İklim krizinin etkilerini inkâr edilemez düzeyde yaşadığımız şu günlerde, Türkiye’nin pek çok bölgesinde hava sıcaklığı normalin epey üzerinde seyrediyor. Geçmişte, yazın sıcak olması son derece olağan, özellikle söz etmeye değmez bir konuyken; şimdi, gündelik konuşmalarımızın vazgeçilmezi oldu nasıl da kavrulduğumuz, bezdiğimiz. Kimimizin bünyesine, güneşe ateş açma arzusu uyandıran bir gözü karalık zerk eden bu mevsim, bazılarımız için daima çok çekici, enerji verici ve eğlenceli. Yüzmenin, suya yakın olmanın hafifliği, teni okşayan gün batımı esintisi, yiyip içilenlerin serinliği, dışarıya dökülen sokakların; parkların, bahçelerin, sahillerin neşesi, yazı güzel kılan şeylerden yalnızca birkaç tanesi.

Peki 2024 yazı dünyanın farklı yerlerinde nasıl geçiyor; kentler yazın, sakinlerine neler vadediyor? Yazcılar şehirlerinde neler yapmaktan zevk alıyor; onu imtihan olarak görenler ne tür çözümler geliştiriyor? Haritada hareket ettikçe; tercih edilen mekânlar, sofraları kuran tabaklar, kulaklara dolan müzikler, sosyalleşme biçimleri ne ölçüde değişiyor? 

Merakımızı gidermek üzere Barbaros Altuğ, Cissi Efraimsson, Dicle Doğan, Engin Güneysu, Nermin Yıldırım, Nisan Ak, Öykü Sofuoğlu ve Tendertwin’in kapısını çaldık. Güneşin yükseltici enerjisini bambaşka pencerelerden aldık.


Seçimler, Olimpiyatlar derken, Paris’te tantanalı bir yaz
Öykü Sofuoğlu (Sinema yazarı) yazdı

Çocukluğumdan beri yaz mevsimini hep iple çekmişimdir. Belki de Adanalı olduğum için sıcağa, neme ve güneşe hem bedensel hem de zihinsel olarak ihtiyaç duyuyorum. Kendiminki de dâhil olmak üzere birçok yakınımın doğum günü de yaz aylarında olduğu için kutlamaları, buluşmaları aklıma getirir bu üç ay. Paris’te, özellikle ağustos ayında her yer kapalı olduğu için şehrin biraz boşaldığını hissedersiniz ama o boşluğu da turistler doldurur. Bu yaz şehir, hem geçtiğimiz günlerdeki seçimler hem de Olimpiyatlar sebebiyle pek bir hareketli. Parizyenler ise Paris’in zaten yüksek dozdaki gündelik kaosuna bir de Olimpiyatlar’ın tantanası eklenmeden, şehirden uzaklaşma derdinde…

Paris’in 19. bölgesindeki La Villette, yaz aylarında gitmeyi en çok sevdiğim muhit diyebilirim. Saint-Martin Kanalı’nın sonunda, Villette Parkı’nın da bulunduğu bu mahalle; kafeleri, barları ve sinemalarıyla cıvıl cıvıldır. Bassin de la Villette dediğimiz yapay göletin kıyısında piknik yapmak, birbiri ardında sıralanan teknelerde konserlere, film gösterimlerine gitmek benim için yaz mevsiminin olmazsa olmaz aktiviteleridir. 

Opéra taraflarındaki Balkan mutfağı temalı Ibrik Café, kumda Türk kahvesi yaptığı için yıllardır müdavimi olduğum bir mekân. Yazın asla sıcak yemeğe tahammül edemediğim ve vegan olduğum için bu veggie bowl benim içim tam bir cankurtaran niteliğinde. 

