Anadolu Ejderi’nin kimyası

Hazırlayan: Cem Kayıran - İllüstrasyon: Sadi Güran - Fotoğraf: Ali Güçlü Şimşek

Geçtiğimiz kasım ayında yayımlanan son Gaye Su Akyol numarası Anadolu Ejderi, pek yakında ilk kez sahneye taşınıyor. 10 Şubat’ta Küçükçiftlik Park’ta gerçekleşecek ilk konserin ardından önümüzdeki aylarda Gaye Su Akyol ve ekibi Almanya, Hollanda, Fransa, Romanya, İsviçre, İngiltere ve Lüksemburg’a uğrayacak. Ankara ve Eskişehir konserleri de 8-9 Mart’ta. Turne takviminin tamamına buradan ulaşabilirsiniz. Ufukta bir ABD turnesi ve başka havadisler de var anlaşılan…

Hâlâ dumanı üstünde 11 şarkıdan oluşan Anadolu Ejderi’nin ardındakilere dair sorular Mabel Matiz, Rajab Eryiğit, Aylin Güngör, Jonathan Poneman (Sub Pop) ve Kanat Atkaya’dan geliyor. Yanıtlarını takiben Gaye Su Akyol’un telefonunda albüm kayıtları süresince birikmiş kimi fotoğraf ve videolarla bir “Anadolu Ejderi kayıt günlüğü” sizi bekliyor.

“Gerçekten de kendine dürüst olabilmek ve hakiki bir hikâye anlatıcısına dönüşebilmek için içindeki canavarlarla, yangınlarla, ejderhalarla karşılaşmayı, gerekirse savaşmayı ve yeri geldiğinde uzlaşmayı göze alabilmen gerekiyor.”

Aklımdakiler: Anadolu Ejderi ve Gaye Su Akyol
Fotoğraf: Aytekin Yalçın
Mabel Matiz soruyor

“Bu Izdırabın Panzehiri”ni duyduğumda derin, karanlık, eskil bir acı hissettim. 2000’ler sonunda Kadıköy’ün, Beyoğlu’nun arka sokaklarına gömülmüş anılar yeniden canlandı gibi oldu. Koku hafızasının insanı aniden belli bir noktaya ışınlayan keskin gücü gibi. Şarkı bizi zaaflarımızla, tutkularımızla, bırakamadıklarımızla tekrar yüz yüze getiriyor âdeta. Belki güncel, belki eskide bıraktığımız parçalarımızla…

Öncelikle ilk sorum: İnsafın yok muydu? Bunu bize ve kendine nasıl yaptın? 
İkinci sorum: Bu tür yüzleşmelerin / yeniden karşılaşmaların şifalı ve hafifleten bir tarafı olduğunu düşünür müsün? Şarkıyı yazarken benzer bir şeyden geçtin mi? Şarkının hikâyesini ve esasen sendeki yerini merak ediyorum.

Özetle: Ciğerimiz ve insafımız kalmamıştır Mabelcim:)

Kendimi bazı şarkıları yazmamak için frenliyordum, artık vazgeçtim. Çok mu acılı, çok can yakar mı, bu kadar insafsızlık olmaz derken bugün buradayız, varsın yansın! Bazen acının senden çıkıp bambaşka bir bedene bürünmesi; bir şarkıda, bir resimde, bir şiirde hayatlara ve temsillere kavuşması çok iyileştirici oluyor. Belki özgürleşiyorsun, onunla kurduğun acılı ilişki hafifleyip, artık taptaze ve farklı anlamlara sahip oluyor. 90’larımın, bitmeyen, aksine kılık değiştirip karşıma dikilen duyguların, Kadıköy’ün, Akmar’ın, Beyoğlu’nun, Roll’un, Tabutta Rövaşata’nın, Ağır Roman’ın, Gece, Melek ve Bizim Çocuklar’ın, soğuk okul servislerinin, gidenlerin, rüyaların panoraması gibi “Bu Izdırabın Panzehiri”. Bir vapur camından tozlu İstanbul’u, şehirle birlikte tozlarına ayrılan anılarımı dipdiri karşımda bulduğum bir anıt.

