Adana Altın Koza notları: Bölüm 1
Yazı: Zelal Buldan
31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin 67 yapım arasından seçilen 11 filmin yarıştığı Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması devam ediyor. Dakikalarca alkış alan, zılgıt sesleriyle sonlanan, dışarı çıkıp nefes alma ihtiyacı doğuran, sessizlik ile baş başa bırakan, birbirinden farklı duygular uyandıran bu yapımlardan Bildiğin Gibi Değil, Ölü Mevsim ve Gecenin Kıyısı notlarım ile başlıyorum festival heyecanımı sizlerle paylaşmaya.

Bildiğin Gibi Değil
Prömiyerini 43. İstanbul Film Festivali’nde yapan, Vuslat Saraçoğlu’nun yazıp yönettiği film; üç kardeşi hafızaya dair bir yolculuğa çıkarıyor. Saraçoğlu, çekimlerini kendi büyüdüğü evde tamamladığı filmini şekillendirirken şu sorulara yanıt aramaya çalıştığını belirtiyor: “Ortak bir geçmiş acaba herkes için aynı mıdır?”, “Ortak bir geçmiş nasıl farklı hatırlanır?”
Geçmişin ve hafızanın sınırlarında dolaşmak üzere karakterlerini bir yas ortamına yerleştiriyor yönetmen. Tahsin, Yasin ve Remziye babalarının ani ölümü üzerine uzunca bir vakitten sonra bir araya geliyor ve zamanın araya girdiği bütün ayrılıklar gibi bu bir araya geliş de sancılarını beraberinde getiriyor. Annelerini daha önce kaybetmiş olan üç kardeş babalarını da kaybetmeleri üzerine yitirdikleri evlat kimliklerini bırakmakta zorlanıyorlar. Babalarının ölmeden önce yazdığı hayal temalı şiirler ile alay ederlerken, attıkları kahkahaları ve dayanışmaları belki de onları kendi hayallerine en çok yaklaştıran an oluyor. Tahsin’in fedakârlık maskesi, Yasin’in kibirli hâlleri ve Remziye’nin değişken öfkesi, sadece birlikte güldükleri sınırlı anlarda görünmezliğe yaklaşıyor. Kısa süreli gülüşmeler ise fırtına öncesi sessizlik misali beraberinde öfke nöbetleri getiriyor. Remziye’nin başka biri olmakta böylesine ısrar edişi gitgide merak uyandırmaya başlıyor. Remziye bir çocuk gibi ani duygu değişimlerini yaşarken, Tahsin’in “Büyü artık!” diyerek bağırmasıyla öğreniyoruz Remziye’nin büyümesine izin vermeyen gerçeğini. Öylesine bir sessizlik çöküyor ki filmin dünyasına, devamında gelen şiddetli fırtına dahi sessiz kalıyor. Bu sessizlik bir “çıt” sesi duymaya hasret kalacak kadar rahatsız edici.
Remziye’ye hayat veren Hazal Türesan, karakterinin değişimini baştan sona öylesine özenle yansıtmayı başarıyor ki sonunda inandırıcı olmayan, fazla bulunan hiçbir detay kalmıyor. Doğal oyunculuklar, filmin ritminin düştüğü anları kuvvetle sırtlanarak filmden kopmaya müsaade etmiyor. Kimi yönetmenlerin filmin ardından “Bu oyuncuyla çalışmasaydım bu film böyle olmazdı.” açıklamasını en net hissettiren yapımlardan biri Bildiğin Gibi Değil. Serdar Orçin, Alican Yücesoy ve Hazal Türesan üç kardeşi canlandırmasaydı, bu film de böyle olmazdı sanki.

