulunuyor, Baldwin’in aktivizminin yazarlığına zarar verdiği yönünde yorumlar yapılıyor. Sonraki yıllardaysa, diğer eserlerine göre hâlâ zayıf olsa da Siyah olmanın yalnızlığı üzerine yazılmış kalbur üstü romanlardan biri olarak görülmeye başlanıyor.
Otobiyografi
Baldwin’in eserleri genellikle otobiyografik unsurlar taşıyor ve kendi yaşam deneyimlerinden besleniyor. İlk romanı Go Tell It on The Mountain, 1930’larda Harlem’de büyüyen bir gencin ailesi ve kiliseyle yaşadıklarını anlatıyor. Bu genç James Baldwin’den başkası değil kuşkusuz. Annesinden kardeşlerine kadar herkesin kendine yer bulduğu roman, TIME dergisi tarafından 20. yüzyılda yazılmış en iyi 100 Amerikan Romanı listesine giriyor. 1984 yılında Stan Lathan tarafından aynı adla sinemaya uyarlanıyor. Filmi izleyen James Baldwin sonuçtan çok memnun olduğunu söylüyor.
Öteki
James Baldwin, Siyah bir eşcinsel olarak sadece beyazların değil bizzat kendi cemaatinin de ötekileştirmesine maruz kalıyor. İlk kırılma anı 17 yaşında kiliseye gitmemeye karar verdiğinde yaşanıyor. Baldwin bu kararı için “Kilisede öğretilen Tanrı huzur anlamına geliyordu. Harlem’e baktığımda huzuru göremiyordum. Bu yüzden Tanrı’yı terk etmenin vakti olduğunu düşündüm.” diyor. Sivil Haklar Hareketi’ndeki homofobik tavır yüzünden hayatının bir dönemini heteroseksüel taklidi yaparak geçirse de bir süre sonra gerçek ayyuka çıkıyor. Katıldığı yürüyüşlerin bazılarında konuşmacı olarak söz verilmemesi onu çok incitiyor. İstanbul’a göç etme sebeplerinden birisi de özellikle kendi topluluğundan gördüğü bu ötekileştirme. Arkadaşı gazeteci Zeynep Oral’a “Buradayım çünkü kendi ülkemde nefes alamıyorum” demesi de yine bu yüzden.
Paris
Savaş sonrası gelen özgürlükle eşcinselliğin özgürce yaşandığı Paris, James Baldwin’i ilk günden çok etkiliyor. Cebindeki az paraya rağmen güzel zaman geçiriyor, kendini keşfediyor. 1948-1957 arasında yaşadığı Paris’te Fransızca öğreniyor, ilham alacağı bazı dostluklar kuruyor ve hayatının aşkıyla tanışıyor. 1970 tarihli Terence Dixon belgeseli Meeting The Man: James Baldwin In Paris ile Paris’e bir kez daha dönen James Baldwin, filmde çok sevdiği şehrin farklı köşelerinde başta ırkçılık olmak üzere hemen her konudaki fikirlerinden bahsediyor.
Richard Wright
James Baldwin’e yazar olma yolunda en büyük ilhamı veren Siyah yazar. Irkçılık karşıtı yazılarına hayran olduğu Wright ile henüz 20 yaşındayken tanışan James Baldwin, ilk romanını da onun sağladığı bursla tamamlıyor. Yıllar içerisinde araları bozuluyor. Baldwin, Wright’ın yazdıklarına dair –özellikle ölümünden sonra çok pişman olduğunu söylediği- ağır eleştiriler yazıyor.
Sokağın Dili Olsa
1974 yılında yayımlanan, James Baldwin’in beşinci romanı. Harlem’de işlemediği bir suç yüzünden hapse giren Fonny ve hamile olan sevgilisi Tish’in yaşadıklarını doğrusal olmayan şekilde anlatan roman, hem New York’un şiddet dolu 70’li yıllarını hem de ırkçılığın adalet sisteminde nasıl vücut bulduğunu anlatıyor. 2018 yılında Barry Jenkins tarafından sinemaya uyarlanıyor bu hikâye. KiKi Layne ve Stephan James’in başrollerini paylaştığı film, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Regina King’e Oscar kazandırıyor. Film toplamda 197 adaylık, 109 ödülle kırılması zor bir rekora imza atıyor ve James Baldwin’in yeni kuşaklar tarafından da tanınmasını sağlıyor.
Şehir
James Baldwin şehirde doğmuş, hayatının büyük kısmını farklı şehirlerde yaşamış ve sadece şehir hikâyeleri anlatmış bir yazar. Özellikle romanlarında betimlediği gerçekçi portrelerle tıpkı bir portre fotoğrafçısı gibi şehir insanlarını belgeliyor. 60’ların başında New York’ta başlayan kentsel dönüşüme karşı çıkan Baldwin, bunun dönüşüm adı altında başta Siyahlar olmak üzere diğer ırkları merkezden uzaklaştırma projesi olduğunu söylüyor. Başka bir deyişle soylulaştırma (gentrification) kavramını da ilk dile getirenlerden biri oluyor.