Rajab Eryiğit soruyor

Albümü kaydederken ya da bu albümü oluşturmaya karar verirken ya da bu albüme ait bütün zaman dilimlerinde seni motive eden, gaza getiren bir imge, bir görüntü, bir resim var mıydı?

Türk ve Çin mitolojisinden yaratıklar, şaman sembolleri, antik büyü kitapları illüstrasyonları, yapay zekâda ürettiğim ejderhalar, yan yana gelip bütünü oluşturan yığınlar, retro fütürist biçimler, aygıtlar; gözümün önüne ilk gelen imgeler bunlardı.

Aylin Güngör soruyor

Şarkı sözü, bestesi, tüm estetiği ve detaylarıyla yine tamamen senin dünyandan çıkan bu albüm sürecinde ve sonrasında seni kendinle ilgili en çok şaşırtan şey ne oldu?

Kendimi, bu dünyadaki yerimi, varoluşumu ince ince kıydığım bir süreçti. Geçmişin hayaletlerine, karanlıklarına ve bu karanlıklara duyduğum bazen yıkıcı, bazen de şefkatli sevgiye şaşırdım; hatta bu durumun haddi hesabı olmadığını bu albümle net bir şekilde gördüm. Beni gündelik hayatın tüm zorluklarından ve çatışmalardan koruyan şey de sanırım temelde yatan sevgi ve yüzleşebilme gücüydü. “Bu sefer gerçekten dipteyim”e ikna olduğum her an, güneş yeniden doğdu. “Dürüstlüğe giden yol ejderhalarla kaplıdır” isminde bir işim vardı son sergimde. Gerçekten de kendine dürüst olabilmek ve hakiki bir hikâye anlatıcısına dönüşebilmek için içindeki canavarlarla, yangınlarla, ejderhalarla karşılaşmayı, gerekirse savaşmayı ve yeri geldiğinde uzlaşmayı göze alabilmen gerekiyor. O’nu derinlerden çıkarmak bazen çok zor oluyor ama bu albüm bu arkeolojinin sergisi gibi. Bütün gerçekliğiyle, esnekliğiyle, zayıflıkları ve heybetiyle orada kendini yarattı.

Jonathan Poneman (Sub Pop) soruyor

Bir müzisyen/sanatçı olmana yol açan spesifik bir olay veya deneyim var mı?

Çocukken sıkılmak için çok fazla vaktim vardı, sonsuz can sıkıntıma sürekli bir çare arardım ve bu yüzden kılıktan kılığa girerdim; şoför, tiyatrocu, müzisyen, dansöz, doktor, ressam, öğretmen, radyocu… Bu oyunlarda beni en mutlu eden rol bir şeyler çizmek, şarkı söylemek ve besteler yapmaktı. Bu yüzden mini orgumla sürekli sevdiğim şarkıları çıkarmaya çalışırdım, kendi şarkılarımı yazardım. Hayatın dayanılmaz sıkıcılığıyla ve bunaltı duygusuyla baş edebilmemi sağlayan iksir resim ve müzikti. O zamanlar “Büyüyünce ne olacaksın?” diye soranlara da “Müzik yapacağım, resim yapacağım.” derdim hep. Bu korkutucu tutarlılığın arkasında tek bir olaydan ziyade müthiş bir can sıkıntısı ve ona karşı geliştirilen panzehir var yani.  

“Love Buzz”ın hangi versiyonu daha iyi?

Bu çok zor bir soru:) Ben her ikisine de bayılıyorum açıkçası. Shocking Blue’nun 1969 yılında çıkardığı orijinal versiyonu çok daha psikedelik ve o dönemin meşhur ilhamlarından Hindistan kültürüne ve müziğine ait izler taşıyor; vokallerdeki Orta Doğu etkisi müthiş, gitar ve sitar tonları harika, bas yürüyüşü duyduğum en iyi ve en akılda kalıcılardan biri.