Ölü Mevsim
Dünya prömiyerini Adana Altın Koza Film Festivali’nde yapan filmlerden Ölü Mevsim, Doğuş Algün’ün ilk uzun metrajı. Senaryoyu Selen Örcan ile yazan Algün, filmin çıkış noktasının çocukken arada bir evlerine gittiği bir komşu aile olduğunu belirtiyor. Çocukluk anılarıyla, zihninde kalanlarla yarattığı komşu ailenin hafızasındaki yerini şöyle özetliyor: “Çocuksuz bir eve gidiyor olmanın can sıkıntısı vardı üzerimde.”
Çocuksuz bir ev ve yeni düşük yapmış bir kadın karşılıyor bizi filmin başlangıcında. Doğmamış bir bebek âdeta bir karakter olarak evin merkezine yerleşiyor. Nimet ve Halil’in çocuk özleminin şiddetinin arttığı her an, evdeki doğmamış bebeğin sesi daha da duyulur hâle geliyor. Nimet, umut dolu tek bir kelimeye özlem duyarak gidiyor doktor randevularına ve bütün o mutsuz anlara inat Nimet’in bakışları filmin umutsuz bir yöne gidişine engel oluyor. Film boyunca bambaşka dertler de bu eve misafir olmaya başlıyor. Nimet’in kardeşi Öznur, en az Nimet kadar merak uyandırıyor her aşamada. Nimet’in başına gelen her şey bir nevi onunla aynı evde yaşayan Öznur’un da başına geliyor, evdeki bütün duygular Öznur’a da yansıyor. Öznur’un kendine ait bir hayatı, kendi duyguları, kendi yaşanmışlıkları olsun isteği filmi ele geçirirken, çıkıp gidiyor Öznur o kapıdan. Gidişini görmüyoruz, sadece ona ait olan hiçbir şeyi görmediğimiz gibi. Bu kez ona ait olana gittiğini biliyoruz; belki Girit’e, belki İtalya’ya belki de Fransa’ya. Öznur’un kendine ait ayak sesleri Nimet’in evindeki rahatsız edici kapı gıcırtısına ekleniyor ve gıcırtı ilk kez az da olsa rahatsız ediciliğini kaybediyor.
Mülteci bir işçinin yaşadığı zorluklar, toplum baskısı, aile içi cinsel taciz, kardeşler arası sorunlar gibi meseleler hikâyeye ufak halkalar hâlinde dâhil olurken bütünselliği bozmasa da bazı sorunları beraberinde getiriyor. Konular birbirine kenetlenerek bağlanıyor fakat zamanla bütün bu başlıklar derinliğini kaybetmeye başlıyor sanki. Daha fazlası merak ediliyor, konuların üzerine daha fazla eğilinmesi arzusu uyanıyor. Uzaktan güzel görünen bir resme yakından bakma isteği uyandığı anda film bitiyor. Filmin bütün etkileyiciliğine rağmen bitmiş gibi hissettirmeyişi de bu yüzden.

Gecenin Kıyısı
Festivalin en merakla beklenen filmlerinden biri demek yanlış olmaz herhalde Gecenin Kıyısı için. En azından festival alanında birkaç gündür duyduğum fısıltıların çoğu bu yönde. Venedik Film Festivali’nin ardından buluştuğu Adana seyircisi filme geçer not vermiş olacak ki alkış sesleri oldukça yüksek sesli ve bitmek bilmeyen vaziyetteydi. Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakman’ın başrollerini paylaştığı, Türker Süer’in ilk uzun metraj filminin bu kadar merak uyandırmasının sebeplerinden biri, hikâyenin 15 Temmuz’da geçiyor oluşu kuşkusuz. Bu açıdan şunu söylemek gerekir ki film bu beklentiyle izlememek gerekiyor. Bir abi kardeş hesaplaşmasını yansıtmak üzere yönetmen 15 Temmuz’u sadece bir aracı olarak kullanırken bu tercihinin sebebini itaat üzerine kurulmuş bir ortam ihtiyacıyla açıklıyor.
Film Sinan’ın avucunun içinde sakladığı bir yüzük ile başlıyor. Bu yüzüğün Sinan için önemini, yaptığı seçimleri, aile ve görev ikilemini, vicdani kıvranışlarını öğrenmemiz ise zaman alıyor. Askeri üniformasının içinde duygularından arınmış, kaskatı bedeni ve renk vermeyen ifadeleri ile Sinan’ın kalbinin derinliklerine inmek oldukça uzun ve çetrefilli bir yol. Ses tasarımının da bu yolun inşasında filme farklı ve başarılı bir derinlik kattığını söylemek gerek. Daha önce asker babasına karşı ifade veren ve intiharına giden süreçte önemli bir rol oynayan biri Sinan. Bu kez ülkeden firar etmek üzere yakalanan asker kardeşi Kenan’ı askeri mahkemeye sevk etmek üzere Malatya’ya götürmesi emrediliyor. Ailesi onun için ikinci planda olan Sinan, bu görevi kabul ediyor ve tarih tekerrür ediyor. Sevkiyat gecesinin 15 Temmuz’a denk gelişiyle görev sekteye uğruyor, Sinan için bazı çözülmeler de yaşanmaya başlıyor.
Hikâyenin böyle bir güne sığdırılması ister istemez politik alt metnin dozunun artması isteği uyandırsa da bir tercih yapılarak bu istek tam anlamıyla karşılanmıyor. Olaylardan, görüşlerden ve politik duruşlardan çok duygulara yoğunlaşmakla ilgilenişiyle Gecenin Kıyısı, zaman zaman gerçeklikle arasındaki sınırların tam hizasını belli etmekte zorlanıyor.