Şarkı değiller belki ama son haftalarda sokaklarda en çok “Siamo Tutti Antifascisti!” (Hepimiz antifaşistiz!) ve “Non Pasaran!” (Geçit yok!) sloganları çalındı kulağımıza. İyi ki de çalınmış zira Nouveau Front Populaire’in sürpriz zaferi şehirde bayram havası estirdi. Bense bu sıralar Nino Ferrer’in meşhur “Le Sud” şarkısının Gut & Patchworks’ün yaptığı Latin Version‘ını dinlemeden duramıyorum. 

Seine Nehri ve kıyıları yaz aylarında şehrin sosyal hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. Hatta çoğu genç, mekânlarda oturmak yerine şarabını, atıştırmalıklarını alıp nehir kenarında takılmayı tercih eder. Yazları Seine’de yapay plaj ve göletler hizmete açılsa da bunlar genelde çocuklu ailelere yönelik sayılır. Benim için nehir kıyısında oturup müzik dinlemek, arkadaşlarımla sohbet etmek yeterli sanırım. Yüzmeyi her ne kadar çok sevsem de yazı havuz ve deniz olmadan rahatlıkla geçirebilirim.


Yazları dolup taşan Charleston ve dünyanın en bohem yat kulübü
Nisan Ak (Orkestra şefi) yazdı

Ben baharları severim. Her iki baharda da enerji doluyorum. Ancak kış ve yaz arasında seçim yapmam gerekirse, tabii ki yazı tercih ediyorum. Yaşasın sıcak hava! South Carolina, Charleston’da yaşıyorum. Burası ABD’nin ilk şehirlerinden biri ve çok güzel bir mimariye sahip. Ayrıca, çok sayıda turist çekiyor ve yazları dolup taşıyor. Su yoksa ben de yokum. Şehir değiştirdim resmen denize yakın olmak için. Yeni yaz aktivitem de sörf yapmak. Yeni öğreniyorum ve henüz çok kötüyüm ama herkesin ilk başladığında kötü olduğunu düşünüyorum, değil mi?

Şimdi çok havalı görünebilir ama aslında tam tersi. En sevdiğim yer, buradaki sahillerden birindeki “yacht club”. Fakat bu, dünyanın en bohem ve en keyifli yeri. Çok yaşlı amcalar da var, benim gibi genç bir grup da. Çoğu insan birbirini tanıyor, tanımayanlar da kısa sürede tanışıyor. Üstelik manzarası da mükemmel.

Buralardaki en popüler müzikler bu aralar Sabrina Carpenter’ın, o nakaratında süper alto ânı olan şarkısı, Kendrick Lamar’ın Drake’e diss rap’i ve Eminem’in Slim Shady’ye gönderme yaptığı yeni şarkısı. Rap yeniden mi yükseliyor acaba? Ben bu üçünü de çok sevdim açıkçası. Bu aralar çok sardığım besteci ise Louise Farrenc. Henüz dinlemediniz mi? Beethoven’dan sadece 50 yıl sonra yaşamış bir kadın besteci, Fransa’dan. Feminist bir hikâyesi var ve müzikleri de aynı Beethoven gibi bol bol drama içeriyor.


12 saatlik bir Berghain çıkışı La Maison’da brunch sırası.
Berlin ve yazın hayata getirdiği seksi enerji
Barbaros Altuğ (Yazar) yazdı

Yaz aylarını çocukluktan beri severim ama sıcak sevmem. Hatta güneşli günlerde akşamüstüne kadar evden çıkmadığım olur, ezelden beri. Ama yazın hayata getirdiği seksi enerji, ılık ve uzun akşamlar, bahçelerdeki dans partileri, açık havada otururken içilen içkiler şahanedir. Yazarken bile yüzümde bir gülümseme oluyor. Ayrıca bir Aslan burcuyum, doğum günüm, hayata ilk baktığım aylar yaz ayları yani.