Tiyatro
James Baldwin gençliğinde bir süre oyuncu olmayı deniyor. Marlon Brando’yla da oyunculuk sınıfında tanışarak arkadaş oluyor ancak daha sonra oyunculuk hevesinden vazgeçiyor. Tiyatroyla bağı hiçbir zaman kopmayan Baldwin, 1954’te The Amen Corner oyununu, 1964’teyse Blues For Mister Charlie oyunlarını yazıyor. Irkçılığı irdelediği oyunlar genelde iyi eleştiriler alıyor. 1970 yılına gelindiğinde, İstanbul’da olan Baldwin’in, Ali Poyrazoğlu’nun Londra’da görüp beğendiği John Herbert’in Fortune and Men’s Eyes oyununu sahnelemesi gündeme geliyor. Oyunu okuyan Gülriz Sururi’nin ilk tepkisi, “Bu oyun Türkiye’de sahnelemez” oluyor. Fakat inat ediliyor ve hapse düşen gençlerin hem aralarındaki eşcinselliği hem de devlet eliyle gördükleri şiddeti anlatan oyun, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nda, Düşenin Dostu ismiyle sahnelenmeye başlıyor. James Baldwin’in rejisi başarılı bulunsa da kullanılan argo, şiddet ve açıkça gösterilen eşcinsellik seyircileri şoke ediyor. İstanbul Valiliği, 7 Şubat 1970’te eşcinsel ilişkiyi konu aldığı için 18 yaş sınırlaması getirilen oyunu yasaklıyor. James Baldwin karar üzerine apar topar New York’tan dönüyor. Bürokratik bir hata yapıldığı için yasak bir türlü uygulanamıyor. Oyunun yasaklanacağı bilgisi kulaktan kulağa yayılıyor ve iki ayda altmış bin izleyiciye ulaşıyor. Bürokratik hatanın düzeltilmesiyle oyun yasaklanıyor. Oyunu yasaklamaya gelen polisler oyunu o kadar merak ediyorlar ki oyunu önce sıraların arkasında izleyip sonra yasak kararını tebliğ ediyorlar. Bu durumdan etkilenen James Baldwin kısa süre sonra Türkiye’den ayrılıyor ve bir daha tiyatroya dair hiçbir üretimde bulunmuyor.
Umut
Yazdıklarıyla her zaman en acımasız hâliyle gerçekleri ortaya koyan James Baldwin, bir yandan da umudu eksik etmiyor. Hatta bu yüzden zaman zaman eleştirildiği de oluyor. Baldwin ise bu konuda çok net. Bir gazetecinin “Dünyaya dair hâlâ umutsuz musun?” sorusuna, “Hiçbir zaman dünyaya karşı umutsuzluğa kapılmadım. Ona sadece öfkelendim. Umutsuzluğa dayanamam. Yeğenime, çocuklara umudun olmadığını söyleyemezsiniz”diyor. “Umut her gün yeniden icat edilir”de onun umuda bakışını anlatan bir diğer cümlesi.
Ülke
En sevdiği ülke Amerika Birleşik Devletleri. Bu yüzden de en çok onu eleştirdiğini söylüyor ama orayı bir türlü “yurt” olarak görmüyor. Çok haklı sebeplerinin olduğu da su götürmez. Önce Fransa’da sonra Türkiye’de yaşıyor. İsviçre’de, İspanya’da kalıyor dönem dönem. Amerika’yla da bağını hiçbir zaman koparmasa da orada yaşamayı düşünmüyor. Ülke ve aidiyet konusu sorulduğunda, “Benim ait olduğum yer, ben o yeri inşa etmeden var olmayacak” diyor ve sonraki yıllardaysa, “Bombalanan her köy benim ülkemdir” diyerek hem savaş karşıtını duruşunun hem de dünya vatandaşlığının altını çiziyor.
Verneuil Hotel
James Baldwin’in cebinde sadece 40 dolarla gittiği Paris’te, Saint-Germain-des-Près bölgesinde yer alan ve uzun süre kaldığı otel. Odaların soğuk olmasından şikayet etse de sanatçıların buluşma noktası olması Baldwin’in çok hoşuna gidiyor; başta Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoirolmak üzere farklı isimlerle arkadaşlık kuruyor. Otel aynı binada olmasa da birkaç yıl önce tekrar açılıyor. Bazı odaları James Baldwin’in fotoğrafları süslüyor.
Yazmak
Baldwin, iş yazmaya geldiğinde konuşmaktansa eyleme geçmekten yana. Bu yüzden uzun uzun tavsiyeler vermekten kaçınıyor. Yazar olmak isteyenlere verdiği şu tavsiye bakış açısını güzel özetliyor. “Yaz. Hayatta kalmanın bir yolunu bul ve yaz. Söyleyecek başka bir şey yok. Eğer yazar olacaksan seni durduracak hiçbir şey söyleyemem; eğer yazar olmayacaksan söyleyebileceğim hiçbir şeyin sana faydasıolmaz. Başlangıçta tek ihtiyacın olan şey, göstereceğin çabanın boşa olmadığını sana söyleyecek birisi.”
Z. Özger
Şair “Arkadaş” Z. Özger’in kendisine seçtiği mahlasın ilham kaynağının, James Baldwin’in eşcinsel literatüründe de yer alan “arkadaş” hitabı olduğu düşünülüyor. Arkadaş Z. Özger’in metinlerinde James Baldwin’e referanslarla karşılaşıldığını da ekleyelim.