Nirvana’nın 1988’de Sub Pop’tan yayımladığı bu ilk single, çok daha punk. Şarkının orijinal ruhunu koruyor ve grubun bütün karakteristik özelliklerini duyuyoruz. Ben bu şarkıyı ilk Nirvana’dan dinlemiş, orijinal versiyonunu da böyle keşfetmiştim. Shocking Blue ile de bu sayede tanıştım. Psychedelia ve punk’ı ayrı ayrı seven biri olan bu nadide örneklerden birinin arasında seçim yapmam imkânsız. 

Kanat Atkaya soruyor

Anadolu Ejderi’nde köklerle modernitenin yeni versiyon müzikal harmanını sunarken, ruhlarda hem gam hem “glam” izleri bırakıyor Gaye Su Akyol. Çok güçlü sözlerle ve rock’n’roll ana hattında buluşan hibrit müzikal yapısıyla “anında klasik” tabir edilen bir albüm olmaya aday… Gaye Su Akyol’un müzik atlasına bakışını da biraz olsun göstereceği için anket tarzı bir soru sormak isterim. Albümden seçeceği 3 şarkıyı müzik tarihinden hangi 3 sanatçının/grubun cover’lamasını isterdi?

Cevapları düşünürken bile mest oldum. Uçsuz bucaksız uçma hakkımı kullanıyorum:

“Anadolu Ejderi “- Aşık Mahzuni Şerif feat. Erkin Koray

Erkin Koray’ın 1974’te yayımladığı Mesafeler albümündeki tonlar ve düzenlemelerle çalıp söylediği, Aşık Mahzuni’nin sazıyla eşlik ettiği bir versiyon mesela.

“Sen Benim Mağaramsın” – Black Sabbath 

Grubun Paranoid ve Master Of Reality zamanlarındaki tonlarla ve o estetikle bir düzenleme olsa tadından yenmez.

“Artık Başka Bir Lisansın” – Müzeyyen Senar

Bu şarkıyı Müzeyyen’imizin sesinden, taş plak kaydettiği zamanlarındaki hâliyle duymayı ne çok isterdim.

Ali Güçlü Şimşek soruyor

Yıllardır hayallerinin bir bir gerçekleşmesine yakınen şahit olan biri olarak merak içindeyim, Amerika’yla ilgili hayallerde son durum nasıl? Ona göre vizeye falan başvuralım, bu ara çok sıra varmış.

Haberim yokmuş gibi çek diyorsun:) Aynı dalgalara paralel sörf tahtalarıyla kafa tutmuş bi duo olarak diyebilirim ki bu hayalleri birlikte hakikat yaptık ageşem. Havadisler güzel; en sevdiğimiz albümlerin de plak şirketi olan Sub Pop’la imzaları attık. Önümüzdeki günlerde stüdyoya girip 2 şarkılık bir EP kaydediyoruz. Gitarlar, back vokaller ellerinden öper. Ardından Amerika turnesi ve akabinde ver elini Grammy:)

Kayıt günlüğü

Fotoğraf – video: Büşra Firidin, Gaye Su Akyol, Zeynep Ocak

Merhaba sevgili Bant Mag. okuyucuları ve musiki severler. Ben Gaye Su Akyol, bu da bizim Anadolu Ejderi kayıtlarından birtakım fotoğraflar, videolar, bazı kayıt dışı görüntüler ve hâller. 

Bu süreç benim için çok eğlenceli ve güzeldi ama bir o kadar da zor ve yorucuydu açıkçası. Pandemi boyunca yazdım, çizdim, bir yığın şey ürettim. İşin zor kısmı, bunları doğru şekilde elemek ve anlamlı seleksiyonu yapabilmekti. Çok üretici, yaratıcı bir süreç olmasına rağmen albüme dönüşme faslı son derece sancılıydı. Çok fazla şarkının içinden doğru forvetleri seçebilmek, en iyi 11’i ortaya çıkarabilmek o kadar kolay değilmiş. Bir küratör gibi kendi içlerindeki bağlantıyı, bağlamları düşünerek ince eleyip sık dokuduk. Bazen bu, bir şarkı doğurmaktan çok daha zormuş.