Şehirde yazın gitmeyi en çok sevdiğim yer pazar günleri Berghain bahçesi, sonra da La Maison’da Esra (Gülmen) ve Ahmet Rıfat’la (Şungar) bir şeyler yemek arada. Kışın da Berghain’a gitmeyi sevsem de yazın açık havada edilen dans, gündüz gözüyle görülüp sevilen insanlar başka. Paramida, Honey Dijon, Chris Cruse, Ogazon ne zaman çalsa dayanamayıp dinlemeye gidiyorum. Tek tek trackler yerine hepsinin Pano ve Berghain setlerini önereceğim yazlık. 

Esra Gülmen ve Tuba Ünsal’la Atina seyahati.

Şehirde olmayı da genel olarak çok seviyorum, deniz kenarında üstüm başım kumlu, ter içinde oturmak bana biraz zaman kaybı gibi geliyor. Tatile giderken de muhakkak başı ya da sonuna şehir eklemek isterim. En son Tuba (Ünsal) ve Esra (Gülmen) ile gittiğimiz Atina gibi. 

Bertie’den midyeli pide ve şinitzel.

İstanbul’daki arkadaşlarım da şehir severler ve geliyorlar sık sık zaten Berlin’e; geçenlerde Şebnem (Bozoklu) ve Kanat (Atkaya) ile gidip hazla yediğimiz mahalledeki yenimiz Bertie’nin safran soslu midyeli pidesini her hafta yemeye niyetliyim yaz boyu. Hatta yakında Cemre (Ebüzziya) ile tekrar gittik dayanamayıp.


Şehrin sahici yüzünü görmek isteyen kimse yazın Barcelona’ya gelmesin
Nermin Yıldırım (Yazar) yazdı

Kime sorsanız Barcelona’nın tam bir yaz şehri olduğunu söyleyecektir. Barcelonalılar hariç… Barcelona yazın kalabalık ve bunaltıcı olur. Sahiller üst üste insan dolar, deniz desen tat vermez. Restoranlar turist kazıklama peşine düştükleri için yemekler bozulur, fiyatlar artar. Velhasıl yaz geldi mi şehrin çehresi değişir. Toplu ve blok izinlerle boşalan ofisler ve sırtını turizme dayamamış lokal dükkânlar, ağustos boyu kepenk kapatır. Şehir sakinleri, sokakları turistlere ve turizme bırakıp mümkün olan en uzak yerlere göç eder. Yani şehrin sahici yüzünü görmek isteyen kimseye yazın Barcelona’ya gelmesini önermem. Bahar ayları iyidir, hatta çok çok iyidir. Baharda Barcelona cennet gibidir. Ama madem şehrimizde yazdan bahsedeceğiz… 

Başıma bir felaket gelmişse ve ağustos ayını Barcelona’da geçirmeye mecbur kalmışsam, elbette yapacak şahane şeyler bulabilirim. Sakin bir denizde yüzmek için trene binip günübirlik de olsa kapağı Vilanova’ya atmak gibi. Zira yazın Barcelona’nın en güzel yanı, trene binip bir nebze olsun uzaklaşmasıdır. Tamam, biraz abartmış olabilirim. Elbette iyi şeyler de var, vallahi var. Mesela yaz demek fiesta demektir burada. Ağustos boyunca her hafta başka semtte müzik festivali yapılır. En meşhuru da Gracia semtininkidir. Bu festivalleri bilmem kaç euroluk biletleriyle Primavera gibi zengin festivallerle karıştırmanızı istemem. Bu dediklerim herkes için eşit ulaşılabilirlik esasına göre işleyen sokak festivalleridir. Belediyenin finansmanıyla komşuların organize ettiği bu festivallerde harika grupları beleşe dinler, her sene farklı konseptte süslenmiş sokaklarda masal alemindeymiş gibi gezer, gecenin belli bir saatinden sonra sokaklardan oluk oluk akmaya başlayan çiş öbeklerine basmamaya gayret edersiniz. Bilhassa terlikliyseniz, bu hususta azami dikkat göstermeniz gerekir. Bir yaz geleneği olarak Barcelonalılar ekseriyetle terlik giyer ve belli bir saatten sonra sokaklara işer. 

