Yaşayan bir evin naif ve erotik konukları: Sadi Güran ile “Hey Jüpiter II – E Kal Bu Gece Burada?” üzerine

Sadi Güran’ın 2017’de gerçekleşen Hey Jüpiter sergisinde karşımıza çıkan, atölye olarak da kullandığı evinde, kendine yarattığı dünyanın yörüngesine takılan arkadaşlarını fotoğrafladığı karelerden ilham alarak ürettiği çalışmaları, Hey Jüpiter II – E Kal Bu Gece Burada? sergisiyle devam ediyor. 23 Şubat günü saat 18:00’da Bina / Bant Mag Havuz’da açılacak ve çalışmaları yoğunlukla devam eden yeni sergisi öncesinde kendisinden bir saat koparıp iki sergilik bu seri hakkında merak ettiklerimizi sorduk.

şahmeran_

E Kal Bu Gece Burada?, 2016’da gerçekleşen Hey Jüpiter isimli serginin bir devamı niteliğinde. Bu serginin Hey Jüpiter ile olan bağından ve farklılıklarından söz eder misin?
Hey Jüpiter aslında hikayenin bir kısmıydı. O evde yaşanan aşkların, dostlukların, vedaların, kaçanların, kalanların, ülkemde yaşananların üzerimdeki etkileriydi.  E Kal Bu gece Burada?, o hikayenin devamı, getirileri, götürüleri ile üzerimde kalan, yenilenen hisleri içeren bir sergi. Bundan sonra da portreleri bir kitapta toplayarak hikayeyi sonlandıracağım..

Sergideki portre niteliğindeki işlerine konuk olan isimler senin çevrenden, evine gelen, fotoğraflarını çektiğin kişiler. Ancak iş eline kalemi ve sulu boya fırçasını alıp bu fotoğrafları kağıda geçirmeye geldiğinde tüm kompozisyon değişiyor, ve hem renkler, hem de çeşitli detaylarla, karşımıza sık sık insan-hayvan melezlerinin de çıktığı bir evrene geçiyoruz.  Fotoğrafları bu evrenin dünyasına ve karakterlere eviren süreç senin için nasıl işliyor?
Fotoğraf makinesi o insanların çıplak gözle görüldükleri hallerini yakalıyor. O çekimler sırasında saatler, geceler süren muhabbetler, yaşananlar ile benim o fotoğraf ve çalışacağım bristol kartonu ile baş başa kaldığım saatler birbirinden çok ayrı oluyor. Dediğin gibi dünya dışı saatler. Ve o saatlerde ben artık Kadıköy’deki atölyemde olmuyorum. Tamamen özgür olduğum, kurallarını, estetiğini benim belirleyebildiğim bir dünyada sabahlıyor, anlatmaya çalıştıklarımı kendime daha net anlatabiliyor oluyorum. Şizofren saatler yani. Duygusal dünyamda yaşadıklarım, çevreye, yaşananlara tepkilerim kelimelerde yüzeysel kalırken kağıt üzerinde daha net şekillere bürünüyorlar galiba. Bazı şeyleri sana tam hissettiğim gibi anlatsam korkarsın ama kağıda çizip eline verince başka etkileri oluyor galiba. Ne bileyim.

kılıç balığı

“Bu serinin çekirdeği zaten o evde yaşadıklarım. Ve içimden atmazsam beni daha da ezecek olan, başka birşeye dönüştürmezsem, renklerini gördüğüm halleri ile kullanmazsam yavaşça susup, şarjı bitmiş bir robot gibi gözümdeki kırmızı ışığın yavaşça küçülüp söneceğine inandığım herşey.” 

Tüm Hey Jüpiter serisini bağlayan naif bir erotizm söz konusu. Karakterler utangaç bir çocuksuluk ile davetkar bir seksapel arasında değişken bir skalada geziniyor. Bu teraziyi nasıl dengeliyorsun?
Birkaç faktör var. Kağıda geçtiğimde elbette ister istemez belli birinin portresini yapmaya çalışmaktan çok yaşadıklarımı, hissettiklerimi birinin yüzü, duruşu aracılığıyla veriyor oluyorum. Modellerimin pek çoğu ise profesyonel modeller olmadığından o doğal halleri, uzayan muhabbet sırasında kendilerini kaptırmaları, hüzünlü anılarını anlatırken ya da odamda çalan göz pınarlarını mıncıklayan bir parçayla hislenip aldıkları haller, çıplaklıklarından utanmaları, bazen umursamazlıkları. Bence bütün bunlar asıl erotik olan. Ama neticede pek çok duygu, kalemi, fırçayı elime aldığımda oluşmaya başlıyor ve ben rejim değişiminde bir ülkede bilakis erotizmi, çıplaklığı özellikle de homoerotizmi gönlümden saça saça kullanmayı sevmiyor değilim.

doğa

Serinin bir diğer değişmeyen özelliği de tüm işlerde ilginç detaylarıyla karşımıza çıkan evin. Hem Hey Jüpiter hem de serinin devamı olan E Kal Bu Gece Burada sergisinde yer alan tüm işlerin arka planını yaşadığın ev oluşturuyor. Senin evinin sürekli organik değişimler geçiren, neredeyse senle beraber yaşayan bir alan olduğunu da biliyorum. Evinde geçen bir seri üretmek fikri nasıl oluştu ve nasıl bir deneyimdi?
Tonton ailesi vardı ya eskiden. Büyük olan ev şeklini alırdı ve ailesi içine girerlerdi. O geldi aklıma. Neyse. Bu serinin çekirdeği zaten o evde yaşadıklarım. Ve içimden atmazsam beni daha da ezecek olan, başka birşeye dönüştürmezsem, renklerini gördüğüm halleri ile kullanmazsam yavaşça susup, şarjı bitmiş bir robot gibi gözümdeki kırmızı ışığın yavaşça küçülüp söneceğine inandığım herşey. Dolayısı ile bir proje değil ihtiyaçtan ortaya çıkan işler her biri. Bir de ev benim için önemli ya. Seyahat etmeyi de sevmem bilirsin. Bir yere gideceksem mutlaka çantama evden oyuncak bir figür atarım ki gittiğim yerde başucuma koyayım ve yatak benim evim olsun.

Sergide aynı zamanda senin tasarladığın ve limitli sayıda üretilen bir “oyuncak”la da tanışacağız. Biraz bu projeden bahseder misin? Bu tarz tasarımlarının devamı da gelecek mi?
“Jüpiter” figürü ha desen çocukluk hayalimin ilk adımı. Oyuncak tasarlamadan gidersem gözüm açık gidecektim. Tasarımcı arkadaşım Uğur Kolege ile bu hayalim de gerçek oldu. Beraber özellikle bu sergi için ilk figürümüzü tasarladık ve inanamıyorum ama yaptık. Bundan sonra da başka tasarımlarla devam etmek istiyoruz evet. Bakalım neler olacak.