Nihayetinde aylar süren bir eleme sonucu Anadolu Ejderi’nin son formu ortaya çıktı. Barlas Tan Özemek, Ali Güçlü Şimşek ve bendeniz, albümün ortak prodüktörlüğünü üstlendik. Kayıtlar çok uzun bir sürmedi. Uskumruköy Plaj Stüdyoları’nda (yıllar önce yaşadığımız ve aynı zamanda ürettiğimiz eve bu ismi vermiştik) albümün yüzde 80’ini kaydettik. Gitar, bas, davul ve üzerine cümbüş, sazbüş gibi Türk sazlarının olduğu kayıtlarımızı da aynı mekânda almış bulunduk, birkaç gün içinde. Bazı şarkılarda hücum kayıt, bazılarında hücum + kanal pek çok kayıt oldu. Ardından vokaller ve gitarların bazı partisyonlarıyla kalan yüzde 20’yi de kendi ev stüdyomuzda kaydettik. Anadolu Ejderi, aslında bu üçlünün prodüktörlüğünü üstlendiği ikinci albüm. İlki Develerle Yaşıyorum’du, 2013’e tekabül ediyor. Çok fantastik, öğretici ve eğlenceli bir süreç olduğunu hatırlıyorum. Aradan neredeyse 10 sene geçti ve biz tekrar buluşup dördüncü albümümü kaydettik, bu açıdan da müthiş mutluyum. Toplam 11 şarkı var, bir Neşet Ertaş klasiği “Gel Yanıma Gel” dışında tüm söz müzik benden.

Güzel olan kısmı tabii ki Uskumru Plaj Stüdyoları dediğimiz alanın aslında yıllar önceki evimiz ve hâlihazırda bir yaşam alanı olması. Bu anlamda birçok derin bağımız, anılarımız, kıyısında köşesinde güneşli ve karanlık günlerimiz gizli. Yıllar önce komün olarak yaşadığımız ev şu an Barlas ve Büşra’nın (Firidin) evi. Günler boyu uyuyup uyandığımız, kahvaltılar yemekler yaptığımız, yakındaki kafesinde kahve içmeye gittiğimiz, ardından stüdyoya girip saatler süren maratonla kayıtlar aldığımız unutulması zor bir süreçti. Barlas ve Ali Güçlü iki bayıldığım insan ve müzisyen, biri eşim diğeri dostum, dolayısıyla hayatım boyunca içimde taşıyacağım yepyeni anılar hediye ettiler bana, müteşekkirim.

Bu albüm benim için sınırların dışına çıkma ve yepyeni seslerin peşine düşme macerasıydı diyebilirim. Dolayısıyla bütün sınırları ve yaratımlarımı da göz önünde bulundurarak şu âna kadarki en özgür ve özgün üretimim olduğunu düşünüyorum. Bunun üzerine zaman ne gösterir, onu hep beraber izleyeceğiz. Sevdiğim pek çok türün iç içe olduğu; Anadolu pop, folk, klasik Türk müziği, Türkçe psikedelik rock gibi etkilendiğim pek çok türün bir araya geldiği ve üzerine stoner rock’ın, post-punk’ın, surf rock’ın keza caz ve diskonun olduğu kimyasal bir iksire dönüştü. Dolayısıyla bir kimyager gibi hissetme durumu da var bu albümde. 90’larda çocuk olmuş ve ilk gençliğini yaşamış biri olarak, Anadolu Ejderi’nde o dönemin de çok fazla etkisi var diyebilirim.

Anadolu Ejderi”nin back vokallerini kaydederken gülme krizine girdik. O kadar zordu ki onu gerçekten düzgün şekilde kaydedebilmek. Saatler sürdü! Son birkaç senede en çok güldüğüm, ortadan yarıldığım anlar o kayıtlardı.

Bu macerayı hayatım boyunca unutmayacağım. Şimdi sırada albümün turnesi ve üzerine yepyeni anılar ekleme hevesi var. Bakalım bizi neler bekliyor…