O festivallerde, boşaltım faslına geçmeden önce, sokaklar boyu uzayan büyük sofralar kurulur. Semt sakinleri tanıdıkları tanımadıkları komşularıyla evvela yan yana oturup yemek yer, sonra da ayağa kalkıp dans eder. 

Yemeklerden bahsetmişken… Akdeniz mutfağının maharetlerini bütün cömertliğiyle sergilediği bu şehirde envai çeşit balığın, deniz kabuklusunun ucuzunu ve iyisini bulmak kolay olduğundan, tercihimi genellikle deniz ürünlerinden yana yaparım. Dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi içki burada ülkemizle kıyaslanamayacak kadar ucuz. Birkaç euroya iyi şarap, nefis vermut, fiyakalı cava içersiniz. Sudan ucuz deyişi tam karşılığını bulur, zira mesela bazı biraları şişe suyuyla aynı fiyata kafaya dikebilirsiniz.

Son yazlık aktivitemse dışarıda güneş cayır cayır yakarken, kendimi buradaki favori sinema salonuma kapatıp vizyon dışı filmler izlemektir. MUBI hariç herhangi bir dijital platforma üye olmadığım için yönetmen, dönem ve tür konseptleri yapan bu sinema salonunu platform olarak kullanırım. Özel bir kartım ve koltuğum bile var, o derece diyeyim. Geçen yazı Bond serisinin tamamının üstünden geçerek, karanlık salonlarda saklanarak geçirmiştim bu şekilde. Yazları o salona girer ve yazın geçmesini beklerim.


Stockholm’de yaz, çok daha fazla uyanık kalmak ve sosyalleşmek istemek demek
Cissi Efraimsson (Görsel sanatçı) yazdı

Stockholm yazları bulunmak için gerçekten güzel bir yer. Uzun ve karanlık kışın ardından herkes güneşi görebildiği için mutludur. Güneş çok geç batar ve hemen sonrasında da doğmaya başlar. Bu sabah kuşlar o kadar yüksek sesle şakıyordu ki beni saat 03.00’te uyandırdılar.

Çok daha fazla uyanığım ve sürekli sosyalleşmek istiyorum. Arkadaşlarımla birlikte genellikle ucuz barlara ya da parkta içmeye gidiyoruz. Yazın yapmayı en sevdiğim şey festivallere gitmek. Yakınlarda Stockholm Fields’e, dostlarım Viagra Boys’u dinlemeye gittim. Harikalardı!

İş anlamında yaz mevsiminin yazmak için olduğunu düşünüyorum. Neden bilmiyorum ama bu zamanlar kendime karşı daha az eleştirel oluyorum ve daha fazla fikir üretebiliyorum. Şimdilerde bir sonraki stop-motion kısa filmim için yazdığım senaryo üzerine çalışıyorum. Yeni bir proje olduğu zaman çok eğlenceli oluyor! Özellikle henüz bitirdiğim önceki filmim Sea Angels için çalışmaya yıllarımı verdikten sonra. Bu sonbaharda prömiyer yapacak ve sonunda sizle paylaşabileceğim için çok heyecanlıyım. Okyanus kirletildiği için bir yüzme havuzunda yaşamaya başlayan denizkızlarıyla ilgili bir stop-motion mokümanter.


Portekiz kırsalı Guarda’da kışın durağan geçen hayat, yazın çok yoğunlaşıyor
Dicle Doğan (Koreograf, performans sanatçısı, iklim aktivisti) yazdı

Ben güneşle çalışan biriyim ve Portekiz’de yaz aylarında hava sabah 05.00 sularında aydınlanırken, akşam 22.00 gibi gün batıyor. Öyle uzun, öyle aydınlık ki beni çok motive ediyor. Ben Portekiz’in kırsalında, Guarda şehrinin bir köyünde yaşıyorum. Bisikletimle bütün köyleri dolanıyorum, ormanların içine dalıyorum. Portekiz’in en büyük dağı olan Serra de Estralla’dan gelen suyun soğuğuna kendimi bırakıyorum. Tertemiz nehirlerde yüzmek gibisi yok. 

