21. Filmekimi: Coupez! üzerine

2011’de The Artist ile Oscar kazanan yönetmen Michel Hazanavicius’un son işi Coupez!, bu yıl Cannes Film Festivali’nin açılış filmiydi. Domino taşı etkisiyle bir saçmalığın bir diğer saçmalığı ve sonunda da sonsuz bir saçmalıklar silsilesini tetiklediği, yapay gözyaşları ve bolca kusmuk dolu yapım, tahammül gücünü yükseklerde tutabilenlere çölde margarita dolu bir yüzme havuzu bulmuş gibi gelecek bir kahkaha krizi vadediyor.

Bu yazı, filme dair kimi sürprizbozanlar içerebilir.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Coupez!, kült mertebesine erişmiş bir Japon zombi komedisi olan One Cut of the the Dead’in yeniden yapımı. Dolayısıyla karakterleri ve olay örgüsü, zombi filmi sevenler için yabancı değil. Üç bölüme ayrılan yapımın ilk bölümünde izlediğimiz “film” ve anlaşılmayan tüm detayları, boş kalan bütün sahneler ve bitmeyen saçmalıklar silsilesinin sebep olduğu sonsuz kan fışkırıkları, türe özel bir ilgisi olmayanları biraz bunaltıp sabır talep etse de ikinci ve üçüncü bölüme gelindiğinde işler değişiyor. Önce hazırlıkların yapıldığı, ardından çekimlerin takip edildiği kısımlarda film, ödünç aldığı her bir dakikayı kahkahalar hatta onların sebep olduğu gözyaşlarıyla dolu sahnelerle ödüyor.

İlk intiba?

“Film”in jeneriği, üzerine zombi(-leşmiş) sevgilisi yürüyen ağlamaklı bir genç kızın “Seni seviyorum” demesiyle giriyor. Böylece “Kestik!” sözüyle başladığında, biz de oyuncusuna kaba saba bağıran, set dekorunu yıkan hatta oyuncusunu tokatlayan bir yönetmenin sinir krizini izleyerek seyre başlıyoruz. Bu sahne, filmin star oyuncusu Chinatsu’nun, “Gerçek balta ile çalıştığınıza inanamıyorum! Sigorta şirketi ile anlaşmayı nasıl sağlayabildiniz ki?” sözüyle sürüyor.

Hâliyle film daha ilk dakikalardan ilmek ilmek örülecek ve sonunda fevkalade bir sinir krizine ulaştıracak bir macera izleyeceğimizin; -balta sahneli örnekte olduğu gibi- tüm tedbir eksiklikleriyle ve ters gitme ihtimali olan her şeyin ters gideceği bilgisiyle gözlerimizin bir kan banyosuna hazırlanması gerektiğinin sinyalini veriyor.

Karakterlere dair neler söyleyebilirsin?

Higurashi:

Bir yönetmen düşünün ki mottosu “Hızlı, ucuz ve ortalama işler yapmak” olsun; ancak eşi salonlarının televizyonunda kendi çektiği bir filmi izlerken kızı odaya girince “Anne çok kötü ve çok berbat şeyler izliyorsun. Lütfen şunu kapatır mısın?” desin. 

Tam da bu özellikleri nedeniyle Japon bir yapımcı tarafından, istediği zombi filminin yeniden çekilmesi için Higurashi’nin kapısı çalınıyor. Canlı yayımlanacak 30 dakikalık plan sekans çekimine önce cesaret edemese de kızının televizyonda hayran hayran seyrettiği oyuncunun da filmde olduğunu fark edince işi alıyor. Vasatlığın içinde boğulan bir babanın, iletişim kuramadığı kızının takdirini kazanmak için kolları sıvayıp, sonunda tüm aileyi bir saçmalıklar silsilesine sürüklemesi… Oldukça ikna edici bir motivasyon açıkçası.

Chinatsu:

“Film”in yıldızı. Yalnızca bu filmin değil, auteur yönetmenlerle gezdiği hemen hemen tüm festivallerin de gözde ismi. Fransa’nın Adam Driver’ı olarak anılan ünlü ve elbette bol bol kaprisli bir oyuncu. Kendisi auteurlerle anlamlı filmler çekmeye, saatlerce karakter analizi yapmaya, sahnelerin derinliğini ve alt metinlerini konuşmaya alışmış biri ancak ne yazık ki film boyunca Higurashi ve -değiştirmeye çalışsa da müdahalede bulunamadığı- filmden tatmin olmuyor. 

Zombilerin, kapitalist düzenin modern bireyi dönüştürdüğü hâli eleştiren bir sembol olduğu analizine kafayı takmış hatta belki ki bu “film”e bu nedenle evet demiş. Zira, filmin hazırlık süreci boyunca tüm ekibe bu teoriyi anlatıyor. Hatta öyle ki, “film” içerisinde zombinin kendisine saldıracağı bir sahnede doğaçlama yapması gerektiğinde ondan bir tirat ile kurtulmaya çalışıyor:  

“Kapitalist tüketici pislik!
İğrenç tüketim toplumu!
Küreselleşmenin kurbanı mı?
Karakterini kaybetmişsin!
Kapitalist sistemin seni ele geçirmesine izin mi vereceksin?
Sen ruhunu kaybetmişsin kardeşim!” 

Obsesif bir sanat filmi oyuncusunun bu karikatürize ve parodi hâli -sinemaya özellikle filmin yapım sürecinden dâhil olan- herkesi çokça güldürecektir.

Modunu nasıl etkiledi?

Biraz düşük tempolu bir başlangıç yapsa da ilk bölümünün ardından sürekli artan temposu, bitmeyen aksiyonu, koşuşturmacası, absürtlüğü ve Alexandre Desplat imzalı müzikleriyle bir anda modumun yükselip keyfimin yerine gelmesini sağladı. Klasik mutlu son seven seyirciye de göz kırpan finali ile içimi sıcacık bir his ile doldurdu.

En çok neyi sevdin? 

Olay örgüsünün altında gizliden gizliye “Bir şeyin ters gitme ihtimali varsa ters gidecektir” ile başlayan bir talihsiz serüvenler kurgusu olması, bana çağrıştırdığı Murphy Kanunları ile en sevdiğim kısım oldu. Her şeyin tam da böyle geliştiği filmde, tüm karakterler gösterişli bir saçmalama tavrına bürünüp “normal” olarak tanımlayabileceğimiz kimse kalmadığında, sonuç ne olursa olsun aslolanın süreç ve keyifli olanın yolculuğun kendisi olduğu konusunda ikna ediyor.

Formu dolduran: Aysu Uzer