Müzik, aşk ve cinayete bandırılmış bir roman: Kan ve Gül

Alper Canıgüz ile beşinci kitabı Kan ve Gül, 1990’lar, Nirvana ve romanın detayları üzerine.

Röportaj: James Hakan Dedeoğlu – İllüstrasyon: Rajab Eryiğit

Alper Canıgüz, 2000 yılından bu yana belli aralıklarla hayatımızı güzelleştiriyor. On yedi yılda beş kitap, yani ortalama 3,4 yılda bir yapıyor bunu. Son kitabı Kan ve Gül de bir istisna değil; belki bugüne kadar yazdığı en karanlık roman ama başından sonuna kadar Canıgüz estetiğinin tüm özelliklerini taşıyor. Sizi içine çekmesi iki satır sürüyor, dilbazlığıyla büyülüyor, gülmekten kırıp geçiriyor, sayfalardan kan damlıyor (evet bir cinayet var), olay örgüsü olması gerektiği gibi tam bir Arap saçı, tansiyon ve meraksa hiç düşmüyor. Bunlar Canıgüz’ün her romanına damga vuran, başarısını borçlu olduğu özellikleri. Kan ve Gül’de bunların hepsinden ziyadesiyle olduğu gibi fazlası da, farklılıkları da var. Öncelikle kitaptaki tüm gerçeküstü olaylar, son derece gerçek başka olaylar ve mekânlar içerisinde cereyan ediyor. Kahramanımız Aziz bir zaman yolculuğuna maruz kalıyor ve kendisini 1994 yılında, Kurt Cobain’in intiharından bir kaç ay öncesinde buluyor. Aziz hayatının o dönemindeki bir hatayı düzeltmek için 1994 yılında dolanırken tanıklık ettiği, gördüğü, duyduğu gerçek haberler, olaylar ve girip çıktığı mekânlarla o döneme biz de tanıklık ediyoruz. Canıgüz bizi Aziz üzerinden kendi 1990’larının nostaljisinde dolaştırırken bir yandan da günümüzdeki karanlık Türkiye tablosunun temel atış törenine şahit oluyoruz.

Kan ve Gül’ün diğer Canıgüz romanlarından bir ayıracı daha var, o da müzikle olan yoğun, eğlenceli ve doğrudan bağları. Kitabın ismini İskender Doğan’ın meşhur şarkısından aldığı yetmiyormuş gibi kendisi de romanda karşımıza bir kurgu karakter olarak çıkıyor. Romanın müzikle olan diğer ve önemli bir bağıysa bölüm isimlerinin hepsinin birer Nirvana şarkısı ismi taşıyor olması. Smells Like Teen Spirit, All Apologies, Territorial Pissings ve daha niceleri… Tamam size şimdilik bu kadarını anlattık. Kan ve Gül, Canıgüz dünyasını seven ve bilen herkesin beklentilerini fazlasıyla karşılıyor, hatta fazlası var. Müzikle içli dışlı. Hadiseler bir zaman yolculuğu ve bir cinayet etrafında cereyan ediyor. Gündem dokundurmaları var. Sonunda da nefis bir twist var gibi gibi… Daha fazlası April Yayıncılık‘tan çıkan kitabın sayfalarında. Kitaba dair detaylarsa yazarla gerçekleştirdiğimiz röportajda.

“Türkiye 90’lara dönmesin” denilen bir dönemde, sen kendi 1990’larına dönen bir roman yazmaya karar verdin. Gerçekten de Kan ve Gül senin 1990’larını mı anlatıyor? 

Büyük ölçüde, evet. O yıllarda hakikaten de Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciydim ve benzeri bir sosyallik içinde, kitapta sözü edilen türden tartışmalar dönerdi aramızda.

Kitap sanrısal mı, gerçek mi olduğu muallak bir zaman yolculuğu etrafında ilerliyor. Kitabın büyük çoğunluğu 1994 senesinde geçiyor ve kitabın o dönemi yoğun bir şekilde anlatma derdi olmasa da, o tarihlerde gerçekleşmiş kimi gerçek olaylar ve o döneme ait gerçek mekân ve tasvirler var. Yazım aşamasındayken yoğun bir dönem araştırmasına giriştin mi? Yoksa daha çok kendi anılarını hatırladığın, yokladığın bir süreç miydi bu?

Çoğu hatırladığım olaylar elbette ancak tarihler konusunda hata yapmamak için araştırma da yaptım. O araştırmaları yaparken bazı başka önemli olaylar çıktı karşıma, bunların bir kısmı da kitapta yerini buldu.

Kitapta yadsınamaz bir Nirvana damgası var. Bölüm isimleri ve hikâyemizin Kurt Cobain ölüm tarihine yakın zamanlarda cereyan etmesi ve bunun vurgulanması gibi… Kaçınılmaz bir şekilde şu soruları sormak istiyorum: Yazım aşamasında çok Nirvana dinledin mi?

Dinledim epeyce, evet. Başka şeyler de dinledim ama, nedense, ekseriyetle de klasik caz parçaları.

Kurt Cobian öldüğünde sen ne yapmıştın? Üzerinde herhangi bir etkisi olmuş muydu?

Çok üzülmüştüm ben de pek çok kişi gibi. Bir de şöyle bir durum vardı, hatırlayacaksınız, Cobain intiharından kısa bir süre önce Roma’da aşırı dozdan hastanelik olmuştu ve hakkında öldüğü haberleri çıkmıştı. Hemen ardından kurtulduğunu öğrenip rahat bir nefes almıştık ki bu sefer geri dönüşü olmayacak bir yolu seçip beynini dağıttı. Bu da ekstradan karanlık bir ruh hali oluşturmuştu pek çok kişinin üzerinde.

Bölümlere Nirvana parçalarını isim olarak verirken parça isimlerinin o bölüme uygunluğu mu yoksa parçaların taşıdığı hissiyatların mı daha büyük rollü oldu? Bu isim verme işleminin bir matematiği var mıydı?

Parça isimlerinin bölüme uygunluğunu esas aldım sadece ama bazı bölümlerde hissiyat olarak da hikâyeye denk düştüğünü düşündüm, The Man Who Sold the World ya da All Apologies gibi…

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:58’e ulaşabilirsiniz.