Portekiz’de genel olarak kendi yemeklerimi ve özellikle bu mevsimde salata yemeyi tercih ediyorum. Kendi küçük bostanımda yetiştirdiğim marullarımı, domateslerimi yemeye başladım.

Portekiz tam bir festival ülkesi, hayatı kutlamak için çok sebepleri var. Ben de bu neşeye küçük kasabalarda, meydanlarda dansımla dâhil oluyorum. Bazen kocaman masalar kuruluyor, tüm kasaba birlikte yemek yiyoruz; büyük masaları çok severim.

Özetle kışın durağan geçen bu kırsal hayat, yazın çok yoğun geçiyor. Organize edilen şifalı otlar buluşması, müzik festivalleri ile ormanın kalbindeyim. Çoğu zaman bu ormanın kalbinde kendi yalnızlığım ve sessizliğimleyim. Bu sessizliğe kuşlar eşlik ediyor.


Londra’da açan güneşin verdiği his, basit şeylerin kıymetini bilmenin ne kadar kritik olduğunun tatlı bir kanıtı
Tendertwin (Müzisyen) yazdı

Sonuna kadar yazcıyım. Benim için çekilmez olan, kış! Haziranda doğum günümle açılıp, eylül meltemine kadar uzanan bir rüya… Diğer tüm mevsimleri; inciri, şeftaliyi, dutu, karpuzu, sonlara doğru da narı bekleyerek geçiriyorum yani. Ha Londra’da bunların hepsini yıl boyu marketlerde İspanya’dan ithal yersin tabii ki ama aynı şey değil anlayacağınız üzere. 

İngiliz yazı her gün bulutlu bir hayal kırıklığı, her yıl yazın ne kadar “ıslak” olacağı lotoya dönüyor buralarda. Güneşli günlerin kıtlığından ötürü güneş çıktığında ciddi bir bayram havası esiyor; herkesin bir anda modu yükseliyor, sokaklar festivale dönüşüyor. O his basit şeylerin kıymetini bilmenin ne kadar kritik olduğunun tatlı bir kanıtı bence. Onun dışında sayısız parkta piknikler, şehrin çeperindeki bölgelerde doğa yürüyüşleri, cesaretimiz varsa ufak göllere dalmak… Ben bu aralar durmadan farklı rotaları koşuyorum. 

Londra’da yazın gitmeyi en sevdiğim yerler; kuzeydeysem Regent’s Park, güneydeysem Ruskin Park. İlki kanal kenarı patikaları ve güllerinden ötürü; ikincisi birlikte “parkur” manevraları öğrendiğim grubum ve labirente benzeyen gizli bahçesinden ötürü. Vakit bolsa ziyaret Kew Gardens‘a tabii. 

Yaz, toplama salatalarla bahçede geçiyor! Geçen akşam bunu yaptım: Ispanak, yumurta, kinoa, bulgur, balla kızarmış hellim, pancar, fırında havuç, avokado, biraz da tahin. Sokağımda çok başarılı bir Trinidad ve Tobago dükkânı da keşfettim ve doubles denen iki hafif kızarmış hamur parçasının (barra) arasına baharatlı soslu nohutu (channa) doldurdukları hızlı olay çok iyi geldi; fotoğraf çekemeyecek kadar açtım muhtemelen.


Samsun’da denize girmek de var, ona sadece bakmak da
Engin Güneysu (Fotoğrafçı) yazdı

Geçen yıl aralık ayında seyahat ettiğim, sevdiğim ülke Küba’da sıcaklar dayanılmaz bir hâl almıştı; artık dönmem gerekiyordu. Gayet serin bir 14 Mayıs günü, özlediğim Kadıköy’deydim; gece yorganı üstüme çekip, gündüz kışlık botlarımı giymek zorunda kaldım bir süre. Nihayet yaz ülkeme de gelmişti artık. Bir ay sonra Kadıköy’den memleketim olan Samsun’a doğru hareket ettim. Şimdi, dosyaya gelirsek; evet, yaz burada nasıl geçiyor? Bant’tan Cem Kayıran beni Küba’da sanıyormuş. Ancak Samsun’da olduğumu öğrenince sorun olmayacağını belirtti. Sonuçta yaz her yerde yazdır, değil mi?

Yaz, benim için hafiflik demek. Üst üste fazla giyinmek zorunda olmamak en sevdiğim yanıdır. Ayrıca gölgelerde takılmayı severim. Benim için yaz, sadece deniz, kum ve güneş demek değil. Bu yüzden kendimi yaz insanı olarak tanımlayamam. Daha çok bahar insanıyım. Serin havada etrafı inceleyip uzun yürüyüşler yapmayı severim.

Yazın ise şehrimde gitmeyi en sevdiğim yer deniz kenarı oluyor; bunu tercih ederken çok avantajlı konumdayım. Samsun’un tüm kıyısı deniz olduğu için seçenek çok fazla fakat ben özellikle Atakum semtini seviyorum. Daha sosyal bir ortam ve yeni bir şehirleşme olduğu için uzun bir sahil kordonu ile oldukça ilgimi çekiyor.

Atakum sahilinde sıcak kumlara uzanmış, denizden yeni çıkmış bir çocuk soğuk bedenini ısıtmaya çalışıyor. Tabii ki kayıtsız kalamıyorum ve hemen deklanşöre basıyorum. Zihnimdeki anılar kataloğunda geçmişin görüntüleri sıralanıyor. Bir zamanlar ben de o çocuğun yerindeydim. Hoş, biz çocukken denize çok gitmezdik çünkü Karadeniz çok tehlikeliydi. Ailemiz bizi soğutmuştu, haksız da sayılmazlardı. Haberlerde yaz aylarında onlarca gencin Karadeniz’in azgın sularında hayatlarını kaybettiğini duyardık. Bu yüzden ben hâlâ denize giren değil, çoğunlukla sadece ona bakan olurum ama ara sıra fena olmuyor tabii ki. Ben sanırım denizden ziyade okyanusu daha çok seviyorum.

Yaz aylarında çok yemek yemiyorum; özellikle hafif şeyler tüketmeye çalışıyorum. Sizlerle paylaşacağım ise bugünlerde favorim olan falafel tabağı. Mekân yine Atakum’da sahile sıfır, harika bir bar restoran.

Şu anda Samsun’da kültürel çeşitliliğin ciddi seviyede arttığını gerçekten söyleyebilirim çünkü yaklaşık 16 yıldır bu şehirden uzakta yaşıyorum. Bazı sokaklarda Arapça şarkılar duyarken, diğer yanda Samsun’un vazgeçilmezi olan arabesk müzikler çalıyor; ancak daha çok öğrencilerin yaşadığı semtlere doğru gittiğinizde pop şarkılarını duyuyorsunuz. Beni gerçekten şaşırtan müzikler çalan bir mekânla karşılaşmadım henüz, belki de doğru yeri henüz bulamadım. Her zaman olduğu gibi genellikle yoğun bir şekilde, hayatın akışı içinde müzik dinliyorum; sürekli yeni şeyler keşfetmeye açığım. 

Son zamanlarda Dorothy Ashby’nin 1968 yılında yayınlanmış Afro Harping albümü beni çok etkiledi; bu aralar sürekli onu dinliyorum. Bir diğer favorim ise Manu Chao’nun 90’larda yayımlanmış Clandestino’su. Bu albüm bana Küba’ya yumuşak bir geçiş yapmış gibi hissettiriyor! Bu günlerde ayrıca, Ben Harper’ın 1997 yapımı The Will To Liveını ve Kübalı şarkıcı Danay Suárez’in yeni çıkan CAMBIO albümünü dinliyorum.

  1. Televizyon emeklerken, karanlık çoktan içeri sızmıştı: ERIC WHITE çocukluk korkularını boyuyor

    “Resimlerimin, ya iki saniye sonra ilgisiz ve / veya hayal kırıklığına uğramış bir şekilde çekip gitmenize ya da orada durup tamamını okumaya mecbur hissetmenize sebep olması fikrini seviyorum.”

  2. A’dan Z’ye: JAMES BALDWIN

    Yazar ve aktivist James Baldwin 100 yaşında.

  3. Sizin oralarda yaz nasıl geçiyor?

    2024 yazı dünyanın farklı yerlerinde nasıl geçiyor; kentler yazın, sakinlerine neler vadediyor?

  4. Bir dahi, bir iş bitirici: Powell ile Pressburger'ın büyülü mirası ve MADE IN ENGLAND

    MUBI kütüphanesine eklenen Made in England: The Films of Powell and Pressburger belgeselinin yaratıcıları David Hinton ve Thelma Schoonmaker hattın öbür ucunda.

  5. Sadece gey değil; Afro, ucube, karmaşık ve öfkeli bir uyarlama: VAMPİRLE YENİDEN GÖRÜŞME

    “Amerikalı Siyah bir adamı önce vampire dönüştür. Sonra o vampire yamuk yap. Ve neler olacağını gör.”

  6. BLONDSHELL ve utandıran duyguların şarkıları

    "Her şarkı yazdığımda bir hisle baş ediyorum. Eğer çözmem gereken ve göğsümden atmam gereken bir şey olmasa yazamam."

  7. Mükemmeliyetle özgünlük mümkün değil: KIT SEBASTIAN

    Geçmişle günümüzü psikedelik pop filtresinden geçirerek buluşturan Londralı ikili Kit Sebastian ile Brainfeeder, nostalji ve yeniliklere dair.

  8. A'dan Z'ye: MASSIVE ATTACK

    Massive Attack’in açtığı kapıları yeniden anımsamak için...

  9. İnsanlığın en derin korkusu, bazen de en büyük umudu: YAPAY ZEKÂ ve ekranlardan 15 ikonik karakter

    Sunny'den hareketle, bugünün teknoloji harikaları olarak bilinen ve yarının distopyaların süsleyen ikonik yapay zekâ temsillerine selam duruyoruz.

  10. Kalıbına sığmadan, tarifine uymadan: Oyuncuları ile THE BEAR üzerine

    The Bear anlatısının 3. sezonunu eşelemek üzere bir koltuk kapıp; Jeremy Allen White, Ayo Edebiri, Ebon Moss-Bachrach ve Matty Matheson’ın sohbetine misafir olduk.

  11. Elliott & Luke Tittensor ile HOUSE OF THE DRAGON ve Cargyll İkizleri üzerine

    House of the Dragon dizisinde Erryk & Arryk Cargyll’e hayat veren Tittensor ikizleri ile aralarındaki dinamikler ve hazırlık süreçleri üzerine konuştuk.

  12. Köpeklere ve Duvarlara Dair, Veda Etmiyorum ve bu ay başka ne okusak?

    Köpeklere ve Duvarlara Dair, Veda Etmiyorum, Sabahın Üçü, İşaret, Kalbin Görünmez Öfkeleri, Beynin Gece Hayatı… Haziran 2024’te yayımlanmış, merak uyandıran kitaplar.

  13. 50 Albüm: Haziran 2024 best of

    “Ne dinlesek?” diye soranlara, haziran ayından yerli – yabancı karışık 50 albüm.

  14. Künye

    .